Çoklar sokağında yalnız bir şair: Arkadaş Z. Özger
Yönetmenliğini Ulaş Tosun’un yaptığı “Merhaba Canım” belgeseli memleket belleğiyle birlikte Arkadaş Zekai Özger’in yaşamını sahneye taşıyor. Arkadaş’a dair pek çok ayrıntıyı bulabileceğimiz metin benim açımdan, onun şiirine biraz daha yaklaşma, şiirindeki duyguların, konuların, imgelerin nedenleri hakkında daha fazla düşünme sebebi oldu.
Arkadaş Z. Özger, yirmi beş yıllık yaşam, kocaman bir miras. Kocaman çünkü yaşamıyla, şiirleriyle bize anlatmaya devam ettiği çok şey var. Arkadaş Z. Özger’in şiirlerinde, beden, yalnızlık, ölüm, doğa, kültürel erkeklik gibi pek çok farklı konu ve imgeye rastlarız. Biz okurken rastlarız ama yaşamına temas ettikçe onu tanıyıp bir dost gibi görüp, o, hayatımızda yeşerdikçe o dizelerin nasıl yaşam parçaları olduğunu fark ederiz. Zor bir yaşamdır onunkisi; yoksul bir çocukluğun içinde bir de hastalık geçirmiş tek ayağı aksar olmuştur, farklı olmanın ilk deneyimini belki bununla hissetmiştir, büyüdükçe bedenine sığmayan cinsel kimliği ise onun yaşamında farklı olmanın anlamını, dost gördükleri tarafından dışlanmayı, içe kapanmayı, arka sırada sessiz bir öğrenci olarak anılmayı getirmiştir. Hani der ya bir şiirinde “yalnızlığımdan yalnızlığım yalnız” diye, işte bu bir gerçekliktir onun yaşamında. Her zaman olmasa da herkes gibi olmayan eşcinsel bedeninin varlığı duyulduğunda, etrafındakilerin tepkilerinden dolayı yaşadıklarının ifadesidir belki de bu dize, kim bilir?
Arkadaş Z. Özger'in yaşamının anlatıldığı, Ulaş Tosun tarafından yönetilen, “Merhaba Canım” adlı belgeselin basın gösterimini izlerken düşündüm bunları. Şairin yaşamına dair anlatılanları dinledikçe, onun yazı dünyasına daha çok girdiğimi hissettim. Hakkında okuduklarımın pek çoğu ona tanık olanlar tarafından doğrulanırken bir yandan dönem koşulları filan diye kendimi ikna etmeye çalışmış olsam da insan dostunu ne olduğuna göre, hele ki onlar gibi değil diye, dışlamaz, değerlendirmez diye düşündüm sonrasında. Belgeselde yer verilen isimler onun döneminin devrimci çevreleri tarafından cinsel kimliği nedeniyle dışlandığından bahsediyorlardı. İzlerken bu belgeseli bir yüzleşme gibi görenler olduğunu fark ettim, konuyu kurcalamak istemeyenleri ise sorguladım. Tuğrul Eryılmaz, “insanlara ayıp gibi geliyor. Hem farklı cinsel yönelime sahip olup, hem devrimci olmak… Bu nereden çıktı” diye anlatıyor yaşananları ve buna benzer, onun nasıl ve neden dışlandığını anlatan pek çok ifade belgeselin anlatısında yer alıyor. Arkadaş Z. Özger’in yaşadıklarını düşününce, düşüveriyor işte insanın aklına şu dizeleri:
“ey gecede unutulmuşluğumun suçluları ey yanlışlığın yanlış yargılayıcıları suçum: nefreti öksüz bırakmak savunmam: sevgimi yüceltmek içindir sakalım yok biliyorum ama kötü değilim büyükleri sayarım küçükleri severim çocukları incitmeden severim. Kadını öpmesini bilirim sizi de sizi de öpmesini bilirim…”
“Nefreti öksüz bırakan” şair o, kocaman kalbiyle seven, ilkokul, ortaokul ve lise hayatı boyunca şiire ve edebiyata sığınan, tiyatroyla uğraşan, döneminin pek çok dergisinde şiiri basılan, rüyasında Tanrı’yı görüp onunla arkadaş olan ve adını oradan almış olabileceği de söylenen (Arkadaş’ın neden bu adı aldığıyla ilgili belgeselde farklı değerlendirmeler yapılıyor), devrimciliğin bir kimlik gibi taşındığı dönemlerde her eyleme katılmaya çalışan, arkadaşlarından Hüseyin Cevahir’in katledilmesiyle darbe alan ama şiirleriyle yaşama tutunan bir insan portresi onun ki. Her dizesi bir hayat alıntısı, her dizesi bir cevap belki de. Belgeselde anlatılan şu durum gibi mesela; bir arkadaşının şiiri, içinde geçen “merhaba canım” ifadesinin uygun bulunmaması üzerine editör tarafından reddedilince, öfkeyle adeta öyle yazılmaz böyle yazılır diyerek yazı veriyor o çok sevdiğimiz “Merhaba Canım” şiirinin dizelerini:
“ben az konuşan çok yorulan biriyim şarabı helvayla içmeyi severim hiç namaz kılmadım şimdiye kadar annemi ve allahı da çok severim annem de allahı çok sever biz bütün aile zaten biraz allahı ve kedileri çok severiz hayat trajik bir homoseksüeldir bence bütün homoseksüeller adonistir biraz çünki bütün sarhoşluklar biraz freüdün alkolsüz sayıklamalarıdır…”
Arkadaş Z. Özger şiirlerinde bireyin kaygılarına, varoluş sıkıntısına yer verdiği için döneminin toplumsal gerçekçi şiir anlayışının dışında bir patika açar kendine, bu da döneminin entelektüel çevresinin ötesinde konumlanmasına neden olur. Belgeselde de bahsedildiği gibi, o dönemin kültürel ortamında ve şairin çevresinde her şey devrimci olması gerektiği üzerine kuruludur, oysa bana kalırsa Arkadaş Z. Özger’in şiirleri, yer verdiği temalarla, içinden yükselen sesin doğallığıyla bir şekilde kendi içinde devrimdir. Kültürel erkekliğin baskın olduğu bir devrimci gelenek hâkimken onun şiirlerinde bunu kırması ve eleştirel bir perspektifle hatta bazen alaycılığa varan bir dille erkekliğe yaklaşması, herkesin birbirine benzemeye çalıştığı bir ortamda kendi üslubunu bulduğunun da göstergesidir bana kalırsa. “Merhaba Canım” belgeselinde anlatılanlar da bunu gösteriyor, “merhaba canım” şiirinin özellikle “zeki müreni seviniz” dizesi sanatçının da etkisiyle epey ses getiriyor çünkü tüm bahsettiklerimizden sonra anlaşılacağı gibi o dizeleri yazmak kolay değil ki zaten onun şiirlerini “kendi içinde devrim” olarak değerlendirmemin bir nedeni de bu.
“ve bir gün hiç anlamıyacaksınız güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum düşüvericek ellerinizden ellerinizden ve bir gün elbette zeki müreni seviceksiniz (zeki müreni seviniz)”
Bu dizeler hem kültürel erkekliğin o baskınlığına bir karşı çıkış hem de sonundaki çağrısıyla şimdilerde bile çok ihtiyaç duyduğumuz nefrete karşı sevgiyi öne süren, memleketin siyasi ve kültürel iklimi düşünüldüğünde, tüm farklı bedenleri sevmeye, varlığını tanımaya, kapsamaya çağıran bir yan taşıyor ve fikrimce her geçen gün kıymeti artıyor.
Ölümün kendisi bir muamma iken Arkadaş Z. Özger’in ölümü apayrı bir muamma. Arkadaş, TRT’de çalışıyor, evinde televizyon yok, kendisinin de emeğinin geçtiği yapımı izleyebilmek için evden çıkıyor. Kardeşi Şükran Tekin’in anlatımıyla, yeni diktirdiği gri takım elbisesini giyiyor, kimliğini evde unutuyor, çıkıyor ve bir daha dönmüyor. Kimliği yanında olmadığı için cesedini bulmak uzun sürüyor. Meşrutiyet Caddesi'nde düşüp öldüğü düşünülüyor. Pek çok insan için ikna edici değil. 24 Ocak 1971 SBF Yurt Baskını sırasında başına çok darbe alıyor, şair ölümünü buna bağlayanlar da var, “karpuz kendi içini yer ya öyle, beyin kendi kendini öyle yemiş” diyen adli tabiplik raporu da var… Belgeselde farklı görüşler olduğunu görüyoruz bu konuda, o nedenle sanırım Arkadaş'ın ölümü belirsiz olmayı sürdürüyor, sürdürecek. Yirmi beş yıllık yaşamından geriye onlarca metin, çoğu siyasi baskılardan dolayı yakılmış çokça mektup ve her okuduğumuzda bir bedenden çağrı gibi yükselen sesini duyduğumuz şiirleri miras kalıyor. Tüm bunları yazarken, Arkadaş’ın “karıncafil” şiirinden şu dizeleri beni çağırdı:
“ölmüşlük ne ki yaşanmamış mutluluklarda ölmüşlük ne ki tutkusuz yaşamlarda ölmüşlük karınca sırtında fil ölmüşlük karınca sırtında yalnızlık ölmüşlük çoklar sokağının karıncası…”
Yönetmenliğini Ulaş Tosun’un yaptığı “Merhaba Canım” belgeseli memleket belleğiyle birlikte Arkadaş Zekai Özger’in yaşamını sahneye taşıyor. Arkadaş’a dair pek çok ayrıntıyı bulabileceğimiz metin benim açımdan, onun şiirine biraz daha yaklaşma, şiirindeki duyguların, konuların, imgelerin nedenleri hakkında daha fazla düşünme sebebi oldu. Umuyorum ki bu belgesel bir yüzleşme vesilesi de olur ve kimse farklı varoluşundan dolayı bedeninde yalnızlığa hapsolmaz.