2016 kötü başladı: 10 Ocak’ı 11’e bağlayan gece David Bowie öldü. Gözümü açtığımda twitter üzerinden aldığım habere öylece bakmış, şunu yazmıştım: “En son ‘Zeki Müren öldü’ haberine böyle salak salak bakmıştım. Televizyon açıktı, elimdeki işi bırakıp boş baktığımı hatırlıyorum. Böyle.” Bu sabah, Açık Radyo’daki programımı dinlemek üzere uyandığımda, aynı şey başıma geldi. Cohen haberini aldığımda, yine boş baktım ekrana… O kadar ki, programımı dinlemek üzere radyoyu açmayı unuttum. Dün kaydedip gönderdiğim, yayın esnasında dinlemediğim ilk program olarak tarihe geçti. Dilerim, son olur.
10 Kasım, ortak acımız. Yıllardır çalan sirenler, bir halkın “bir”leşmesinin simgesi. Arada çatlak sesler çıksa da böyle bu. Bu yıl itibariyle, günün tarihine şöyle bir not düşmek gerekecek: 2016 yılında, 10 Kasım’ı 11’e bağlayan gece, Leonard Cohen öldü. 82 yaşındaydı. Bir halkı değil ama sevenlerini “bir”leştiren cümle bu –ki seveni öyleydi zaten. Cohen sevenlerin birbirini sevmemesi gibi bir şey söz konusu değil. Olamaz. Şarkılarıyla, sözüyle, hikâyesiyle birleştirir Cohen. Turnusol gibidir: Biriyle yan yana geldiğinizde, ortak sohbet esnasında, Cohen bahsi açıldığında yaşanan, “sonrası” hakkında fikir verir. İnsanların “turnusol”ları vardır. Misal, Sezen Aksu’nun “Kış Masalı” şarkısını seveni sevmemezlik edemem. Sevmek ne kelime, bağlanırım bile. Cohen de öyledir benim için. Seveni koşulsuz severim. Arızalar çıkarsa görmezden gelirim.
Az önce, “Cohen birleştirir” dedim. “Birleştirirdi” demeye dilim varmadığından… Öyle olacak çünkü: Cohen, her zaman turnusol olarak kalacak. Soru şu: Leonard Cohen ölür mü? Eskiler, “bir insan, adının söylendiği son gün ölür” derler. Cohen adı dillerden düşmeyecek, sonsuza kadar yaşayacak. Bundan eminim. Şarkıları bize, bizden önceki kuşaklara dokundu; sonrakilere de dokunacak. Dün yazılmış gibi dinleyecek onları kimileri. Kimi onlardan güç alacak ve hayatının merkezine yerleştirecek. Bunlar güzel ama fena olan şu: Yeni Cohen şarkılarından mahrum bir dünya çok eksik kalacak.
Son Cohen albümü, “You Want it Darker”, 21 Ekim’de yayımlandı. Daha ona doyamadan Cohen aramızdan ayrıldı. “Artık ölmeye hazırım” cümlesini yakın zamanda kurmuştu Cohen. Tıpkı Bowie gibi, hazırlandı, son “iş”ini vasiyet gibi önümüze koydu ve gitti. Şarkılarını –ki yol göstericimizdi– her dem cebimizde taşımaya devam edeceğiz.
Sadece şarkılarını mı? Kitaplarını da elbette… Beni ben yapan kitaplardan biri, küçücük bir Cohen kitabı. Pek bilinmez ama, memlekette yayımlanmış ilk müzik kitaplarından biridir bu: Çizgi Yayıncılık tarafından basılan, Yaşar Akşahin ve Metin Celâl’in birlikte hazırladığı 64 sayfalık bir “sözler” kitabı. Bundan tam 31 yıl önce, Kasım 1985’te basılmış. Merih Akoğul imzalı kapak düzeniyle kitaplığımı dolduran, şarkıda söze dikkat çekmemi sağlayan bir “öğretmen” aynı zamanda…. Giriş cümlesi biraz havalı olmakla birlikte hislere tercüman: “Bazı müzisyenler vardır, kişilerin onlara alışmaları belli bir zaman alır. Bir kere işitirler, daha sonra yineledikçe onları ya beğenir ya da beyinlerinin bir köşesinde sadece bir yer vererek düşünsel tavanaralarında tozlanmaya terk ederler. Bir diğer müzisyen tipi de kişi dinlemek bir yana ilk işittiğinde ona çarpılır, yıllarca tanıdığı bir dostuymuş gibi kalbinde ona bir yer verir. Leonard Cohen, işte bu ikinci tur müzisyenler grubuna girer. Öyle ki onun bir tek parçasına kalbinde yer açan biri peşini hiç bırakmaz.”
Cohen’le tanışmam ne zaman hatırlamıyorum ama beni benden alan ilk şarkısının “Famous Blue Raincoat” olduğunu biliyorum. “It’s four in the morning, the end of December” dizesini duyduğum an vurulduğum şarkıdır. Yukarıda söz ettiğim kitapta elim bir hata var aslında: Hazırlayan, başlangıç dizesini “It’s tour in the morning, the end of December” olarak algılamış ve şöyle çevirmiş: “Geceleyin bir gezidir bu, Aralık’ın sonunda”. Neresinden tutsanız olmuyor aslında: Sabahı gece algılaması bir yana, “tour/four” karışıklığı, şarkının canına okuyor aslında. Yine de bu küçük hatanın sevimli olduğunu düşünüyorum ben. İyi niyetle hazırlanmış bu kitabı, belki de bu yüzden seviyorum.
Liseden üniversiteye geçtiğim yıllarda, müziğiyle birlikte kalemiyle de tanışmıştım Cohen’in. Bu küçük kitap başucumda yıprandı ama asıl, İmge tarafından (Nezih Onur’un çevirisiyle) basılan “Görkemli Kaybedenler” beni sarstı. “Beautiful Losers”ı bu şahane isimle çevirmenin güzelliği bir yana, Leonard amcanın anlattıklarına vuruldum. Şarkılarını bir kere daha sevdim. Sonra kasetlerini aldım, döne döne dinledim, dinlerken koparttım.
Yıllarca konser albümleri başucumda durdu ve bir Cohen konserine gitmenin hayalini kurdum. Hayalin gerçeğe dönüştüğü tarih, 6 Ağustos 2009. En parasız günümde, kuruş biriktirerek ve son dakikada aldığım biletle Açıkhava Tiyatrosu’nun yolunu tuttuğumda, dünyanın en mutlu insanıydım. Herkes tanıdıktı: Selam vere vere yerime ilerlerken, yaşayacağım şeyin bu denli “görkemli” olacağını bilmiyordum. Tam saati geldiğinde, “Dance me to the End of Love”ın ilk notaları duyulduğunda çarpmaya başlayan kalbim, konser sonuna kadar ritmini bozmadı. Bir aşk haliydi bu ve ben buna şahit olduğum için çok mutluydum. Kalbimin yerinden fırlayacakmış gibi çarpmasına sebep şarkı, elbette “Famous Blue Raincoat”. Konserin sonuna doğru söylediğinde, o saate kadar içimde tuttuğum gözyaşlarıma engel olamadım. Mealen şöyle bir şey söylediğini hatırlıyorum, konserin başında: “Bir daha yolumuz buralara düşer mi, bilmem. Bunun için, bu akşam, sahip olduğum her şeyi önünüze sereceğim…” O Ağustos gecesinde Cohen çıkınını açtı ve bizi mutlu etti. Sahnedeki tavrı, kalenderliği, bilgeliği, orkestra elemanlarına duyduğu saygı ve onları takdimdeki inceliği, neden Cohen sevdiğimizi bir kere daha gösterdi o gün bize. Her soloda, yapan müzisyenin yanında, üstünden hiç çıkartmadığı ceketini iliklemek ve şapkasını göğsüne bastırmak suretiyle yaptığı saygı duruşunu unutmamız mümkün değil. Sekerek sahneye gelişini de…
Leonard Cohen, 21 Eylül 1934’te doğdu. 21 Ekim 2016’da, on dördüncü solo albümünü çıkarttı. Toplama albümleri, efsane konserleri, kitaplarını da dahil edersek, her dem başucumuzda duracak şahane bir külliyata sahip olduğumuzu fark ederiz. Cohen, en sevdiklerimizden biriydi, öyle kalmaya devam edecek.
2016 kötü başladı. Önce David Bowie gitti. Arada güzel şeyler oldu, hayat kötüye giderken kişisel tarihim açısından en şahane karşılaşmalardan birini yaşadım belki ama yıl kötü bitiyor: 2016, Leonard Cohen’i aramızdan aldı. Ölmeyecek gibi yaşamış, ölmeyecek gibi yaşlanmıştı. Gitti. “Bu son olsun” demek geçiyor içimden ama yazık ki son olmayacağını biliyorum. Cohen, yüreğimizin tam da orta yerine bir kaya kütlesi bırakarak gitti. Uzun bir süre kalacak bir kütle bu. Şarkılarıyla eriyecek belki ama tortusu hep canımızı yakacak. Haberi aldığım andan beri süren şaşkınlığım ve bunu canımdan/kanımdan birinin gidişi gibi hissetmem, biraz da bundan.