Yüksek bir kule vardı, toprağın çizgilerini seyretmek için. Tamamı görünmüyordu kuleden, uçağa binmek lazımdı. Çok paraydı ama, yüz dolardı o günlerde. Biz bir aydan fazla yaşıyorduk o parayla Peru’da. Kuleden de görünüyordu zaten Nazca çizgileri ve bedavaydı. Çöl ülkenin avuç içi gibiydi, her şeye yorumlanabilen bir kader çizgisi. Kimine göre tanrılar çizmişlerdi bunları, kimine göre İnkalar. İnsanın kaderine benziyordu yani öykü. Hangi kuleden baktığına bağlıydı kader…
Lima’da 3-4 gün önce yanımızdaki bir evi basmıştı polis. Öldürdüklerini sürükleyerek dışarı çıkardılar. Maskeleri vardı öldürenlerin yüzlerini saklayan ve insan öldürme ruhsatına sahiptiler. Alıp götürdüklerinde yerde kan izleri kaldı. ‘Tupoc-Amaru gerillasıydı galiba onlar’ dedi arkadaşlar. Kimseye soramadık. Çünkü kimse kimseye bir şey soramıyordu. Hiç böyle bir şey olmamış gibi davranıyorduk.
Kan izleri duruyordu ama…
-Arjantin’de bir kadın anlatıyordu. La Plata’da üniversiteye gidiyorlardı. 30 bin kişinin kaybedildiği günlerdi. Bir gün, bir arkadaşları gelmediğinde, hiç kimse başkasına bir şey sormuyordu. Yeri boş duruyordu bir süre. Birbirlerinin gözlerine bile bakamıyordu geride kalanlar. Gözler ele verir diye düşünüyorlardı. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlardı.-
Biz kuledeyken tepemizde küçük bir uçak dolaşıyordu. Çift motorlu. Tanrıların izlerinin peşinde uçuyorlardı. Bu gizemi, en azından izleyecek kadar meraklı, yüz dolar verebilecek kadar paralıydılar.
Peru’da Japon kökenli Fujimuro’nun sivil diktatörlüğü vardı. MRTA- Tupoc Amaru gerillaları Japon elçiliğini basıp rehineler almışlardı o günlerde. 4 ay sürdü işgal. Rehinelerle dost olan gerillalar, futbol maçı yapıyorlardı birlikte. Sonra hiçbir rehineyi vurmadılar. İçeri giren polisler, onların hepsini vurdu. Teslim olanları da. Şimdi cezaevinde Fujimuro, yolsuzluk yapmaktan ve cinayetlerden filan. Kızı parti kurup seçimlere katılıp duruyor. Bayağı da oy alıyor, hiçbir şey olmamış gibi.
Uçak biraz ileri indi. İçindekiler, kuleye doğru yürüyorlardı. Kendi havalandırdıkları kumlara bulandılar bir süre. Halbuki pervaneler dönmekten vazgeçmişti bile. Sonra kuleye tırmandılar, sanki uçaktan bakan onlar değilmiş gibi. Çizgilere bir de kuleden bakıp, omuz salladılar. Boş bir turist gülümsemesi ile selamladılar bizi. Her şeyi biliyormuşuz gibi baktık biz de onlara, inat. Böyle bakınca ‘Tam anlayamadık’ dedi içlerinden biri. Saçları uçağın pervanesinden dikti hala. Nereden baksalar anlayamayacaklardı bu kaderi. Bakmak ve görmek arasında bir farktı bu.
Ülkede kan izleri duruyor halbuki...