Covid-19 barış için bir fırsat mı?

Dünya üzerinde 70 milyon insan çatışma, savaş, insan hakları ihlalleri gibi nedenlerle evlerini terk etmek zorunda kalmış durumda. Mülteci kampları gibi ortak yaşamın devam etmek zorunda olduğu alanlarda salgının yayılmasını önlemek oldukça zor. Bu bölgeler salgınla mücadelenin en zorlu geçeceği yerlere benziyor.

Abone ol

Korona virüsünün ortaya çıkması, dünya düzeni ile ilgili pek çok soru işaretini beraberinde getirdi. Bu görünmez düşmana karşı nasıl savaşacağını bilmeyen devletlerin tartışması sürerken uluslararası ilişkilerdeki güç mücadelesi varlığını normal zamandaki gibi sürdürüyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin başını çektiği “Çin virüsü” söylemi diğer Batılı devletler arasında da daha sık anılmaya başladı. Dünyada binlerce insan bu hastalıkla mücadele ederken, uluslararası aktörler salgın yokmuşçasına benzer siyasi tartışmaları sürdürüyor. Bu nedenle “dünya bir daha eskisi gibi olmayacak”, “şimdi durup düşünme zamanı” gibi ifadeler her şeyin karar vericiler için eski tas eski hamam işlediğini görmezden gelmemizi engellemiyor.

Bu tartışmalar sürerken Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri António Guterres korona virüsünün şu an çokça göz ardı edilen bir etkisine işaret etti: Çatışma bölgelerinde salgın. Genel Sekreter, 23 Mart’ta yaptığı açıklama ile küresel ateşkes çağrısında bulundu. Guterres’in tüm çatışma taraflarına dönük çağrısı şu şekildeydi: “Silahları durdurun, topçu atışlarını durdurun, hava saldırılarına son verin. Covid-19’a kadar karşı en savunmasız bölgeler arasında diplomasi ve umut getirmek için pencere açın. Bu hayat kurtaran yardım koridorları yaratmak için elzemdir.”(1) Genel Sekreter’in küresel ateşkes çağrısı dünya çapında da destek buldu ve hazırlanan online imza kampanyasını 19 Nisan itibariyle 2 milyon 200 bin kişi imzaladı (2). BM’nin çağrısı neden bu kadar önemli diye soracak olursak küresel boyutu ve kapsamlı teşkilat yapısı ile BM her şeye karşın küresel siyasetteki yerini koruyor. Şu sıralar adını sıkça duyduğumuz Dünya Sağlık Örgütü de BM’nin uzmanlık kuruluşlarından biri. Pandemi kararını geç alması dolayısıyla eleştirilmesine rağmen hala ulusal sağlık birimleri Dünya Sağlık Örgütü'nü referans alıyor.

Aslında BM’nin kamuoyunda görünen yüzü Genel Sekreter'in bu çağrısı BM prensipleri çerçevesinde beklenen ve olağan bir açıklama olarak nitelendirilebilir. BM, savaş, çatışma ve doğal afet gibi olağanüstü durumlarda küresel işbirliği çağrılarında bulunmakta. Bu çağrıların uluslararası arenada ne ölçüde karşılık bulduğu ise tartışmalı. Bir diğer tartışmalı BM organı ise her dönemde olduğu gibi BM Güvenlik Konseyi. Uluslararası barış ve güvenlikten sorumlu Güvenlik Konseyi, beş daimî üyenin anlaşmazlıkları nedeniyle Nisan başına kadar toplanmayı başaramadı. Gelişmiş ülkelerin dahi kapasitelerinin bir kere daha sorgulandığı, küreselleşen dünyamızın bize “armağanı” bu küresel kriz ancak herkesin kendi kapısının önünü süpürecek kadar güçlü ve hatta bu virüsle baş edemeyecek kadar güçsüz olduğunu gözler önüne serdi. En son Dünya Sağlık Örgütü'nün finansal olarak en büyük destekçisi olan ABD’nin örgüte desteğini askıya alma kararı, devletlerin kendi sınırları içine çekildiğinin ve çok taraflı işbirliğini sekteye uğrattıklarının en önemli göstergesiydi.

Bu ortamda Genel Sekreter'in küresel ateşkes çağrısının sonuç alıp alamayacağı şüpheli görünmüştü. Yine de Guterres’in çağrısı olumlu karşılık bulmaya başladı. Asya, Afrika ve Güney Amerika’dan ateşkes kararları gelmeye başladı. BM verilerine göre bunlar arasında, Kolombiya, Kamerun, Libya, Myanmar, Filipinler, Güney Sudan, Ukrayna, Suriye ve Yemen var (3). Ateşkes kararlarının barış anlaşması anlamına gelmediği açık. Yine de dünyanın farklı yerlerindeki çatışan tarafların ortak düşman Covid-19 nedeniyle ateşkes kararı almaları pek çok açıdan önem arz ediyor.

Çatışmalar, bir salgın söz konusu olmadığında dahi insani güvenliği büyük ölçüde tehdit ediyor. Sivil yaşamı derinden etkileyerek gıdaya erişimin zorlaşmasına ve salgın hastalıklara neden oluyor. Alt yapı hizmetlerine zarar veren çatışmaların yarattığı tahribat günlük yaşam pratiklerinin uygulanmasını bile çok zorlaştırmakta ve çatışmaların şiddetli yaşandığı yerlerde gündelik hayatı durma noktasına getirmektedir. Böyle bir ortamda, salgın ile mücadele etmenin güçlüğü ve doğuracağı ağır sonuçlar tahmin edilebilir. Gelişmiş ülkelerde dahi virüs ile mücadele bu kadar zorken, hastane, temiz su, yeterli gıda gibi çok temel hizmetlerin kısıtlı olduğu ya da hiç olmadığı çatışma bölgeleri kaçınılmaz olarak bu salgından en çok zarar görecek yerler arasına girecek. Ateşkes, bu bölgelere sağlık hizmeti, tıbbi malzeme ve gıda yardımlarının ulaşmasını sağlamak için hayati önem taşıyor. Kimi zaman sadece sivil toplum kuruluşları, komşu ülkeler ve uluslararası örgütlerin yardımları ile bu hizmetlere erişen bölgeler açısından salgınla mücadelede ateşkes hayatta kalmanın şu an için ilk basamağını oluşturuyor.

Çatışmaların ortaya çıkardığı sorunlardan bir diğeri ise zorunlu göç. Ülke içinde ya da diğer ülkelere göç eden bireyler çatışmanın etkilerini en çok hisseden gruplar arasında yer alıyorlar. Hali hazırda var olan insan hakları ihlallerin daha da üste seviyelere taşınmasından duyduğu endişeyi ifade eden Guterres, sağlık hizmetlerine erişimde ayrımcılık yapıldığını ifade ederek mülteci ve sığınmacıların salgınla mücadelede en dezavantajlı grupta olduklarını ifade etti. Dünya üzerinde 70 milyon insan çatışma, savaş, insan hakları ihlalleri gibi nedenlerle evlerini terk etmek zorunda kalmış durumda. Mülteci kampları gibi ortak yaşamın devam etmek zorunda olduğu alanlarda salgının yayılmasını önlemek oldukça zor. Bu bölgeler salgınla mücadelenin en zorlu geçeceği yerlere benziyor. Göçmenler göç etmek zorunda oldukları ülkelerde normal şartlarda dahi oldukça dezavantajlı koşullarda yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Salgınla mücadelede ‘sosyal’ mesafenin sağlanması, hijyen ve sağlıklı gıda ile temiz suya erişim bu kadar önem arz ederken sığınmacılar, göçmenler ve yerinden edilmiş kişiler büyük risk altındalar.

Tüm bu olumsuz senaryo içinde salgın nedeniyle ilan edilen ateşkes, çatışma bölgeleri için bir umut ışığı yakmış olabilir. Tarafların geçici olarak silahlı mücadeleyi durdurmuş olmaları, siyasi çözüm için taraflara alan açabilir. Her ne kadar ateşkesin barış anlamına gelmediğini bilsek de barış için ilk adım olduğunu da biliyoruz. BM Genel Sekreteri bu geçici çözümleri kalıcı bir sonuca ulaştırmak için her tür desteği vermeye hazır olduklarını ifade etti. Bu çerçevede çatışan taraflar arasındaki görüşmeler yüz yüze yapılamazsa dijital platformda yapılmasını sağlayabileceklerini söyleyerek çözüme ulaşacak kolaylaştırıcı faaliyetlere dikkat çekti. Uzun süreli düşmanlıkların kısa süreli ateşkesler ile aniden barışa dönüşmesini beklemek gerçekçi olmayabilir. Hatta kimi çatışma bölgelerinde bu ateşkes, tarafların askeri kapasitelerini güçlendirmeleri ve güç toplamaları için zaman kazanmalarına neden olacak. Ve belki salgın sona erdiğinde çatışmalar daha şiddetli şekilde yeniden başlayacak. O nedenle toz pembe bir dünya tasavvur etmek güç görünüyor. Özellikle çatışmaların kökeninde yatan sorunlara inmeden barışı sağlamanın ne kadar güç olduğu bilinirken.

Yine de umuttan yana durmanın bir sakıncası yok. Bu süreci tarihi bir dönüşüme tanıklık edecek şekilde değerlendirmek çatışan tarafların ve belki de arabulucuların elinde. Sıcak çatışmanın durduğu bu süre barış için yeni fırsatların doğmasına imkân tanıyabilir. Ateşkes koşullarının yaratacağı çatışmasızlık ortamı, diyaloğun başlaması için de alan açılmasını sağlayabilir. Dünya hiçbirimizin daha önce tahmin edemediği bir korkuyu yaşarken, ortak bir dilin yaratılabileceğini düşlemek hiç de hayalcilik olmasa gerek.

1- https://news.un.org/en/story/2020/03/1059972

2- https://secure.avaaz.org/campaign/en/global_ceasefire_loc/

3- https://www.un.org/sg/en/content/sg/press-encounter/2020-04-03/secretary-generals-press-briefing-update-his-appeal-for-global-ceasefire-following-the-outbreak-of-coronavirus-%28covid-19%29

*Dr. Öğretim Üyesi, Doğuş Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü