14 Mayıs Pazar sandığa gidiyoruz, o gün geldi. Son yirmi yıldır değişim beklentisinin bu kadar yoğun olduğu ve sessiz sedasız büyüyen tedirginliğin bir o kadar yaşandığı bir süreci deneyimlememiştik. Sadece Türkiye açısından değil, farklı kıtalardaki farklı ülkelerde post faşist rejimler idaresinde ya da post faşist hareketlerin iktidara ortak olacak kadar güçlenmesi korkusu içinde yaşayan nüfuslar bakımından da dikkatli biçimde izleniyor 14 Mayıs seçimleri.
Bu, pazardan önceki son yazım. Seçimlere dört gün var. 2017 yılında, Mülkiye’den Kanun Hükmünde Kararname ile ihracımın ardından Ali Duran Topuz’un önerisiyle başladığım ve neredeyse altı yıldır süren köşe yazma serüvenimde seçim hukuku, kuralların belirlenme biçimi, kuralların içeriği, seçimin idaresine ilişkin sorunlar üzerine çok yazı yazdım. Erdoğanizmin niteliği, kullandığı olağanüstü iktidar teknolojileri, kurumsuzlaştırma ve kuralsızlaştırma pratikleri, kamu gücü kullanan kişilerin yasanın dışına çıkma biçimleri ya da kamu gücü kullanmaya yetkisi olmayan çetelerin yasa dışı eylemlerinin cezasız bırakılması üzerine düşündüm, düşündüğümü aktarmaya çalıştım. Emekçilerden, çalışan nüfustan gasp edilenleri, işçi canının hiçe sayılmasını, meslek sahiplerinin itibarsızlaştırılmasının sonuçlarını, Erdoğanizmin ‘millet’inin dışında kalan fırıncısından akademisyenine kadar geniş bir kitleye terör yaftasının yapıştırılması, halkın bir kısmının sürekli bir kısmına karşı düşmanlaştırılması üzerine kafa yordum. Olağanüstü yargı teknolojileriyle içerde onlarca aydır cezaevinde tutulan Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Selçuk Kozağaçlı gibi yüzlerce insanın neden tutsak olduğu hakkında söz söylemeye uğraştım. Daha 2004 yılında Pamukova’dan başlayarak sermayeyi insan canından çok daha kıymetli tutan “proje”leri, köylünün gücü kırılarak toprağının sermayedarın rantına açılmasını, inşaat rejiminin yarattığı yıkımı kaybettiğimiz canları, devletin çekildiği eğitim, sağlık alanlarının nasıl doldurulduğunu, savaşa yığılan ekonomiyi…
Biten dönemin son yazısında bir bilanço çıkarmak niyetinde değilim. Bugün buna harcamak istediğim gücüm de o bilançoya yetecek sayfa da yok. 15 Mayıs’ın ardından temiz, ferah, içinde gün ışığı da olan bir nefes aldığımızda ilk işimiz bilançoyu toparlamak olmalı. Çok uzun sürmüş bir kış, bir günde bitmeyecek, değişimi vaat eden iktidar adaylarının demokratik kanalları ne kadar açacağı da bir mücadelenin sonucunda belirlenecek, bu da 15 Mayıs sonrasının konusu. Bugün 14 Mayıs 2023 için yazmak istiyorum.
Yirmi bir yıllık süreçte; hukuksal, geçimsel, sosyal ve kurumsal güvencelerimizi elimizden almakla kalmayıp kendisinden önce mücadele ettiğimiz tüm demokrasi dışı aygıtları konsolide ederek kendine bağlayan ve devlet aygıtını tamamen ele geçiren bir tek parti iktidarının, iktidarı barışçıl biçimde devretmesinden bahsediyoruz. Bu kendi başına büyük bir olay. Olağan bir burjuva demokrasisinde bulunması gereken en temel siyasal hakların gasp edildiği; siyasal katılımın, bağımsız yargı denetiminin ve özgür medyanın olmadığı bir ülkede insanların elinde bırakılmış tek güç olan reyleri ile rejimi değiştirmeye yeltenmeleri, buna inanmaları ve sahip çıkmaları büyük bir olay.
Seçimlere katılımın çok yüksek olacağını tahmin etmek zor değil, asıl üzerinde durulması gereken her bir seçmenin kişi olarak ‘rey’ini bu kadar önemsediği bir seçimle henüz karşılaşmamış olmamız. 14 Mayıs’tan sonra uzun uzun konuşulması ve demokrasinin geleceği bakımından da değerlendirilmesi gereken ‘rey’in iktidarın denetiminin tek aracı haline getirilmesinin sonucu olduğu kadar siyasal rejimin zorladığı özgün bir durumla karşı karşıyayız. Hayatında vereceği oy üzerine hiç hesap yapmamış milyonlarca insan parlamentoda mevcut rejimi sonlandıracak adayları Meclise gönderecek en rasyonel tercihi bulmak için hesaplar yapıyor. Artık mesele sadece reyine sahip çıkmak değil, reyinin işe yarayacağına inanmak. İnsanlar, baharı arzuluyorlar, değişimi istiyorlar. Rey’in aşırı rasyonelleşmesi bir yandan da bahar döngüsünün geldiğine; eşyanın tabiatının elinde sopasıyla çok kudretli görünen diktatörlerce dahi bozulamayacağına dair inanca işaret ediyor. Erzurum’da, Sakarya’da yaşananlar bu ülkede ilk değil ve bunların kaybedenlerin başvurduğu yollar olduğunu defalarca deneyimledik. Bu seçimi, Fethullahçılardan öğrenilen kaset siyaseti, yalancı afişler, bütün bir memleketin üzerinde sopa sallayan seçim kampanyaları, seçim yönetimini sakatlamaya dönük hamleler belirlemeyecek. Bugüne inanan, geçmişle derdi olan ve geleceği sahiplenecek yurttaşların ‘rey’lerinin değişim yaratacağına inancı belirleyecek.
Oyumu “rasyonelleştirme” çabasına pek ihtiyacım -iyi ki- olmadı. Ankara birinci bölgede ‘rey’imin halktan emekten yana bir değişime yarayacağına inancım tam; parlamento seçimlerinde ilk defa yarı doğrudan demokrasiye yaklaşan bir oy kullanacağımı düşünüyorum. Yıllardır emek, barış ve demokrasi için verdiği mücadeleyi bildiğim Emirali Türkmen’i meclise göndermek için oy vereceğim. Cumhurbaşkanı seçiminde, değişim arzusunu karşılaması beklentisi ve iç ferahlığı ile Bay Kemal’e.