Çomar sözcüğü, tarama sözlüğünde “çokmar” diye görünüyor, sonra “çomar” olmuş. Nişanyan sözlüğünde “iri başlı topuz, lobut” ve “iri başlı hayvan” karşılıkları veriliyor. Ama biz, bizim Çomar’ın kavgası ve hikâyesine dönelim.
Beş Ağustos bin altı yüz kırk dokuzda Üsküdar’daki “erkek deryası” top, hendek, tüfek, kılıç, nefir, zurna ve nakkâre ile dolunca Osmanlı ile Celalî birbirine girer. Çamlıca sırtları kana keser. Dehhak’ından Rüstem’ine, Kerbela’sından mahşerine türlü sahneler tekrar edilir. Cümle Kürdistan ve Anadolu İstanbul kapısına dayanmıştır. Amma der Evliya Çelebi, “anlardan Celâlî Çomar Bölükbaşı ol dahi hakkâ ki kabâyili İzolı ekrâdında ol mertebe kağan arslan şikâra sunar gibi parsı sunar görmedik. Yedi kerre paşanın üzerine, on bir kerre şâmlı Osmân Ağa üzerine hamle etdikçe burnu fışırdar bir doru at üzre asla boş çıkmayup elbette bir iki âdem akdarup kelle alup bî-bâk u bî-pervâ alaylarına selâmet varırdı.”
Celalîler Nemrud’un ateşindeki semender gibidir. Sekiz saatlik göğüs göğse çarpışmadan sonra Osmanlı askeri “Celalîler bozuldu, Gürcî keferesi bozuldu” nidalarıyla isyancıları Kayışpınarı, Çamlıca ve Bulgurlu’dan Kocaeli sınırı ve Gebze yoluna kadar takip edip üç bin Celalî “kellesi” ve ganimetle dönerler.
Osmanlı, öyle haritalarda gösterildiği gibi üç kıtaya yayılmış tek bir devlet değildi. Evliya Çelebi de diyor bunu, zira Üsküdar cenginden sonra “cemî'i memâliki mahrûseler”, yani “bütün korunan ülkeler”, yani Osmanlı’nın uydu devletleri kendi sınırları içindeki Celalîleri avlamaya çıkarlar. Bu katliamlar nispetinde saraydan ulufe alırlar.
Cümle Celalî pâymâl olur. Evliya Çelebi bir süre sonra Seyitgazi’deyken Çomar’ın yiğit atıyla dağın içinde belirip geldiğini görür. Ona kahve ve tütün ısmarlar, heybede ne varsa bölüşür. “Bak a ömrüm! Dünyâ ve âhiret karındaşım ol. Ne yerlisin ve isminiz bize bağışlan ve ahvâli pür-melâlin bir bir takrîr eyle” der.
Çomar şöyle der: “Kabûl etdik artık biz senden, sen benden emîn ol ve ta'âmın dahi yedik. Ben İzolî Kürdî kabîlesindenim ve Gürcî Nebî'nin baş bölükbaşısıyım. İsmime Çomar Bölükbaşı derler. Üsküdar cenginde bozulup gice gice dağdan dağa kaça kaça bu mahalle gelüp sana dûş geldim.” İşte İlhan Berk’in yazının ilk bölümünde aktardığım dizeleri, bu sahneden alınmadır. Çomar, Malatya İzolîlerindendir, peki Berk neden “Van dağlarında adım söylenir” diyor?
Haydar Avcı, Mehmet Bayrak, Erdem Sönmez gibi yazarların yazı ve kitapları ile “Seyahatname”den öğrendiğimize göre Evliya Çelebi onu ele vermeyeceğini, Şam’a, Murtaza Paşa’nın yanına götüreceğini söyler. Cenk görmüş, zebûn ve yorgun atları doyurulur, dinlendirilir, yola çıkılır. Şam’a varınca Paşa onu affeder ve Dürzîlere karşı giriştiği harekatta yanına alır. Bir süre sonra Sivas valisi olunca da ona Niksar subaşılığını verir. Ancak Murtaza Paşa, altı ay kadar sonra subaşılığa rüşvet karşılığında Merzifonlu Dilaver Ağa’yı tayin eder. Dilaver Ağa, Çomar’ı hapseder, mallarına el koyar. Hapisten çıkan Çomar ise, Ağa’nın Merzifon’daki çiftliğini basıp yakarak yeniden dağlara çekilir. Bir süre Sivas, Manisa ve Saruhan gibi geniş bölgede direnir.
Ancak artık Batı Anadolu’da barınması güçtür. Van valisi Mehmet Emin Paşa’nın yanına gider. Vali onu askerine kumandan yapar, ama Çomar ona da baş kaldırır. Çomar, Hakkâri Hanı’nın ordusuyla giriştiği savaşta öldürülmüştür. Çomar’ın elli, Han’ın beş yüz askeri cenk eder. Çomar atından inerek yalın kılıç aralarına dalar. Han’ın imdadına iki bin atlı daha yetişip de Çomar’ın askerini kırınca, atıyla birlikte sarp bir kayadan Van Gölü’ne atlar. Bir süre sonra suyun yüzeyinde görünüp kıyıya doğru yüzmeye başlar. Ancak çıktığı yer bataklıktır. Yine savaşır, başına toplananları savar. Bataklığa saplanan atını kurtarır, ancak atı yaralıdır. Çomar, Süren Baba ziyaretgâhına sığınır, ama pencereden sıkılan bir tüfek kurşunuyla can verir. Kafasını kesip Hakkâri Hanı’na götürürler. Han, “yiğittir” deyip gövdesiyle birlikte Süren Baba ziyaretgâhına gömülmesini emreder.
Bütün bu destansı maceralara karşın ilginç olan şey, Kürt halk edebiyatında ondan söz eden metnin olmamasıdır. Belki ben bulamadım, ama Türk halk şiirinde yaşayan biridir Çomar. Mesela:
Çomar dedikleri bir şahbaz yiğit
Oturmuş dostuna veriyor öğüt
Yürü beyim yürü düşmanı dağıt
Yitirdim yiğidim kimden sorayım
Kanlı yarasını ben de sarayım
Bu ağıtın aşka bir varyantında Van Kalesi de geçer:
Van kalesi derler adına bunun
Bunda nâçar kaldım, bil Hacı Bektaş!
Yarenler, yoldaşlar imdada gelmez,
Medet senden olur, gel Hacı Bektaş!
Yani çomar bir küfür değil, bir kültür. Bu yüzdendir Ahmed Arif’in altı Eylül bin dokuz yüz elli beşte Leyla Erbil’e yazdığı mektupta şunu demesi: “Bir de benim hemşerim Çomar Bölükbaşı var. Şimdi türbesini ziyaret ederler. Nefes alacak bir rahatlığa erersek beraber yazarız destânını.”
Ne demiştim başlarken? En azından yaşça kâmil olmuşken şu pek saygın akademik yönetim altında doçent olur ve twitter hesabımı alır mıyım, bilmiyorum. Ama ne olduğumuzu Cemal Süreya söylemiş zaten, biz de tekrar edelim: “Celaliyim / Celalisin / Celali.”
BİR GÜN
Bizi kitap fuarına götürecek servisi beklemek üzere sabah ona doğru Frankfurt’taki otelin kapısına birikmeye başladık edebiyatçı arkadaşlarla. Güzel Ahmet Erhan abinin koluna girmiştim, bir daha gerçekleşemeyecek o an ne güzeldi! Az sonra ellerinde yeşil şişelerle iki şair arkadaş sokağın başında belirip geldiler. İkisi de zor yürüyorlardı, sarhoştular. “Sabah erken kalktık, bir markete dalıp onar tane aldık bu biralardan. Benimki bu dokuzuncu” dedi biri. Yanımızdan bir an ayrılmayan “Almancı” bir genç, bu iki şair arkadaşa yaklaşıp birinin elindeki şişeyi aldı ve tebessümle “Abi” dedi, “bu bira değil ki, bildiğin maden suyu!” O iki şair arkadaştan hâlâ şaşırabilecek kadar ayık olanı herkesi gören gözlerle, “oğlum bakın” dedi, “bunu bir yerde anlatanın…”