Küresel koronavirüsü (COVID19) salgınıyla ülkemizde kısıtlı kaynaklarımız daha etkin kullanılarak mücadele edilecekse başta diyanet, sonra savunma ve ardından örtülü ödenek giderlerinden hızla ve çarpıcı oranda kesintiye gidilebilir. Daha az dua, daha fazla bilimsel araştırma. Daha az çatışma, daha fazla tarama. Daha az şatafat, sağlık çalışanlarına daha fazla destek. Gözle görünür ve kısa sürede yapılabilecekler bunlar.
Almanya –bile- hastanelerin ek ofis binalarını boşaltıp, geçici acil servis koğuşuna dönüştürüyor. İspanya –bile- özel hastaneleri (salgın süresince) kamulaştırıyor. Fransa –bile- lojistik destek amacıyla orduyu devreye alıyor. Biz ise işi sanki hem ağırdan hem hafife alıyoruz. Mesele, krizin halkla ilişkiler yönetimi veçhesi değil. Onu bırakmalı cumhurbaşkanlığının iletişim direktörlüğü düşünsün. Somut, kararlı, köktenci adımlara gereksinim var. Bu tür keskin önlemleri ertelemek ancak maliyeti artıracak.
Kullanabilecek kaynakların sonuna gelinmiş, kasa hepten boşalmış olabilir mi? Sanmıyorum. Varsayalım öyle, darphanede para basıp, fırıncı küreğiyle piyasaya saçmak bile şu verili bağlamda geçerli bir yöntem olabilir. Sonrasını düşünecek anda değiliz. İşi rakip sahada ikinci maça bırakmışız, gol atamadan uzatmalara gelmişiz, daha el belde maçı izleyecek değil, iki stoperi de, hatta kaleciyi de rakip ceza sahasına gönderecek zamandayız.
Eğer geçtiğimiz başkanlık rejimi yürütmede karar almayla uygulama arasındaki süreyi neredeyse sıfırlıyor ise, bu tek merkezde toplanan yetkinin HDP’li belediyelere kayyum atamaya hız vermektense, salgınla mücadele alanında kullanılmasını talep etmek herhalde kamu olarak biz yurttaşların hakkı. Oysa sözkonusu muhataplık iddiamızdan epeydir vazgeçmiş olduğumuz da belli. Özetle, bekleşiyoruz. Muhalefetin ortaya koyduğu performans, o cenahtan da fazlaca bir beklentiye girmemize olanak tanımıyor.
Küresel salgının kamu sağlığına ve salgınla mücadele önlemlerinin de ulusal ekonomiye derin ve yaygın yıkıcı etkileriyle kabaca birbuçuk yıllık bir ufukta birlikte yaşayacağız. Bu süreçte kayıplar vereceğiz, işsizlik artacak zira üretim ve ticaret neredeyse duracak. Bunları söylemek şeamet tellallığı değil. OECD Genel Sekreteri Gurria küresel kalkınma oranının yarıya düşerek yüzde 1.5’a inebileceğini, sözkonusu öngörünün dahi iyimser olduğunu belirtiyor.
Benim görebildiğim kadarıyla Ankara’nın adı konmamış COVID-19 stratejisi üzerinde durduğu varsayım sacayağı şöyle: Salgın kısa sürede atlatılacak. 65 yaş üstü yaşlıların toplumun geri kalanından yalıtılıp, geri kalanı da “sürü bağışıklığı” kazanacak, dolayısıyla yoğun bakım üniteleri yetersiz kalmayacak. Ekonomi motoru durdurulmadan boşa atıp beklenecek, ışık yeniden yeşile döndüğünde, bölgesel üretim üssü olarak Türkiye ileri atılacak. Bu üçlü yaklaşımdaki yüksek risk, tutarsa potansiyel kazancı çarpan etkisiyle artırması, ancak üç iddiadan biri tutmazsa da kuponun hepsinin yatacak olması.
Başka türlü anlatmaya çalışalım: Görünmeyen ve insan yapısı olmayan “düşmana” meydan okunamaz. Siyasetin, kamu yönetiminin, güçlü liderliğin iddialaşma ve meydan okumadan ibaret olmadığını keşfetme zamanı. Ancak aklın ve bilimin rehberliğinde, dayanışma ve sağduyu ile bu badireyi en az hasarla, ama kaçınılmaz biçimde hasarla atlatabiliriz. Yapılacaklar menüsü belli, alakart değil fiks menü. Erken kalkan çok yol alır. Yapılan ise orman koşusunda ağacın ardına saklanıp, diğer koşucular turu tamamlayıp geldiklerinde, grubun önüne çıkmayı beklemek. Tutmaz.