Çocukların kurtarıcısı ve kullanıcısı olmaya soyunan her düzen poz verip bir fotoğraf albümü oluşturur. Bu albümde yer alan fotoğrafların planlanmış peyzajlarında çocuklar kullanılır. Ne yaman ironi. Çocukların ve çocuk dünyasına ait unsurların nesneleştirilmesiyle yapılan bu peyzaj, aslında bizlere en çok kimin payının elinden alınacağını gösterir.
Felaketlerden sonra bir fotoğraf albümü oluşturulur. Tıpkı seçimlerden önce oluşturulduğu gibi. İkisinin de en iç acıtıcı yanı, fotoğrafların planlanmış peyzajlarında çocukların kullanılmasıdır.
Bu fotoğraflar ekranlarda, koca koca reklam panolarında, medyanın her alanında akıp gider. Gözlerimizin önünde haftalarca hatta aylarca sürer bu akış. Tıpkı 6 Şubat’tan bu yana olduğu gibi. Çocukların ve çocuk dünyasına ait unsurların nesneleştirilmesiyle yapılan bu peyzaj, yaklaşan seçim sebebiyle ara vermeksizin seçim kampanyalarının görselliğinde de belirecek maalesef.
Çocuklar üzerinden yükselen bu politik inşa, merhamet öyküleriyle gerçekleri saklamaya yardımcı oluyor ve çocuğu geleceğin simgesi olarak kullanırken bir fona dönüştürüyor.
Ne yaman ironi. Çocuklarla yapılan peyzaj aslında bizlere en çok kimin payının elinden alınacağını gösteriyor. Üstelik bugünü ve geleceği daha en başından sakatlıyor. Hakkı gasp eden kişilerle kurulacak bir gelecekten ne bekleyebiliriz? Siyasetlerini bu peyzajlar üzerine kuranların vaat ettikleri koca bir geleceksizlikten başka ne olabilir! Bir gelecek tahayyülü olmadığından ve geçmiş de çoktan geçip gittiğinden elimizde kalan tek şey şimdi. Sıkışmış, kıstırılmış bir ruh hali içinde kıvranıp durmamız bugün bundan.
Çocuğu birey olarak görmeyen, onun haklarına, haysiyetine el koyan, iç dünyasını ezip geçen ve neredeyse her alanında istismardan bahsedebileceğimiz bir düzen. Eğitimde, edebiyatta, yaşamda, ailede... Çocuk dünyasının her ihtiyacı ya da her unsuru ise ancak ticaretin büyük gelir kapısı olarak var oluyor. Nasıl en etkili şekilde söylemeli. Belki de dümdüz: Çocuklar yetişkinlerin ihtiyaçlarını karşılayan nesneler değildir.
Siyasete hizmet eden bir istismardan bahis açarak yazıya başladım ama şunu da unutmamak gerekir; çocuklara zarar veren toplumsal çocuk algısı ve pek çok politik düzenleme (belki de düzenlememe) değişmedikçe bu istismar düzenini bozmaktan bahsedemeyiz.
Çocuklar mevzu bahis olduğunda onları sadece korumaktan bahsedemeyiz (ki burada korumaktan bahsetmek bile imkânsıza yakın), asıl olan onların kendilerini de etkileyecek kararlara katılabilecekleri hayatı tesis etmek. Bunu yapmadıkça toplumsal değişim beklemek safça olur.
Çocuğun eksik yetişkin görülerek tüm haklarının elinden alındığı bu düzende, çocukların hakları için mücadele edenler sayısız engelle boğuşuyor, aile değerlerine karşı olmakla suçlanıyor. Diğer yandaysa poz verenler var.
Çocukların kurtarıcısı ve kullanıcısı olmaya soyunan her düzen, poz vermekle meşgulken bir terimi hatırlamalı ve onu daha çok tartışmalı. “Çocuk düşmanlığı.”
Elisabeth Young- Bruehl’in Çocuk Düşmanlığı kitabını (Aksu Bora çevirisi, İletişim Yayınları) bu yazının sonuna bir okuma önerisi olarak iliştireyim. Bruehl, çocuklara karşı önyargıyı tanımlayan bir terimi, bir kelimeyi dağarcığımıza katıp onun tarifini yapıyor. Siyasilerin kullandığı dilde, ailede, okulda, hayatta karşılaştığımız “çocuk düşmanlığı”nı ve diğer ayrımcılık biçimleriyle arasındaki ilişkiyi göstermeye çalışıyor.
Elisabeth Young- Bruehl’e göre, “yetişkinlerin desteklediği bir çocuk özgürleşmesi, ancak çocuklara karşı önyargının daha bütünlüklü bir analizinin geliştirilmesiyle” mümkün.
Doğal, umutvar ve sevecen iddiasını taşıyan, çocuğu peyzaj malzemesi yapan fotoğrafların, görüntülerin yapaylığını sorgulamanın ve yol açtıkları hak ihlallerini fark etmenin tam zamanı. Şimdi değilse ne zaman! Hatırlarsanız şimdide kıstırılmıştık.
Hamiş: Yeri gelmişken,çocuk hakları alanında çalışma deneyimi olan gönüllülerden oluşan Afet-Çocuk Sivil Koordinasyon Ekibi deprem sonrasında kıymetli birçok çağrı yaptı. Deprem haberlerinin çocuk hakları temelli bir habercikle verilmesine yönelik çağrı ve daha fazlası için: afetcocukkoordinasyon.org