Yoksul ve yoksun çocukların yaşamı ah’lar ve vah’lar eşliğinde şevkle anlatılıyor. Gerçekler; sahnelere, masal gibi dinlenen olaylara dönüştürülürken yüce gönüller titriyor, gözler nemleniyor. Çocukların yaşadıkları, merhamet öyküleriyle görünmez hale getiriliyor. Tüm bu vahşilik içinde onların haysiyetine, iç dünyalarına önem veren Orhan Kemal ve Yaşar Kemal’in edebiyatına her zaman ve daima muhtacız.
Çocukların duygularını ve haysiyetini yok saymak yetişkinlerin akıl almaz kötülüklerinden. Neredeyse tüm hakları gasp edilen çocukların sorunları anlatılırken kullanılan öyküleme ise artık katlanılamaz durumda. Gerçek olanın değil de, onaylananın ve tekrarlananın önemli olduğu böylesi bir dönemde, çocukların gerçekleri de öyküleştirilerek görünmez hale getiriliyor. Onları birey olarak görmeyen, adil yaşam hakkının altını çizmeyen merhamet öyküleri anlatıyor yetişkinler. Üstelik her yerde... Televizyonlarda, gazetelerde, sosyal medyada, mecliste, aile içerisinde, sokakta... Yoksul ve yoksun çocukların yaşamından ah’lar ve vah’lar eşliğinde şevkle bahsediliyor. Gerçekler; sahnelere, masal gibi dinlenen olaylara dönüştürülürken yüce gönüller titriyor, gözler nemleniyor.
Yetişkinler çocukların yaşadığı gerçekleri merhamet öykülerine çevirerek rehabilite oluyor adeta. Çocuklarsa yoksulluğu ve yoksunluğu iliklerine kadar yaşıyor. Bu, yeni bir şey değil. Türkiye’de yetişkin zihni çoğunlukla böyle çalışır. Sosyal medyanın kullanım biçimi tüm bu sömürüyü katbekat artırdı elbette çünkü yetişkinler her şeyin gösterilerek saklandığı bu çağa çoktan ayak uydurdu.
Yoksul ve yoksun çocukların yaşamı yetişkinlerin adeta vicdan testi haline geldi. Tüm bu vahşilik içinde Orhan Kemal ve Yaşar Kemal’in öykülerini hatırlamadan edemiyor insan. Panzehir niyetine… Onlar bize üzerlerine yapışmış yoksullukla yaşayan çocukların iç dünyasını birey olmanın gerçekliğini es geçmeden anlattılar. Yaşamanın acısını, tüm o çocukların haklarını gaspeden zihniyeti açık ederek yazdılar. Yoksul ve yoksun çocukların yaşamını merhametle perdelemeden çocukların haysiyetine yaraşır bir şekilde anlattılar.
Şefkatin merhametten daha kıymetli olduğu, çocukların içlerindeki koskoca yoksulluk yarasını gösteren bir edebiyat bıraktılar. Yalnızca birer öyküleri ne demek istediğimi anlatmaya yetiyor aslında. Sadece adlarıyla bile her şeyi anlatan iki demir leblebi öykü: “Yatak” ve “Çikolata”.
Yaşar Kemal’in 1955’te yayımlanan Sarı Sıcak adlı kitabında yer alan “Yatak”, okumaya ve yatacak yer bulmaya çalışan iki çocuğu anlatır. Köyde zar zor geçinen dul annelerinden uzakta, şehirde yatacak yerleri olmaksızın okuma mücadelesi içindeki iki çocuk…. Ortaokula giden çocuklardan biri yasaklanana kadar geceleri fabrikada çalışır. Diğerinin umudu parasız yatılı sınavını kazanmakta. İstasyonda, sıtma ağaçlarının altında uyumaya çalışırlar geceleri. Okuldaki saatleri ise ortada kalan yataklarından olmak endişesiyle geçer. Dersteyken ola ki yağmur başlarsa çocuklardan biri hemen fırlar, damdaki yataklarını saçağın altına çekmeye koşar. Bir arkadaşlarının onlara tek odalı evlerinin damını açmasıyla umutlu günler başlar. Yağmurlar başlayana dek “Damın üstünde bir ev sıcaklığı, bir baba ocağı sıcaklığı...” Soğuk gecelerdeki ışıltılı gökyüzü umudu artırır. Ne de olsa “Sabahlar karanlıklardan sonradır.” Derken “bir kara çul gibi, kapkaranlık Çukurova yağmurları...” gelir.
Yaşar Kemal’in çocukları acınası durumda değildir. O böyle anlatmayı tercih etmez. Onların duygusal savruluşlarıyla ilgilenir Yaşar Kemal. Saçak altında yattıklarında onları elâlemin görmesinden duydukları utancın, ayak sesleri kesilmeden yorgan altından çıkılamayan günlerin altını çizer. Hiçbir şey belli olmasın diye çıpıldak su içindeki yataklarında uyumak zorunda kalışlarını, hor görülmeye direnmelerini yazar. “Yatak”, utanmak belasının çocuklarda açtığı yaranın ismidir.
Orhan Kemal’in 1963 yılında yayımlanan kitabı Dünyada Harp Vardı’da yer alan “Çikolata”, imrenmenin küçük bir kızın iç dünyasını nasıl hırpaladığını anlatır.
Bir şekerci vitrinin önünde dikilen üç çocukla başlar öykü. Kamyon şoförünün kızıyla oğlu biriktirdikleri parayla uzun zamandır hayalini kurdukları rengârenk kâğıtlara sarılı çikolatalardan alacaklardır. Yoğurtçunun hiç çikolata yememiş kızı ve iki kardeş arasında bir çekişme başlar. İki kardeş bir şeye sahip olabilmenin üstünlüğüyle hava atarcasına sohbete girişirler. Yoğurtçunun kızı ise imrenmekle beraber ezilmemeye, hiç çikolata yemediğini karşısındakilere belli etmemeye kararlıdır. Hikâyenin sonunda yoğurtçunun kızı aldıkları çikolatayı yiyerek uzaklaşan kardeşleri görmemek için gözlerini yumar. Tam yoluna gidecekken kaldırımda yenmiş çikolatanın kâğıdını görür. Top yapılmış kâğıdı ayağıyla kimsenin onu göremeyeceği bir yere varana dek sürükler ve kâğıdı açıp yalar.
Toplumsal adalet eksikliğinin talihsizlik olarak adlandırıldığı Türkiye’de çocukları da birey sayan, onların iç dünyalarıyla ilgilenen Orhan Kemal ile Yaşar Kemal’in edebiyatına her zaman ve daima muhtacız.