Covid-19 salgınının kent yoksulluğuna etkileri
Covid-19, kentleşmeyi tersine çevirmeyecek. Özlemler ve daha iyi bir yaşam peşinde kentlerde ve kasabalarda bir araya gelme dürtüsü devam edecek. Ancak, kolektif refahımıza net bir şekilde odaklanarak bu kümelenme sürecini daha kapsayıcı hale getirerek kentlerdeki yoksulluğu ve eşitsizliği de olabildiğince azaltma şansımız var.
Tahsin Bakırtaş*
Kentler, ekonomik ve toplumsal dönüşümün gerçekleştiği, üretim, tüketim, istihdamın ve refahın yaygın olduğu alanlar kadar, eşitsizliğin ve göreli yoksulluğun da en şiddetli yaşandığı alanlardır. Kentler, sadece yüksek nüfus yoğunluğuna sahip yerler değil, aynı zamanda mekânsal kırılganlık ve eşitsizliğin yoğunlaştığı yerlerdir.
Hızla kentleşen bir dünya ile karşı karşıyayız. Bugün dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ı kentlerde yaşamaktadır. Kentlerdeki yaşam ise her açıdan eşitsizliğin yoğunlaştığı bir yaşama dönüşmüştür. Bu anlamda, 1980’den bu yana dünya kent nüfusunun yaklaşık üçte ikisinden fazlası için, eşitsizlikler artmıştır. Kentlerdeki eşitsizliğin ekonomik, sosyal ve mekânsal tezahürleri vardır ve gelir, tüketim, fırsatlar, istihdam, sağlık, eğitim, teknoloji, kamusal alanlar, belediye hizmetleri ve özel mallara farklılaştırılmış erişim boyutludur. Bu nedenle kentler; yetkilerin, hizmetlerin, sesin ve gücün eşit olmayan dağılımıyla nitelenir olmuştur.
Eşitsizlikler, belirli yerlerde dezavantajların dikkat çekici yoğunluğuyla, kentsel mekânın üretilme ve tüketilme şekline yansır. Kentler, her zamankinden daha fazla, çeşitli sosyal, kültürel ve ekonomik dışlanmayı kendi içinde barındırmaktadır. Eşitsizlik, ekonomik, politik ve sosyal hayata tam katılımının dışında tutulan kadınlar ve kızlar, yaşlılar, engelliler, göçmenler, mülteciler ve yoksulluk içinde yaşayan insanlar gibi hassas grupları güçlü bir şekilde etkilemektedir.
Covid-19 salgını dünya çapında hayatları ve ekonomileri altüst etti, ancak bundan en fazla etkilenen kentler oldu, kentlerde yaşayan yoksullar oldu, kentlerdeki güvencesiz-korunaksız insan kümeleri oldu. Covid-19 virüsü, sosyal mesafenin olanaksız olduğu ve sanitasyonun yetersiz kaldığı yoğun mahallelerde büyüdü; yoksul-korunaksız gruplar ya var olan gündelik işlerini kaybettiler ve açlığa mahkûm edildiler, ya da kent içinde ve çevresinde iş sağlığı güvencesinden yoksun çalışmaya devam etmek zorunda kaldılar.
Covid-19, kentlerdeki var olan derin yoksulluğu ve eşitsizlikleri görünür kıldı ve şiddetlendirdi. Covid-19 salgını, en fazla kentlerin periferisinde yaşamlarını sürdüren en savunmasız ve hastalıktan ölme olasılığı en yüksek olan yoksulları etkilemiştir. Bu insanlar kentteki en korunaksız insanlardır. Gündelik güvencesiz işlerde çalışırlar ve gündelik yaşarlar. Bu insanlar geçim kaynaklarından mahrum bırakılmıştır. Bu insanların çocuklarının çoğunun internet erişimi yoktur, bu nedenle bir yıldan fazla bir süre resmî eğitim kaybetmiş durumdadırlar. Kentlerdeki risk altında olan ve toplumda damgalanmayla karşı karşıya kalan yaşlılar, sosyal etkileşim fırsatları olmadan evlerine hapsedildiler. Kentlerdeki göçmen işçilerin bir kısmı, yoksulluğun geleceği ile yüzleşmek için zorlu yolculukların ardından evlerine döndüler. Diğerleri hastalığa yüksek oranda maruz kalan derme çatma evlerinde ya da bekar odalarında derin yoksulluklarına yaşamaya terk edildiler.
Covid-19 salgını baş gösterdiğinden bu yana, tüm dünyada kentler eşitsizliğin derinleştiği, yoksulluğun kaba biçimde yaşandığı alanlara dönüştü. Bu süreçte yoksullar ve her an yoksulluğa düşecek kırılgan kesimlerin gelir düzeyleri düştü, birçoğu işini-aşını kaybetti. Çünkü düşük gelirli işçilerin işlerini kaybetme veya işten çıkarılma riski en yüksek olan kesimdir.
AB’nin resmi istatistik birimi Eurostat verilerine göre, Covid-19 salgını başladığı dönemden bu yana kentlerdeki düşük gelirli işçilerin işini kaybetme ve işten çıkarılma oranı, orta gelirlilere göre daha fazla iken, orta gelirlilerin de yüksek gelirlilere göre daha fazladır. Bu verilere göre, bir işçinin geçici işten çıkarılma ya da işini kaybetme riski, düşük gelirli işler olarak görülen konaklama ve gıda sektöründedir. İşlerini kaybetme ya da işten çıkarılma riski en yüksek grup ise geçici işçiler, istihdam edilen gençler (16-24 yaş) ve düşük nitelikli mesleklerde görülmüştür. Tüm bunlar, AB’de bile, -kentlerde yoksulluk eşiğinde olan bireyler de dahil olmak üzere- düşük gelirli kişilerin çalıştığı sürece hayatta kalabilmesini sağlayan geliri elde ettiğini ve Covid-19 salgınında da bu olanaklardan birçoğunun yoksun kaldığını ortaya koymaktadır.
Türkiye’de de durum çok farklı değildir. TÜİK mikro verileri kullanılarak Dünya Bankası'nca hesaplanan veriler incelendiğinde, Covid-19 salgınından en çok etkilenenlerin kentlerdeki korunaksız kesimler olduğu görülmektedir. Nitekim veriler incelendiğinde işten çıkarmanın daha çok SGK sisteminde yer almayan kayıt dışı çalışanlarda, düşük nitelikli işlerde çalışan işçilerde ve kadınlarda yoğunlaştığını görmekteyiz. Türkiye’de kadın istihdamı ağırlıklı olarak konaklama, gıda, turizm, çocuk, yaşlı bakımı, gündelik ev işleri gibi diğer hizmetlerde yoğunlaşmıştır. Bu sektörler Covid-19 salgınından en fazla etkilen sektörlerdir. Dünya Bankası verisine göre, kadınların işsiz kalma riski erkeklere göre üç kat daha fazladır.
Dünya Bankası’nın TÜİK mikro bazlı verilerden elde etmiş sonuçları incelendiğinde daha dramatik olanı ise kent yoksulları olarak nitelendirilen en alt yüzde 40’lık dilimde yer alan yoksul ve her an yoksulluğa düşecek kırılgan, korunaksız insanların, Covid-19 salgını sürecinde kaybedilen her 10 işin 6’sını oluşturmasıdır. Ondalık gelir dilimlerine ayrılan iş kayıpları incelendiğinde en fazla iş kaybına uğrayan dilim en alt 2'nci ondalık dilimdir. Birinci ondalık dilimde yer alanların ağırlıklı olarak daha zorunlu işleri yapmaları nedeniyle, iş kayıpları ikinci ondalık dilime göre daha az olmuştur. Bu ikinci ondalık dilim dışında gelir dilimleri yükseldikçe iş kayıplarında yüzdelik oranlar düşmektedir. Nitelikli işlerde yer alan ve en yüksek kazanç elde eden tepe yüzde 10’luk kesimde yer alan çalışanlarda ise net istihdam artışı gerçekleşmiş olup bu artış düzeyi yüzde 5 düzeyindedir. Covid-19 salgını sürecinde tepe yüzde 10’un altında ve alt yüzde 40’ın üzerindeki yer alan ve çalışan orta sınıf olarak adlandırılan kesimde gelir düzeyindeki yüzde 10’luk dilimlere göre farklılaşma söz konusu olup, 10’luk dilimler tepeye doğru yaklaştıkça iş kayıpları azalmaktadır. Daha çok işini kaybeden yoksul, kırılgan ve alt-orta sınıf insanları, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Bursa, Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa gibi büyük kentlerin periferisinde, gecekondu alanlarında yaşamaktadırlar.
Türkiye’deki iş kayıplarının dışında işten çıkarılmayıp, kısa çalışma ödeneği ve nakdi ücret desteği adı altında kamu kesiminin Covid-19 salgınında geliştirdiği istihdam politikaları çerçevesinde ödemeler yapılmıştır. Bu politikalar eksenli iş kayıplarının artması engellenmiş; ancak milyonlarca insan önceki gelirlerinin çok altında ücret gelirleri ile yaşamlarını sürdürmek zorunda kalmışlardır. Covid-19 salgını kapsamında ekonomik kapanmanın tepe yaptığı Nisan ve Mayıs 2020’de kısa çalışma ödeneğinden yararlanan insan sayısı 3 milyon 300 bine yaklaşmıştır. 2 milyon kişiye de nakdi ücret desteği verilmiştir. Kısa çalışma ödeneğinin 2020 alt sınırı aylık 1.573,46 TL olup, bir asgari ücretli kişi bu ücreti almaktadır. Nakdi ücret desteği ise sabit 1.177 TL’dir. Tüm bunlar düşünüldüğünde yaklaşık 5 milyonun üzerindeki insan 1.177 TL ile 1.600 TL arasında bir ücretle geçinme, ailesine bakmakla karşı karşıya kalmıştır. Birkaç haftada 2 milyon 600 bin kişi iş kaybına uğramış, bunların çok önemli kısmı da düşük gelirli işlerde çalışıp, hiçbir birikimi olmayan, çalıştığı sürece geçimini sağlayan insanlardır. Aynı zamanda, krizin en tepe noktasında, 4 milyon kişi de (istihdamın yüzde 12,3’ü) zayıf iş beklentileri veya okul kapanışları sebebiyle işgücünden çıkmayı veya işgücüne dahil olmamayı tercih etmiştir.
Kentlerde emek kesiminin uğradığı iş ve gelir kayıpları yoksulluğu derinleştirip açlığı görünür kılarken bunlara eklenen kapanan küçük iş yerleri, esnafların iş ve gelir kayıpları; açlığın, yoksulluğun ve eşitsizliğin kanıksanan olağan bir olguya dönüşme riskini de taşımaktadır.
Covid-19 salgını nedeniyle ortaya çıkan gelir kayıplarının yanında, özellikle artan temel gıda ve ulaşım fiyatları, yoksul kesimin ve yoksulluğa her an düşebilecek kırılgan kesimin yoksulluğunun derinleşmesine ve kalıcılaşmasına ek bir yük bindirmiştir.
Tüm dünyada ve Türkiye’deki kentlerde bir yandan aç ve yoksul insanların sayısı artarken, diğer yandan da zenginlerin sayısı ve servet-gelir miktarı da artmaktadır. Dünyanın ve ülkenin geliri ve serveti gittikçe daha yukarıda yoğunlaşmaktadır. Bu da kentlerde görünür olan eşitsizliği daha da derinleştirmektedir. Bu anlamda kentsel yoksulluk; yalnızca bir gelir sorunu değil, daha çok kent içindeki ve kentler arasındaki farklı nüfusu farklı zamanlarda farklı şekillerde etkileyen, çok boyutlu, birbirleriyle kesişen zorluklar dizisidir. Bu bağlamda kentsel yoksulluk; haklar ve refah, marjinalleşme ve damgalama, sömürü ve dışlanma gibi birçok sorunu içerir. Bu nedenle, kent yoksulluğu olgusunun yenilmesinde kent politikaları etkilidir. "Nasıl bir kent?" sorusuna verilecek yanıtlar çerçevesinde belirlenir. Kenti yerel değil, merkez odaklı düşünür ve ona göre politika önerileri geliştirdiğinizde kent insanının yaşam kalitesine katkı yapmak yerine, yaşam kalitesini düşürürsünüz.
Covid-19 salgını, tüm dünyada ülkeleri ve ülkeleri yönetenleri açmazlara sürükledi; en önemli sağlık, ekonomi ve kamu güvenliği konularında karar alma, ulusal düzeyde merkezileştirildi. Yerel yönetimler, olumsuz bir "makaslama etkisi" ile karşı karşıya kaldılar: Sosyal ve ekonomik zorlukları önemli ölçüde artarken, bağımsız hareket etme kapasiteleri ve gelirleri keskin bir şekilde azaldı. Yerel yönetimler ayrıca hem sektörel hem de mekânsal açıdan büyük eş güdüm zorluklarıyla uğraşmak zorunda kaldılar. İnsanların uğradıkları gelir kayıplarını telafi etmede, ilk başvurdukları yerler oldular. Bunlara yönelik politika geliştirmelerinde, özellikle Türkiye’de, merkezî yönetimin birçok müdahalesi ile karşılaştılar.
Hızla kentleşen dünyamız bu salgına etkili bir şekilde yanıt vermeli ve gelecekteki bulaşıcı hastalık salgınlarına hazırlanmalıdır. Hastalığa karşı en savunmasız olanlar, kentlerimizin periferisinde yaşayanlardır. Plansız kentsel yaşam, insanları savunmasız bırakmaktadır. Covid-19 salgını derin eşitsizlikleri ortaya çıkardı ve virüsle mücadelenin kaliteli sağlık hizmetlerine erişimin eşit olmadığı, konutların yetersiz olduğu, su ve sanitasyonun yetersiz olduğu, ulaşım altyapısının düzensiz olduğu ve işlerin güvencesiz olduğu kentsel alanlarda daha zor olduğunu gösterdi.
Covid-19, kentleşmeyi tersine çevirmeyecek. Özlemler ve daha iyi bir yaşam peşinde kentlerde ve kasabalarda bir araya gelme dürtüsü devam edecek. Ancak, kolektif refahımıza net bir şekilde odaklanarak bu kümelenme sürecini daha kapsayıcı hale getirerek kentlerdeki yoksulluğu ve eşitsizliği de olabildiğince azaltma şansımız var. Kentleşmenin dönüştürücü gücünü, sürdürülebilir kalkınmaya doğru kullanmak için çevreci etkili planlama, yönetim ve yönetişime gereksinimimiz var. Büyüme, refah artışı çevreyi yok etme pahasına olamaz. Bu genel strateji bağlamında Covid-19 salgının etkilerini kentlerde azaltmak için, merkezî yapıdan uzak, yerel odaklı geliştirilebilecek politika önermeleri, yalnızca insanların gelir kayıplarına odaklanmamalı, kentlerde yaşayan insanların yaşamının her boyutunda yaşam kalitesini artıracak hak temelli politikaları içermelidir.
*Prof. Dr., Sakarya Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi