Büyük, önemli, akıllı, dünyayla ilgili bir işadamı, ülkesinin köylülerine dışkı yedirdiği için devletini mahkum ettirmiş birini “Güvenlik amiri” olarak işe alırken, amirin amiri “Paşa” ısrar etmiş olsa bile, hiç mi araştırmazdı! Diyeceksiniz ki, “Ya zaten biliyorsa!” İşte o zaman çok fena.
Ülkenin her köşesinde ekmeğini ya boyun eğerek ya boynunu dikleştirip direnerek, kazanmak bir yana, kaybetmemeye çalışanlar var. Milyonlarca insan, geleceğe hatta bugününe değil, sadece o an’a tutunup ayakta kalmaya uğraşıyor.
Seçtikleri, emanet edildikleri, özendikleri, kahramanlaştırdıkları, öykündükleri birtakım şahsiyetler ise, ülkeyi onların ellerinden almış, aralarında itişip kakışıp paylaşıp kemiriyorlar.
Siyasetçi oluyor, bürokrat oluyor, eski-yeni güvenlikçi oluyor, işadamı oluyor ve ille de “Yeraltından Notlar” ve notalar da orkestrayı tamamlıyor!
Tek bir isimden oklar çıkararak bir kalemde ulaşılıp yazılabilen isimlere bir bakın:
Tek isim:
Levent Göktaş.
Eski Özel Kuvvetler Albayı, Avukat, firari.
Bir şekilde ilişkisi olmuş kişiler:
Devletin en derin birimleri: E. Albay, ordudayken operasyondan operasyona
Necip Hablemitoğlu: E. Albay onu öldür(t)mekle suçlanıyor!
Yaşar Baba: Her kimse artık, E. Albay’ın onun vasıtasıyla cinayet siparişi verdiğini Sedat Peker iddia ediyor.
Sedat Peker: Yukarıdaki açıklama.
Nihat Özdemir: Bir ihaleye fesat suçlamasında, E. Albay’ın “dinlemeler”i dinleyip kendilerine ve dinlenenlere ulaştırdığı dava konusu olmuş.
Ergenekon: Bu isimle açılan davalar ve hapisler çerçevesinde, E. Albay da cezaevi ve tahliye yaşıyor.
Bazı gazeteciler: E. Albay’ı öven yazıların ünlü imzaları.
Emekli askerler: E. Albay’ın Özel Kuvvetler’den ekibini “sivil harekatlar”da da kullanması.
Sezgin Baran Korkmaz: Avusturya’dan ABD’ye iade edilen “karışık” ve şimdi adı etrafında hakikat ile yalan karıştırılan işadamıyla büyük bir şirkette kaptığı hisselerin iadesi müzakereleri.
İnan Kıraç: Göktaş’ın avukat tayin edildiği o müzakereler sonucunda şirketin “kaçırılan” hisselerinin geri dönüşü.
20 yıl önceki önemli bir cinayetin faili olarak 20 yıl sonra aranmaya başlanan Göktaş (Hablemitoğlu suikastı sırasında emekli değildi), 20 yıllık AKP iktidarı boyunca, cezaevi de dahil, çok yere girmiş çıkmış.
İnsan, kimileri çok titiz olan işadamlarının, onca danışmanları varken, bu tür “çok fonksiyonlu” şahıslardan nasıl olup da hiç araştırmadan yararlandığını merak ediyor.
Size o zaman bir anı-vaka anlatayım:
Türkiye’nin önemli bankalarından ve market zincirlerinden birine de sahip bir grup ve patronu olan “parlak bankacı” işadamı, marketler zincirinde “Veli Paşa”yı görevlendirmişti.
Yönetime girmişti Veli Küçük.
Türkiye’de “derin devlet, Susurluk” ve sonrasında “Hrant Dink’in kuşatılması” gibi çeşitli vesilelerle şöhretli olmuş “Paşa.”
İnsan şaşırıyordu tabii, nasıl oluyor da böyle oluyor, diye.
Sonra bir gün bana şöyle bir bilgi, daha doğrusu tüyo geldi:
Lütfen, bankanın güvenlik amiri kim olmuş, bir bakar mısınız?
Ben bankalara genellikle “içeride hedef manyağı yapılmış çalışanlar”a manevi zulmü anlamak, anlatmak için bakıyordum ya; dikkatlice bakınca “Amirim”i de gördüm.
Aaaa, kim çıktı dersiniz?
Emekli albay olan banka güvenlik amiri, Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde ilk mahkum ettiren devlet görevlisi unvanını taşıyordu. Hala da öyle tabii.
Sebebi ise, Ocak 1989’da Cizre’de Yeşilyurt köylülerine “dışkı” yediren komutan olmasıydı.
Gençler belki bilmiyordur. Daha yaşlılar ise ya ilgilenmemiş ya unutmuş olabilir:
Doğru. Köylüler köylerinde sorgulanırken, bazılarına zorla dışkı yedirilmişti. Hatta tanıklıklara göre, bir oğul babasına dışkı yedirmeye de zorlanmıştı.
(Olayı bölgeye gitmiş gazeteci Celal Başlangıç öğrenmiş, yazdığı haber Cumhuriyet’e önce sansürlü girmiş, sonra SHP’nin “hakiki ve hakikatli” milletvekili rahmetli Cüneyt Canver’in onu korumak için eşlik etmesiyle, ikinci kez köylülerle görüştükten sonra, haber ayrıntılı biçimde Cumhuriyet’te yayınlanmıştı.)
Büyük, önemli, akıllı, dünyayla ilgili bir işadamı, ülkesinin köylülerine dışkı yedirdiği için devletini mahkum ettirmiş birini “Güvenlik amiri” olarak işe alırken, amirin amiri “Paşa” ısrar etmiş olsa bile, hiç mi araştırmazdı!
Diyeceksiniz ki, “Ya zaten biliyorsa!” İşte o zaman çok fena.
“Sınıf savaşı”nın öteki yüzünde bu var. Liberal geçinen kimilerinin derin devletçiliği, 12 Mart ve 12 Eylülcülüğü…
Muhafazakâr geçinen kimilerinin de, yoksullara öteki dünya vaazı verirken, bu ülkeyi yağmalarken, derin devlet ve yeraltı unsurlarıyla sıkı fıkı olması!
Peki siz halktan, sıradan, sokaktan, mütevazı hayattan denen biriyseniz ne yapacaksınız?
Bunlara yazılmak, bunların karşısında ezip büzülmek midir çocuklarınıza vaat edeceğiniz haysiyetli ve hakkaniyetli hayat?
Yapmayın, vallahi değildir.
Not: Bu “dışkı-bank” olayını yazdığımda, gazetecilik camiasından hemen hiç kimse “Ya bu haberdir” deyip üstüne gitmediği gibi…
Bugün hasta haliyle iktidara aşk ilan edip duran “dua-yen” bir gazeteci abimiz, ama çok sıcak ve kibarca, “Yazmamanı rica ediyorlar” demiş…
Hiç beklemediğim bir yer ve kişiden ise, gazeteleri üzerinden (başka bir konu bahanesiyle) bana yaylım ateş açılmıştı. Onun sebebini sonradan çözdüm ama artık önemi yok!