Come Rain or Come Shine
Müzikalin incisi 'Come Rain or Come Shine' şarkısı boşa gitmeyen güzel şeylerden biri. Şarkı sonraki yıllarda büyük bir hit haline gelmiş ve ünlü cazcılar tarafından defalarca yeniden yorumlanmış.
Geçtiğimiz yıl bu zamanlar Bodrum’a taşındığımda 'Come Rain or Come Shine' adındaki bir caz şarkısının hayatımda ne kadar büyük bir yer kaplayacağından habersizdim. Fırtınalı bir gecede uyku tutmadığında bir mum yakıp Ray Charles dinlerken ona rastlamış ve büyülenmiştim. Bir film sahnesi içinde olduğumu hissetmiştim bunu yaparken. Ya da daha da iyisi, bir Murakami romanının içindeymişim gibi. Hayat, bir film sahnesine ya da bir Murakami romanına benzediğinde hep çok sevinirdim zaten.
Hani Julia Roberts "Kaçak Gelin" filminde yumurtayı nasıl sevdiğine karar verebilmek için kendine onlarca çeşit yumurta yapıyor ve mutfak masasının üzerini tabaklarla dolduruyordu ya, işte ben de o gece gök gürültüsü eşliğinde en sevdiğim 'Come Rain or Come Shine' şarkısını bulmaya karar vermiştim.
EN SEVDİĞİM 'COME RAIN OR COME SHINE' ŞARKISI
Hatırlıyorum, buradaki yeni hayatımın ilk günleriydi ve fırtına giderek şiddetleniyor, gök gürültüsü giderek ürkütücü bir hal alıyordu. Bense arka arkaya bu harika şarkının farklı yorumlarını dinlerken küçük mavi mumun erimesini izliyor ve kendi kendime gülümsüyordum.
Gece yarısından sabahın dördüne kadar süren ve mumun kendi kendine sönmesiyle biten, uzun ve tuhaf bir yolculuk olmuştu bu benim için. Ray Charles evin içine yıldız tozları yağdırmış, Bob Dylan her zamanki gibi kalbimde taht kurmuş, Billie Holiday ağlatmış, Jack Kerouac coşturmuş, Barbra Streisand uykumu getirmiş, Norah Jones ise fena halde içimi titretmişti. Ve daha neler neler…
Gün doğarken termosuma kahve doldurup sahile inmiştim sonra. Paltoma sarılıp fırtınanın eğdiği ağaçların arasından yürürken üç şey geçirmiştim aklımdan. Birincisi, bu şarkıyı Tom Waits’ten dinlemeyi ne kadar çok istediğimdi. İkincisi, fırtına sonrası denizin ne kadar sihirli göründüğüydü. Üçüncüsü ise bana böylesine muhteşem müzikler hediye eden hayatı hep seveceğimdi.
ST. LOUIS WOMAN MÜZİKALİ
'Come Rain or Come Shine' bir Harold Arlen bestesi. Arlen onu St. Louis Woman isimli bir Broadway müzikali için yazmış. Afrikalı Amerikalı yazar Arna Bontemps’in romanından uyarlanan müzikal 1946’da New York’ta görücüye çıkmış.
Arlen doğal olarak bunun için çok heyecanlıymış. Ancak türlü talihsizlikler sonucu müzikal 113 gösteriden sonra sahnelere veda etmek zorunda kalmış. Bu başarısızlık o yıllarda herkesin moralini bozmuş olmalı. Yine de güzel şeylerin asla boşa gitmediğini görmek insana harika hissettiriyor.
Müzikalin incisi 'Come Rain or Come Shine' şarkısı da boşa gitmeyen o güzel şeylerden biri. Şarkı sonraki yıllarda büyük bir hit haline gelmiş ve eleştirmenler tarafından göklere çıkarılmasa da, ünlü cazcılar tarafından defalarca ve çok sevilerek yeniden yorumlanmış.
Tabii, bir de, eğer bir anlamı varsa, çok uzun yıllar sonra Bodrum’daki fırtınalı bir gecede bir yazar korkusunu dindirebilmek için bütün yorumları arka arkaya dinlemeyi kafasına koymuş ve büyük ölçüde de bunu başarmış...
'SENİ KİMSENİN SEVMEDİĞİ GİBİ SEVECEĞİM...'
Aradan bir yıl geçti, biricik şarkımı yeniden ziyaret ediyorum şimdi. Bu gri pazar sabahında, herkes uykudayken, kulaklığımı takıyor ve “I’m gonna love you / like no one loves you / come rain or come shine…” diye şarkı söyleyerek eşlik ediyorum Ray Charles’a.
Kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi hatırlamak için bir zamanlar bizi etkilemiş olan şarkıları, filmleri ve kitapları arada sırada yeniden ziyaret etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Hatta çok eskiden annemle izlediğimiz "Kaçak Gelin" filmini de tekrar izlemeliyim belki de, bilmiyorum.
Gülümseyerek şarkı söylemeye devam ediyorum usulca. Bu şarkıyı sonsuza dek dinleyebileceğimi hissediyorum. “Seni kimsenin sevmediği gibi seveceğim / hem de yağmur çamur demeden!” diye karşılık veriyor Ray Charles da bana.
Eleştirmenler ne derse desin, harika bir şarkı bu. Ama hatırladığımdan biraz farklı sanki. Birden, onun da beni değişmiş bulup bulmadığını merak ediyorum. Ben onu biraz daha sakinleşmiş, sessizleşmiş, kabuğuna çekilmiş buluyorum.
Öte yandan, belki de onda sadece kendi yansımamı görüyorum. Tıpkı arka arkaya mutlulukla dinlediğim Bob Dylan, Billie Holiday, Jack Kerouac ve Norah Jones yorumlarında olduğu gibi… Hepsini ne kadar da çok seviyorum. Hatta sanırım, tıpkı yeni hayatı sevmeyi öğrendiğim gibi, Barbra Streisand’ı da sevmeyi öğrenmiş bulunuyorum.
Ve güne başlamadan önce onlara veda ederken, onları önümüzdeki yıl yine ziyaret edeceğime dair söz veriyorum.