Covid-19: Hazırlıksız olanlar devletler, bilim değil
Sağlık çalışanları bu mücadelenin en ön saflarında yer alıyor. Bilim insanları bilgi üretimini ve aktarımını aralıksız yapıyor, daha fazlasına gönüllü oluyor. Hazırlıksız olan sistemin ta kendisidir, devletler, piyasa odaklı yönetimler, yatırım yapılmayan sağlık sistemleri, gerçek dışı yalan bilgileri yayan medya kurumları, halk sağlığını tehlikeye atan sözde uzmanlardır.
Aralık 2019 sonu Çin tarafından Dünya Sağlık Örgütü’ne bildirilen zatürre vakalarının bugün yaşadığımız pandemik durumuna yol açacağını başlangıçta kimse tahmin edemiyordu. İlk aşamada Çin’de hızla yayılan virütik hastalığın, ocak ayı içinde bilim insanlarınca yayınlanan projeksiyonlarla bir pandemik potansiyeli taşıdığına dair yorumlar yapılmıştı. Bu aşamada birçok ülke hazırlık programlarını gözden geçirmiş, kriz planlarını hazırlamış, alınacak önlemler konusunda çalışmalara başlamıştı. Şubat ayı içinde Avrupa’da vakaların artması ile panik kıta değiştirmiş, İran gibi çevre ülkelerdeki vaka artışları kapıdaki tehlikenin en belirgin habercisi olmuştu.
Ocak ayının ilk haftasında Çin, bu patojenin genetik dizisini bulmuş, bir korona virüsü olduğunu göstermiş ve uluslararası bilim camiasıyla bu bilgileri paylaşmıştı. NCBI (1) gibi birçok veri tabanında virüsün genetik sekansları paylaşılmış, bu bilgiler kullanılarak test ve tanı kitleri geliştirilmeye başlanmıştı. Bunun ötesinde farklı coğrafyalardaki vakalardan alınan virüs örneklerinde de benzer dizi analizleri yapılmış, virüsün hareket rotası, enfeksiyon dinamikleri ve epidemiyolojik genetik analizleri hızlanmıştı (2). Şubat ayı sonunda veri tabanlarında 500’den fazla hastadan alınan virüs örneklerinin genetik dizinlerine dair bilgiler mevcuttu (3). Bu bilgiler özellikle şeffaflıkla kamuoyu ve bilim camiasıyla paylaşılıyordu. Aynı süreçte yüzlerce bilimsel makale serbest erişimli veri tabanlarına konuyor, bilim insanları hummalı bir çalışma ve anlamlandırma sürecini başlatıyorlardı. İnsanları enfekte eden bildiğimiz yedinci korona virüsü olan SARS-CoV-2 hakkında bu süre içindeki önemli yayınlar bize virüsün etki mekanizması ve doğası hakkında önemli bilgiler verdi. Örneğin insan hücrelerindeki ACE2 proteinine bir önceki SARS-CoV (2002’de SARS salgınını yapan virüs) gibi bağlandığını (4), genetik yapısında herhangi bir insan eliyle yapılmış değişiklik görülmediği için biyolojik silah olmadığını (5), önceden bilinen memeli korona virüsleri ile benzerlik gösterdiğini (6), insanı enfekte etmeden önceki ara konakların araştırılması gibi birçok bilgiyi bu çalışmalar sonucunda edinmiş olduk. Bunun yanında virüsün daha çok genç nüfusu enfekte ettiğini (enfekte kişilerin yüzde 70’e yakınını 60 yaş altı nüfusun oluşturması) (7), çocukların da enfekte olmaları (8), semptom göstermeyen kişilerin de virüsün taşıyıcısı olabilecekleri (9) ve bunu başka insanlara yayabilecekleri (10), toplumsal temasın en aza indirilmesinin şu aşamada en mantıklı ve önleyici yol olacağı (11), tanı testlerinin hayatı önemde olduğu (12) gibi birçok bilgiyi de bu kısa sürede yine bilim insanlarının çalışmalarından çıkardık. Bu noktada bilim ne yapılması gerektiği konusunda tavsiyelerde ve projeksiyonlarda bulundu. Elbette ilaç geliştirme ve aşı çalışmaları da bu bilgiler ışığında hız kazandı (13). Halen yüze yakın çalışma devam etmekte. Bu süreçler kısa zamanda sonuç alınacak süreçler olmadığı için halen etkili bir ilaç ya da aşı yok. Bu nedenle, bilim iki metot önerdi: Sosyal yaşamı yavaşlatarak ya da durdurarak insanların mobilizasyonunu minimum indirmeniz gerekiyor, yüksek oranda tanı testi yaparak enfekte kişileri etkili karantina yöntemleri ile dolaşımdan çekmek gerekiyor.
Bilim bunları söylerken, karar alıcı mekanizmalar devletler olduğundan neredeyse tüm ülkelerde bir atalet kendisini gösterdi. Çin, ilk aşamada süreci şeffaf yürütemediği için yayılımı önleyemediği konusunda eleştirilirken, Avrupa ülkeleri de seyahat sınırlamalarını zamanında alamadıkları için eleştirilere hedef oldular. Örneğin İtalya’da karantinanın ilk önce sınırlı bir alana uygulanması ve insanların seyahatinin de engellenememesi ülkede yaşanan felaketin nedenlerinden biri. İspanya ve Fransa bazı gecikmeler yaşasalar da sokağa çıkma yasakları ile devam ettiler. Almanya’nın stratejisi biraz daha farklıydı. Enfekte kişileri bulup, temas ettikleri insanları öğrenip, yaygın test yaparak virüsün yayılımını kontrol altına almak. Almanya, Avrupa içinde bu mekanizmayı hem kurumsal kriz yönetimi hem de uygulama açısından en iyi götüren ülkelerden birisi. Salgınla mücadele yasası kapsamında Robert Koch Enstitüsü’ne (14) geniş yetkiler vererek sürecin bilimsel ilerlemesine katkıda bulundular. Zamanla yerellerdeki durumu gözlemleyerek lokal sokağa çıkma yasakları uyguladılar. Birçok şehir ve eyalette bu yasaklar uygulanıyor. Etkili koordinasyon yöntemleri ile de birleşince 30 bine yakın vaka sayısına rağmen Almanya’da ölüm oranları yüzde 0,4 civarında (15). İtalya’da bu oran yüzde 10’a yakın (16). Elbette tüm bu önlemlere rağmen hızla artan bir yayılımla karşı karşıya tüm Avrupa ülkeleri. Dün, serbest dolaşımı benimseme eğiliminde olan Britanya da kontrollü bir sokağa çıkma yasağına geçmiş durumda. Amerika ise vaka sayısı olarak belki de tüm diğer ülkeleri geride bırakacak bir hızda ilerlemeye devam ediyor. Bugün itibarıyla sadece New York’taki vaka sayısı 13 bin 119. New York Valisi Andrew Cuomo bir yandan şehrin en büyük fuar alanı Javits Center’ı bin yataklı sahra hastanesine çevirirken diğer yandan da Trump yönetiminin krizi yönetmedeki başarısızlığıyla başa çıkmaya çalışıyor. Bu gösteriyor ki sokağa çıkma yasağı, uygulanması gereken ve artık tartışma kaldırmayacak bir konu. Ancak 11 Mart’ta pandemik ilan edilen bir hastalık için halen sokağa çıkma yasağı uygulamayan ülkeler geç kalmış sayılabilir.
Bu salgının aşamaları vardı. Az vaka sayıları varken toplumsal yaşamı durdurmak bir önlem olabilirdi. Salgın başlamadan önce seyahatleri çok kesin ve katı şekilde durdurmak virüsün ülkelere girmesini ve yayılmayı önleyebilirdi. Sağlık sisteminin ihtiyaçlarını karşılamak ve ivedilikle projeksiyon analizleri yapmak, sağlık emekçilerinin güvenliğini en baştan sağlayabilmek İtalya’nın bugünkü yaşadığı duruma engel olabilirdi. Yapılan modelleme çalışmalarına göre sosyal yaşamı salgından 2 hafta önce durdurmak yayılımı yüzde 95, bir hafta önce durdurmak yüzde 50 oranında azaltabilirdi (11). Birçok devlet bunda geç kaldı. Devletleri bu kararları almada yavaşlatan etkenlerden en önemlisi ekonomik nedenler. Sokağa çıkma yasağına getirilen eleştirilerin en büyüğü, ekonominin zarar göreceği ve işsizliğin artacağıydı. Son 20 saatte Amerika’dan gelen haberlere bakılırsa Başkan Donald Trump ‘çare, hastalıktan kötü olmamalı’ diyerek sosyal izolasyonu sona erdirme arzusunu dillendirmeye başladı. Bunun tehlikeli sabırsızlığın nasıl yankı bulacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Fakat bu türden bir stratejinin özellikle demokratik teammüllerden uzak başka ülkelerde karşılığını bulabileceğini de öngörebiliriz. Bunun insan hayatını gözden çıkararak bir faciaya yol açacağı ise aşikar.
Türkiye bu salgın krizini nasıl yönettiğini anlamadığımız ülkeler arasında. Seyahat kısıtlamalarının gerçekleştirileceği dönemde hac dönüşü sosyal yaşamda serbest dolaşıma sokulan kişilerin varlığı, yapılan kongre ve etkinlikler, çalışma yaşamının hiçbir şey olmamış gibi devam ettirilmesi gibi uygulamalar enfeksiyonun yayılmasını hızlandırmıştır. Okulların kapatılması ve 65 yaş üstünün korunması amacıyla sokağa çıkmalarının önüne geçilmesi pozitif uygulamalar olsa da yayılım dinamiklerine baktığımızda artık bunlar yeterli önlemler değildir diyebiliriz. Genç nüfusun sosyal yaşam içinde taşıyıcı durumda olması ve evdeki geriatrik bireyleri de enfekte edebilecek olması, virüsün toplumdan uzaklaştırılmasının önüne geçmemektedir. Yapılması gerekenin sokağa çıkma yasağı olduğunun bilim insanlarınca günlerdir söylenmesine rağmen Türkiye halen bu uygulamaya geçmemiştir. Türk Tabipler Birliği’nin anketine göre sağlık personelinin büyük çoğunluğunun maske, ekipman, kıyafet ve eldiven eksikliği olması (17), hastane kapasitelerinin yaklaşan ağır hasta yükünü kaldırabilecek seviyede olmaması, vaka yerlerinin bile halen açıklanmamış olması, yapılan test sayılarının olması gerekenin 20’de biri seviyesinde kalması (1 milyon kişi başına İtalya’da 4,567, İspanya’da 7,596, Güney Kore’de 6,741, Türkiye’de ise 289) (18), etkili bir kriz metodu ve bilgilendirme sürecinin işletilememiş olması gibi nedenlerle Türkiye seçimini insan yaşamından yana yapmamıştır diyebiliriz.
Bu salgın bittiğinde, bilimin ve aklın önerdiklerini yaşama geçirmiş ülkelerin bu felaketten daha az etkilendiğini göreceğiz. Bu hem sağlık hem de ekonomi açısından böyle olacak. Türkiye için pandemik krizinin yönetimini şu şekilde özetleyebiliriz: Herkes evde kalsın ama çalışanların hepsi ise gitsin, biz test yapmayalım ama virüs de yayılmasın, sağlık imkanlarımız düşük ama çok da hasta olmasın, vakaların yerlerini açıklamayalım ama halk kendi olağanüstü halini ilan etsin. Bu anlayış kabul edilemez!
Bilim bu pandemik için olabildiğince hazırlıklıydı, elinden geleni de kolektif fazlasıyla yapıyor. Sağlık çalışanları bu mücadelenin en ön saflarında yer alıyor. Bilim insanları bilgi üretimini ve aktarımını aralıksız yapıyor, daha fazlasına gönüllü oluyor. Hazırlıksız olan sistemin ta kendisidir, devletler, piyasa odaklı yönetimler, yatırım yapılmayan sağlık sistemleri, gerçek dışı yalan bilgileri yayan medya kurumları, halk sağlığını tehlikeye atan sözde uzmanlardır. Bu salgın, tüm dünya için akıl ve bilimle bir imtihan. Çok geç kalmadan, her günün bu tarz enfeksiyon hastalıklarında önemli olduğunun bilinciyle radikal önlemleri yaşama geçirmek gerekiyor. Bunları yaparken de krizin faturasını çalışanlara, emekçilere, toplumun dezavantajlı kesimlerine çıkarmamalı. Hak kaybına uğramadan her çalışan evlerinde oturma şansına sahip olmalıdır. Sağlık personelimizin güvenliği en ön planda sağlanmalıdır. Sahra hastaneleri kurularak acil plan önlemleri kapsamında enfekte hastalar diğer hastane çalışanları ve hastalardan tamamen ayrılmalıdır. Tanı testleri günde 20 binin üzerine çıkartılmalı, mask eve ekipman ihtiyacı hemen temin edilmelidir. Vakaların yerleri açıklanmalı ve acilen sokağa çıkma yasağı ilan edilmelidir. Bu noktada yerel yönetimler de üzerine düşeni yapmalı, zaten gelmekte olduğunu bildiğimiz bu felakette kendi bilim kurullarının ışığında sürece aktif olarak katılmalı. Artık çok vaktimiz yok. Bu önlemlerin alınmadığı her gün daha fazla yurttaşımızı kaybedeceğimiz anlamına geliyor.
(1) https://www.ncbi.nlm.nih.gov/
(3) https://www.nih.gov/health-information/coronavirus
(4) https://www.cell.com/cell/fulltext/S0092-8674(20)30229-4
(5) https://www.nature.com/articles/s41591-020-0820-9
(6) https://www.sciencedaily.com/releases/2020/03/200317175442.htm
(7) https://www.thelancet.com/journals/landig/article/PIIS2589-7500(20)30026-1/fulltext
(8) https://www.nejm.org/doi/full/10.1056/NEJMc2005073
(9) https://www.ejradiology.com/article/S0720-048X(20)30145-5/fulltext
(10) https://www.nejm.org/doi/full/10.1056/NEJMp2000929
(11) https://science.sciencemag.org/content/early/2020/03/13/science.abb3221
(12) https://www.sciencemag.org/news/2020/03/does-closing-schools-slow-spread-novel-coronavirus
(13) https://twitter.com/CaKizil/status/1238927692260675586?s=20
(14) https://www.rki.de/DE/Content/InfAZ/N/Neuartiges_Coronavirus/nCoV.html
(15) https://www.rki.de/DE/Content/InfAZ/N/Neuartiges_Coronavirus/Fallzahlen.html
(16) https://www.worldometers.info/coronavirus/
(17) http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=1af85302-6da7-11ea-a219-c213173be5c8
(18) https://en.wikipedia.org/wiki/COVID-19_testing
Doç. Dr. , Helmholtz Topluluğu ve Dresden Teknik Üniversitesi