Uzaklarda ama çok uzaklarda bir ülke varmış. Dağları kocaman, yeşillikleri eşsiz, denizleri masmaviymiş. Ülkede herkes çok ama çok mutluymuş. Eğitim seviyesi muasır medeniyetlerin üst çıtasını belirliyormuş. Bu ülkeyi görenler ayrılmak istemiyor, görmeyenler ise kıskançlıktan kendini bir oraya, bir buraya atıyormuş. Şartlar bu kadar iyi, ülke bu kadar modern olunca insanlar da hem istedikleri meslekleri yapıyor hem de kendilerini spora veriyormuş. Bu çok ama çok uzak ülkede spor yapmayan bir tanrının kulu yokmuş. Yapılmayan spor ancak keşfedilmemiş olabilir. Aksi mümkün sınırlarının dışındaymış. Bu kusursuz ülkede siyaset, gündelik hayat, spor gündemleri sakin ve sürprizden uzakmış.
Günlerden bir gün önce yavaş yavaş siyaset rayından çıkmaya başlamış. Su o kadar yavaş kirleniyormuş ki içindekiler anlayamıyor, dışındakiler ise nasılsa temizlerler diye düşünüyormuş. Lakin öyle olmamış. Su kirlenmeye, içinde yaşayanlar bu kirle yaşamaya alışmışlar. Siyaset suya dışkısını bıraktıkça önce gündelik hayat şirazesinden kaymış, sonra spor. Ama dedim ya, farenin kulağı üflemeyerek ısırması gibi kimse durumu anlayamamış. Eskiden normal olan unutulmuş, yeni ülke normları normalin kendisi olmuş.
Siyaset liyakatsizlikle, gündelik hayat katıksız bir bencillik ve bireysellikle, spor ise başarıyla açıklamaya başlamış kendisini. Dolaysıyla dağlar küçülmeye, doğa kirlenmeye, denizler kokmaya başlamış. Medeniyet artık bir üniversite adı olarak kalmış.
Ama insan hafızası bu. Hepten silemiyorsun. Bir anı, geçmişe götürüyor insanı. ‘Ah’lanmaya ‘vah’lanmaya başlıyorsun. Nerede o eski bayramlarla başlıyor sohbet, ne güzel günlerde o eski günler peşi sıra takip ediyor.
Takdir edersiniz ki bu hayal ürünü ülkenin Türkiye’yle pek alakası yok. En azından öyle duruyor. Türkiye’de tarihin hiçbir zamanı refah seviyesi kıskanılacak duruma gelmedi. İnsanlar ne hep istedikleri işlerde çalışabiliyordu ne de herkes sporla iç içe bir yaşam sürüyordu. Ama bundan sonrası tam bir Türkiye gerçeği. Su kirlendi, biz fark etmedik, elimizdeki mutluluklar da birer birer uçtu gitti. Hayat zor, spor dünyası ise spor demeye bin şahit ister hale geldi. Başarı da başarı diye inler, sporun ruhunu, kültürünü dokuz köyden kovar hale geldik.
Ama o geçmişi hatırlatan anılar var ya, işte Zeljiko Obradoviç öyle bir hafıza tazelemesi yaşattı bize. 7 sene önce girmişti hayatımıza. Fenerbahçe basketbolunun başına nasıl gelmişti kim bilir? Ama ülkede basketbol oynandığını dosta düşmana duyurmayı başardı. En son bu rüzgar, Efes daha Anadolu değil Pilsen’ken, Koraç Kupası’na giden taşları bir bir döşerken, velhasılıkelam Spor Sergi Saray’ı ruhunu bize hatırlatırken yalamıştı yüzümüzü.
Aydın Örs’ten Zeljiko Obradoviç’e uzanan büyük bir boşluk var gibiydi sanki. O günden bugüne futbol baskınlığı sporsuzluk kültürümüzün ateşimize sürekli odun attı durdu. Ama hiç durmadı. Obradoviç, sadece üfledi bu ateşe. O üfledikçe biz ateş sönsün istedik. meğer aslında ateş harlanıyormuş.
7 sezonda, 24 önemli organizasyona takımını taşıması yetmedi başarı başarı diye inleyenlere. Bu kupaların 17’sinde final görmüş olması da vız gelip tırıs gitti. 10 şampiyonluk elde etmiş olması mı? Hava cıva. (İntihal adresi Fatih Dilber’in sosyal medya adresi) Eurolig gibi Avrupa’nın en iyi basketbol takımlarını toplayan bir organizasyonda şampiyon olmuşsun da kime ne?
Önemli olan her sene başarılı olmak. Yoksa basketbol, dolayısıyla spor kültürüne katkıda bulunmuşun, dev ekranlarda küçücük çocukların sokaklarda caddelerde basketbol izlemesine olanak sağlamışsın, tarihin görmediği başarıları ülkeye getirmişsin ne gam. Spor bu ya ayağın tökezlediği anda, "tez vurun kellesini" korosu şarkısını en üst perdeden söylemeye başlar. Seni yönettiğini sananlar da ister bilerek ister bilmeyerek amfinin sesini açar.
İşte o anda suyun aslında ne kadar kirliği olduğunu bir kez daha fark ederiz. Evet efendiler. Bu ülkede artık eski değil yeni, paylaşımcı değil bencil, güzellik yaratan değil başarı sağlayanlar geçer akçe. Peki bu su nasıl temizlenecek? Birey birey hepimiz bir damla bile olsa temizlemeye inandığımız zaman.
NOT: Bunca övdüğümüz Obradoviç’in de hataları yok değil. Kendi oyuncusuna fiziki şiddet uygulaması, bu sezon da canlı şahit olduğumuz üzere takımına küfretmesi, varsa kişiliğindeki başka problemler, yazının ana fikrinde bir değişiklik yaratmaz. Sadece bunları da eleştirerek durumu analiz etmemizi sağlar.