Covid-19 - Kuraklık-20

Herkesin bildiği ve beklediği kuraklık geldi. Bu kuraklığın köylüyü soyduğu biliniyordu ama kimse bunu söylemiyordu. Sadece tarımsal sulamada eylül ayında patlayan tüketimi, bu ülkede bir dram yaşandığını görebilirdiniz. Şimdi kuraklıkta suçu HES ve asfalt-beton şirketlerine değil, halka atma zamanı.

Önder Algedik oalgedik@gazeteduvar.com.tr

Bir süredir ülkede bir kuraklık tartışması var. Ama bu tartışma tamamen sağ bir çizgiden, iktidarın politikaları ekseninden yürüyor. Ucu halka dokunan, Ayşe teyzeye dokunan bir tartışma. Zaten her şeyin suçlusu halk. Siyaset zaten topu başkasına atma sanatı, bilirsiniz.

Marx, egemen olan fikirlerin egemen sınıfın fikirleri olduğunu söyler. Egemen fikirler kuraklıkta tabii ki halkı suçlayacak, o dişini fırçalayan halkı. Reklamlar ve kamu spotları da bunun propaganda aracı zaten. Bugünlerde yalanlar ve ezberler üretiliyor. O ezberler yüzünden sorgulamıyor, doğrudan kullanıyoruz. Yalan bir bilgi gerçekten daha hızlı yayılıyor. Bu işlere kendini vakfetmiş üniversitelerimiz, sivil kuruluşlarımız ve onların PR şirketlerinin eşsiz bir başarısı bu.

Tabii ki “iktidarın güçlü olduğu” ezberi de bunun devamı. Bunun cevabı “iktidarın zayıf olduğu” iddiası değil. İktidar her sabah binlerce fabrikada üretimi, binlerce işyerinde çalışma biçimini her gün her gün üretirken bizim de buna karşı gerçeklerin üretimini yapmamız kolay değil.

Neden bu kadar geniş bir viraj alarak konuya geldik? Eğer kuraklık meselesinin siyasi zeminini görmezseniz bu iş olmuyor. Kuraklık meselesinin teknik ve politik boyutunu ilişkilendirmezseniz de bu iş olmuyor.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM) analizlerine göre 3 aylık periyotlar halinde en şiddetli kuraklığı yaşıyoruz. Bunun benzerini 2 yıl evvel yaşamıştık. 2017-2018 dönemi 24 ay kadar süren kurak bir dönemdi. MGM’nin 24 aylık endeksleri bizlere bunu söylüyor. O dönemin sonuna doğru kuraklıktan daha büyük sorun olduğunu, ortada bir “Kuraklık A.Ş.” politikası olduğunu hep beraber tartışmıştık. Bugün yaşanan bu kuraklığın arkasındaki politikaları anlamak için o gün yaşanan o kuraklığı incelemenizi tavsiye ederim.

Şimdi tehlike daha büyük.

3 aylık dönem olarak en kötü dönemi geçiriyoruz. 6 aylık dönemde de öyle. Eğer bir kuraklık döneminin sonunda isek sorun değil. Ama başı ise iş ciddi. Bu kış kar yağmazsa ya da az yağarsa yüksek ihtimal 90’lardan bu yana en kurak 12 ayı geçireceğiz.

Kasım ayı için 6 aylık kuraklık analizi (Kaynak: MGM)

KAHROLSUN KURAKLIK FIRSATÇILIĞINIZ

Ortada iklim meselesi, salgın meselesi varken üstüne kuraklık meselesi çıktı. Ama daha kötüsü kuraklık fırsatçılığı, kuraklık popülizmi var ki, bu hepsinden de kötü. Halkı tasarrufa davet edip hâlâ kuraklığı besleyen siyasetçiler her yerde.

TV’ler kuraklığın geldiğini gösterişli bir şekilde anlatırken, AK Parti başkanı en üst perdeden konuyu dillendirirken, tam teslim olacağınız an sizlere uzmanların tavsiyesi ile zehri içiriyorlar. Zehir çok basit, sisteme dokundurmadan, onun “Kuraklık A.Ş.” modeline zeval getirmeden sorunu çözmek. Yolu da basit, sorumluluğu halka çıkarmak, bizleri suçlayan, halkı sorumlu tutan reklamları servis etmek. Ama unutmayın, Türkiye’de şebekeye giren her 3 litre suyun en az bir litresi daha eve gelmeden kayboluyor. Bu bir litre kaçak ve kaybı önlemiyoruz. Çünkü salgında insanlara ellerini yıkayabilecekleri lavabolar açmayan belediyeler diş fırçalarken açık bırakılan su ile ilgilenmeyi tercih ediyorlar.

Ama umurlarında değil. Çünkü ortada büyük bir soygun ekonomisi var ve şu an kuraklıktan daha tehlikeli.

KURAKLIK ANALİZİ

Belli sıklıklarda kuraklık yaşandığını, hatta bu yıl ve önümüzdeki yıllarda bir kuraklık ihtimalinin yüksek olduğunu konunun duayenleri zaten söylüyordu. Bu kadar bilinmesine rağmen kimse kılını kıpırdatmadı.

Meteoroloji alanında çalışanlar 4 aşamalı bir kuraklık tanımlıyor; meteorolojik, hidrolojik, tarımsal ve sosyal kuraklık. Yağışların azalması ile ortaya çıkan meteorolojik kuraklık, bunun devam etmesi ile su kaynaklarında azalma, baraj ve göllerde azalma, akarsularda ve özellikle kaynak sularında azalmayla karşılaştığımız hidrolojik kuraklık, daha ileri aşamalarda ortaya çıkan tarımsal kuraklık ve bunun ilerlemesi ile ortaya çıkan sosyal kuraklık.

Meteorolojik kuraklığı geçtiğimiz ortada. Bazı kentlere su sağlayan barajlarda su seviyesinde azalma haberleri de hidrolojik kuraklık sinyalini verse de henüz tam o aşamada mıyız bilmiyorum. Eğer bu kış kar yağmazsa çok güçlü bir ihtimal tarımsal kuraklık gelecek.

Ama burada bir kuraklık var, o da politik kuraklık. Literatürde yok ama veriler bu tanımı gerekli kılıyor.

POLİTİK KURAKLIK!

Bu teknik aşamalara bakarsak evet, tarımsal bir kuraklığa giriyoruz. Ancak bunun siyasi bağlantılarını, üstü örtülen gerçeklerini vs. dikkate alırsak aslında başka bir yerdeyiz. Bunu da Meteoroloji değil, EPDK verilerinden söylüyorum!

EPDK aylık olarak sektörel tüketim rakamlarını açıklar. Bu sektörlerden biri de tarımsal sulamada kullanılan elektrik. Yani tarlaya kuyudan, kanaldan, akarsudan pompa ile su çekmek için harcanan elektrik miktarı. Genelde bir önceki yıla göre benzer bir oranda su çekilir. Nitekim geçtiğimiz temmuz ayında 1,8 milyon KWh elektrik sulama için kullanılmış. Bir önceki yıldan sadece yüzde 5,55 az. Ağustosta bostanlarda sebzeler toplanmış, su kullanan yerlerde pek suya ihtiyaç duyulmamış. Kullanılan elektrik 0,68 milyon KWh’a düşmüş. Bir önceki yıldan yüzde 4 kadar fazla. Her şey normal. Ama eylül ayında garip bir şey olmuş. Eylül zaten çok yağışlı değildir ama bir önceki yıla göre elektrik tüketimi yüzde 70 artmış ve 1,8 milyon KWh’da dayanmış. Böylece şebekeden en fazla elektriğin tüketildiği temmuz ayı kadar çok elektrik çekilmiş.

Bu sadece yağış ile açıklanamaz. Bu aslında yeraltından daha derinden su çekildiği anlamına da geliyor. Çünkü su çekildikçe daha çok elektrik yakmak zorundasınız. Muhtemelen temmuz ayının çok altında su çekildi ama daha derindeki su için daha çok motor çalıştı.

İşte bu başka bir şey.

Birincisi, salgında gelir elde edemeyen çiftçi parasını elektriğe yatırdı. Köylü kaybetti, enerji şirketleri kazandı.

İkincisi, daha derinden su çektiği için geleceğini öldürdü. Köylü kaybetti, gelecekte ürünü ithal edecek şirketler kazandı.

Üçüncüsü, bunu hiçbir kamu kurumu değerlendirmeye almadı. Çünkü kamu halka değil, sadece ve sadece iktidara çalışıyor.

Dördüncüsü, bunu siyaset de gündem yapmadı. Çünkü EPDK bu verileri toplarken mecliste Elektrik Piyasası Kanunu görüşülüyordu. Bu siyasetin konusu değildi.

Beşincisi ise, yukarıdakilerin toplamı -ki bu da aslında politik kuraklık demek. Literatüre şimdi girdi. Salgında halk can derdinde iken, köylü suyun damlasının derdinde iken, politikanın -kurumu, iktidarı ve muhalefeti ile- derdinin olmaması durumu aslında.

Ama tabii politikaya kızıp sıyırmayalım kendimizi. Siyasetin o araçlarını bizler de üretiyoruz. İktidarı eleştirmek kolay ama politika üretmek işimize gelmiyor.

Grafik: Tarımsal sulama için kullanılan elektriğin miktarı (milyon kwh olarak sol sütun) ve önceki yılın aynı ayına göre değişimi (sağ sütun) 

KURAKLIK-20 ÇÖZÜM PROGRAMI 

O zaman çözüme geçelim. Bu kuraklık popülizmine karşı ne yapacağız? Salgında kuraklık meselesine dair biz ne önereceğiz?

Birincisi, kuraklık konusunda belediyenizi inceleyin. Su politikalarını ölçüyor mu, raporluyor mu, halka açık olarak paylaşıyor mu? Bilmeden politika üretemezsiniz. Bunu belediye başkanlarınıza anlatın. Böyle yapmayanlara inanmayın.

İkincisi, faturayı asla halka çıkarmalarına izin vermeyin. O politikaları kurgulayanlar sorumlu. Ayrıca halka dürüst olsunlar. Emin olun doğrular bu ülkede en birleştirici şeydir, sorumluluk verir.

Üçüncüsü, belediyenin yasal sorumluluklarını örtbas etmesine göz yummayın. Yasal olarak öyle görev ve yetkileriniz var ki, bunları bilmeden siyaset yaparsanız kaybeden kent olur. Mesela Ankara’da sokak ortasında deterjanla araba yıkayabilir, o suyu caddeye, ağaç dibine boşaltabilirsiniz. Ama buna hiçbir belediye müdahale etmiyorsa yasal sorumluluklarını örtbas ettikleri, mevzuatı uygulamadıkları, görev ve yetkilerini kullanmadıkları anlamına geliyor.

Dördüncüsü, belediyeniz yetki alanınızı suistimal etmesin. Ellerindeki raporları, somut verileri kuraklık meselesinden okurlarsa göz boyamak yerine somut işler üretebilirler.

Beşincisi, imar kararlarını ve asfalt ihalelerini durdurmalarını isteyin. Ankara Büyükşehir Belediyesi sadece aralık ayında 4,5 milyon ton asfalt ihalesine çıktı, 140’tan fazla imar kararını meclisten geçirdi, her yağmurda su basan battıçıktıların birini daha TRT kavşağına yapma kararı aldı. Gökçek dönemi ile yarışan bu politikalar bu kuraklığın daha şiddetli, gelen yağışın da sel felaketine dönmesinin garantisi.

Bu beş şartı yapmadan politika üretemezsiniz. Bu beş şart olmazsa sadece vatandaşı suçlarsınız, onun diş fırçalamasına laf edersiniz. Ama aklınıza hiçbir zaman “neden salgında şehirlerimizde el yıkanabilecek lavaboları kuramadık” sorusu gelmez ama deterjanla yer yıkama gösterileri gelir.

Herkesin bildiği ve beklediği kuraklık geldi. Bu kuraklığın köylüyü soyduğu biliniyordu ama kimse bunu söylemiyordu. Sadece tarımsal sulamada eylül ayında patlayan tüketimi, bu ülkede bir dram yaşandığını görebilirdiniz. Şimdi kuraklıkta suçu HES ve asfalt-beton şirketlerine değil, halka atma zamanı. Her 3 litre suyun bir litresinin kaçak ve kayıp olduğu ve bu konuda neredeyse pek ilerleyemediğimiz bir yerde gariban halkı suçlamak çok kolay. Ama ortada bir salgın var.

Ama salgından ve de kuraklıktan daha tehlikeli olan ise kuraklık fırsatçılığı.

Tüm yazılarını göster