Duvardaki Yapıtlar: Çokdilli suskunluk

Oyuncak bebekleri anlamaya çalışırken, uzak çağlardan önce bu çağa bakmak, sorularımızı dindirmeyebilir ama bu olgunun arkasındaki birikimin başka sanat nesnelerinde de üretildiğini bize anımsatabilir

Abone ol

Bu oyuncak bebek tablonun arka planındaki karamsar karmaşayı tamamladığı için mi; yoksa, derin birer kuyuyu da akla getiren gözleri, bizi, handiyse tablonun içlerine çektiği için mi bu denli baskın görünüyor?

Tablonun görünür bütün hareket imgesi onda toplanmış gibi. Bu, yanındaki erkek çocuğa bir oyun arkadaşı olmaktan çok, onun kederli, donuk, aldırışsız ve hırçın eylemsizliğini gözümüze sokarcasına belirginleştiriyor. İyi ama bunlar, bu nesne (oyuncak) arkadaşı, ona bakan biz canlı insanlardan bile daha etkin bir özneye dönüştürmeye yeter mi?
 
***
Bu derin bakışsız bakış mı onu böyle kudretlice kazıyor akıllara?
 
***
Geçen yazıda üzerinde konuşmaya çalıştığım Bill Stoneham’ın “Eller O’na Direniyor” adlı tablosunu günümüzde, özellikle de gizemciler, paranormale, psişik düşüncelere yatkın gruplar, şeytan veya iblis takıntılılar için popüler kılan figürün, neden bu oyuncak bebek olduğunu anlamak için başka hangi sorulara ihtiyacımız var?

Stoneham’ın tablosundaki oyuncak bebek, 2000’li yılların başından beri internetin en yaygın konuşulanlarından biri oldu.

***
Oyuncak bebekleri anlamaya çalışırken, uzak çağlardan önce bu çağa bakmak, sorularımızı dindirmeyebilir ama bu olgunun arkasındaki birikimin başka sanat nesnelerinde de üretildiğini bize anımsatabilir.

***
Tablonun bu kesiti ister istemez bana bu çağın oyuncak bebekli filmlerini düşündürüyor: ‘Black Devil Doll From Hell’(1984); ‘Triloquist’ (2008); ‘Dolly Dearest’ (1991); ‘Annabelle’ (2014); ‘Silent Night’, ‘Deadly Night 5: The Toy Maker’ (1991); ‘Dolls’ (1987); Child’s Play serisi (1988-2013) listenin ilk akla gelenleri.

Bu filmlerin hemen tümünün ortak noktası, oyuncak bebeklerin, onlara sahip olduğunu, onlarla masumca oynadığını, anı olarak sakladığını düşünen insanları farklı boyutlarda med-cezirlerin içinde çalkalayıp durmasıdır, diyebiliriz.

***
Yönetmen Richard Attenborough’un çıkış noktasını bilmiyorum. Fakat tablodaki oyuncak bebekle en çok özdeşleştirdiğim film ‘Magic’ (1978) oldu diyebilirim. Filmde güya başrolü bir vantrolog (dudaklarını oynatmadan konuşma yeteneği gelişmiş) üstleniyordu (Anthony Hopkins). Lakin izleyenler hatırlar ki kukla Fats neredeyse her şeye kadirdi.
Hele de gözleri…

***
Edebiyatta oyuncak bebekle ilgili birbiriyle kıyaslayacağımız dört başı mamur çok fazla eser yok gibi. Kafka, Baudelaire ve Rilke gibi ustaların elinden çıkmış bazı metinler var.  Ancak bunların çoğu deneme tarzı içinde. Yakın tarihte oyuncak bebek olgusuna roman alanında en kapsamlı, en kuşatıcı yaklaşan yazarlardan biri, “Napoli Romanları” serisiyle tanınan İtalyan yazar Elena Ferrante’dir diyebiliriz. (Ferrante’nin bu serisindeki kitaplarının hemen hepsinin Türkçeye kazandırıldığını da söylemeliyim).

Sol üst: Peru’daki Chan Chan antik kentinde bulunan ahşap heykelciğin boyu 47, eni 16 cm. İnka medeniyeti öncesi dini ritüeller için yaratıldığı düşünülen bu eser hem oyuncak bebek hem idol olarak değerlendiriliyor. Sol alt: MÖ 350-325 yıllarına tarihlenen Attika usulü oyuncak bebek. Sağ: Roma devrinde 1. yüzyılın sonuna tarihlenen, fildişinden yapılmış oyuncak bebek hem altın kolye, altın bilezikler ve halhallarıyla bebek takı kültürünü gösteriyor hem de 
Roma Devri oyuncak bebeklerinin, eklem yerleri hareket edebilecek şekilde üretilebildiğini.



***
Dünyamızın arkeolojik verileri, insan yaratıcılığının ilk evrelerinde taş, kemik, ağaç, kurutulmuş yemiş gibi nesnelerden yapılmış oyuncakların yerini zamanla, pişmiş toprak, işlenmiş kil, sedef, fil dişi ve ahşaptan yapılmış bebek figürlerinin aldığını gösteriyor. Bu arkeolojik bulgular, oyuncak bebeğin doğuş biçiminin kutsal ataları yaşatmak, tapınmak gibi meselelerle ilgili olduğunu düşündürüyor. Ölüleri, perileri, cinleri, tanrıları canlandırmayı, onlarla birlikte yaşamayı öğrenmek ya da onların bu dünyada zuhur ettiğini düşündükleri etkilerini denetlemeyi amaçlamış atalarımız. Dolayısıyla oyuncak bebek hem oyun hem ruhsal dünyanın oyun içinde oyunu hem de çok sahi. Bu yanıyla da masklarla iç içe denecek denli yakın akraba.

***
Pagan devirlerden Roma devrine gelinceye dek oyuncak bebekler ve kullanımları hayli evrim geçirmiş görünüyor. Roma devrinde genellikle yetişkin kadın ve tanrıça tipi bebeklerde yeniden üretilmiş. Venüs, Proserpina veya kutsal aile yuvalarının tanrıçası Vesta’nın özellikleri sıklıkla görülüyor. Dahası kız çocuklarının “topluma kabul edilmesi,” yani evlilik yaşının geldiği de çocuğun oyuncak bebeğiyle vedalaşma törenleriyle ilan ediliyor. Kimi kaynaklara göre Roma’da 12 yaşına gelen kız çocukları, oyuncak arkadaşlarını bir törenle, bir tapınağa bırakır ve artık gerçek bebek doğurmak üzere, erkeklerin dünyasına itilir.

Barbie bebekler, Roma devrinde, çocukları özellikle aile kavramına alıştırmayı hedefleyen oyuncaklar, bu çağın aile ideolojisine göre şekillendirmek için üretilenlerin en bilinen örnekleri olarak kabul ediliyor.


Günümüzün, Barbie bebekleri, bunun modern dünyadaki aile ve edilgenlik, moda ve sisteme uygunluk ideolojilerine, ihtiyaçlarına göre en irkiltici biçimde yeniden üretilmesiyle şekilleniyor. Memeleri çıkmış Barbielerden, hamile olanlarına kadar pek çok versiyonu var. 

***
Japonya halkının bir kısmı oyuncak bebeklerin de canlılar gibi ruhları olduğunu düşündükleri için onlara ayrı bir önem veriyor. Endonezya’da Sulawesi Adası’ndaki Torajalar, oyuncak bebekler için de mezarlıklarda bölümler açıyor.

***
Stoneham’a gelinceye dek resim tarihindeki pek çok tabloda çıkar karşımıza oyuncak bebekler: Pieter Bruegel’in 1500’lerde yaptığı tablolar; Giorgio de Chirico’nun oyuncak bebekleri açıkça çağrıştıran olağanüstü tabloları, François Boucher’in, ‘Sabah Kahvesi; 1739’ ya da William Mulready’nin ‘Oyuncak Satıcısı; 1835’ gibi eserleri ilk akla gelenlerdir. Bütün bunlara benim için ayırt edici bir biçimde eklenecek olan Oscar Kokoschka’nın  ‘Kuklalı Otoportre’sidir (1921).

***
Stoneham’ın tablosundaki oyuncak bebeği bu tarihsel silsile içinde anmamızı sağlayan psikolojik argümanları da uzun uzadıya sayıp dökebiliriz. Ancak uzun yazma korkusundan, ben şu kadarını anımsamakla yetineceğim:

Ressam, “yoksulluktan ötürü sığındığı bir akraba evinde, bir giysi dolabında yatırıldığını” söylüyor ve ekliyor “nefes almanın bile zor olduğu bir yerde uyumak zorunda kalmak bir çocuğu elbette yaralar. Dolayısıyla sokaktaki oyunları da hırçın ve yaralıdır.”

***  
Neresinden bakarsak bakalım oyuncak bebekler; onlara bakmasını bilen insanlar için yaşamın gizlerini, hayal ve mekân kavramını, yalnızlık ve düş gücünü, iletişimdeki dili ve dilsizliği, ölüm alegorisini ‘tuhaf,’ ‘inanılmaz’ denecek bir suskunlukla yansıtabiliyor.

***
Bazı sanat yapıtları, sanatçısının onu var ederken düşündüklerinden çok farklı serüvenler yaşayabiliyor. Bu aslında doğal; çünkü dolaşıma, pazara çıkan yapıt aynı zamanda yorum deryasına, farklı algıların, gereksinmelerin ona yüklediklerine, ondan devşirdiği anlamlara açılır.

***
Ressam tabloyu yaratırken Jung’un etkisinde söz ediyor. Psikanalizin duayenlerinden Jung’un teorize ettiği kavramlarla tabloya bakmakla yetinsek bile, eseri satanların “paranormal / parapsikoloji” dediği tırıvırı şablonlar boşa çıkmıyor mu?
Sizce de daha ötesi akla gelmiyor mu?

NOT: Günümüz Türkiye’sinde oyuncak bebek olgusunu görsel sanat alanına taşıyan bildiğim kadarıyla iki sanatçı var: Benim sevgi değer arkadaşım Nazan Azeri ve Başak Bugay. Bu da bu mevzuyla ileride biraz daha ilgileneceğimin haberi sayılabilir.