Çukur'un senaristi Gökhan Horzum: Aşırı hassasiyet dramanın gerçekliğine uygun değil

Çukur dizisinin senaristi Gökhan Horzum ekranlardaki şiddetin toplumda etkisi üzerine “Suçu bize atıyorlar ama bu aşırı hassasiyet dramanın gerçekliği değil. Geçen sezon ‘Kökünde ölüm olanın, dalında ölüm olur, meyvesinde de ölüm olur’ diye bir şey yazdım. Çukur, günün sonuna baktığında esasında karakterlerinin hep kaybettiği bir hikaye. Girdikleri yol sevdiklerini kaybetmeye sebep oluyor. Ben hiç bir zaman ölümün methiyesini yapmadım. Karakterlere çatır çatır acılarını hissettiriyorum” diyor.

Abone ol

DUVAR - Türkiye’de televizyon dizilerindeki şiddet sahneleri dizilerin başlamasıyla tekrar konuşulmaya başlandı. Hikayeleri ayrı olmakla birlikte Sen Anlat Karadeniz, Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz, Çukur gibi dizilerde gösterilen şiddet sahnelerinin toplumsal sonuçlarının olduğu sıkça dile getiriliyor.

Toplumsal cinsiyet açısından dizilerdeki erkek karakterler nasıllar? Yapımcılardan “Çatapat (Çatışma sahneleri) tutar, yazın!” gibi direktifler alınıyor mu? Senaryo yazılırken nelere dikkat ediliyor? Misal feminist eleştirilerden çekinildiği oluyor mu? Şiddet, aksiyon sahneleri niçin izleniyor? Çukur dizisinin senaristi Gökhan Horzum’la konuştuk.

Yapımcılardan şu tutar yönünde direktif aldığınız oluyor mu? Misal 'Çatapat (Çatışma sahneleri) yazın, tutar' gibi?

Hayır, yok.

Müdahaleye açık olmamak size özel bir şey mi? Yoksa genel durum bu mu?

Genel olarak yapımcılar senaryoya o şekilde karışmazlar. “Çatapat tutar, çatapat yazın” diye bir şey genelde olmaz ama şöyle bir şey var. Her bölümde bir aksiyon sahnesi kurmaya çalışıyorum. Çünkü bu iş kendi temelinde bir suç draması. Aksiyon serisi böyle bir şey istiyor. Özellikle erkek seyirci bunu seviyor.

‘DRAMANIN KURALI YAPAMADIĞIMIZ ŞEYİN FANTEZİSİNİ YAŞAMAK’

Sizce niye izleniyor, piyasanın tabiriyle niye “Tutuyor” o sahneler?

Ben çocukken İzmir’de Civan sinemasına giderdim. Bruce Lee filmleri seyrederdim. Çıkınca da karate hareketleri yapardım. Hepimiz bunu yapardık. Bence dramanın kuralı yapamadığımız şeyin fantezisini yaşamak.

Türkiye’ye has bir durum değil yani?

Hayır, kesinlikle değil.

Bunu size sormam garip kaçabilir. Dizilerdeki erkek karakterler sizce nasıl? Çukur’da dahil olmak üzere buram buram ataerkillik kokan bir durum var mı?

Çukur’da var. Benim anlattığım hikaye İstanbul’daki bir suç ailesinin hikayesi. Dolayısıyla yarı feodal kökenden gelen gelenekçi bir ailenin babası İdris Koçavalı. Kökleri Anadolu’ya dayanıyor. Orada bir köylü ailesi oğlu olarak yetişmiş. Çok sert bir babayla büyümüş. Feodal yanı olan gelenekçi bir ailenin hikayesini anlattığım için evet, ataerkillik var ama bu hikayenin gerektirdiği bir şey olduğu için var.

“Genel olarak dizilerde ataerkil anlatılar var” diyorsanız yanılırsınız. Böyle bir genelleme yapamayacak kadar çok drama biçimimiz var bizim. Bunların bazılarında metroseksüel, gayet şık, iyi eğitim almış, ataerkillikten, eril dilden uzak erkek karakterler var.

Popüler dizi zaman zaman absürt görüntüler ile dikkat çekiyor

‘FEMİNİSTLERİN ELEŞTİRİLERİNDEN KAÇMAYA ÇALIŞMIYORUM’

Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz, Sen Anlat Karadeniz gibi diziler de var. Özellikle “Sen Anlat Karadeniz” dizisindeki kadına şiddet sahneleri çok konuşuldu, eleştirildi.

Bildiğim, seyrettiğim için söylemiyorum ama Eşkiya Dünyada Hükümdar Olmaz’da da gene gelenekçi erkek egemen aile anlatılıyor. Orada da gene suç, gene silah. Dolayısıyla orada da ataerkil nüveler ister istemez geçerli. Arka Sokaklar’a bakın. Hiç öyle geleneksel bir erkek yoktur. Geçim sıkıntısı çeken aile babaları, polisler vardır mesela. Diğer diziyi pek bilmiyorum.

Yazarken otokontrol yaptığınız oluyor mu? Misal “Şimdi feministler laf etmesin, eleştirmesin” dediğiniz…

Özellikle ataerkil bir dünya yazmıyorum. Öyle bir alışkanlığım yok. Feministlerin eleştirilerinden özellikle kaçmaya çalışmıyorum. Romantik komedi de yazdım. Bir çok türde senaryo yazdım. Benim derdim RTÜK. O yüzden otokontrol geliştirmek zorunda kalıyoruz.

‘TELEVİZYON İŞLERİNDE SİYASET YAPMAM’

Güncel siyasete değinme gibi mi?

Televizyon işlerinde siyaset yapmam. Ben televizyonun böyle bir görevi olduğuna inananlardan değilim. Çünkü televizyon bir eğlence aracı. İzlediğimiz kanalların yeni tanımı: “Free TV.” Ücretsiz seyredilen kanallar yani. Atıyorum Netflix’te bir sosyalistin hayat hikayesini seyretmeme şansınız vardır. Onu tıklamazsınız ama Çukur’u herkes seyrediyor. Her siyasi yönelimden insan seyrediyor. Ben orada siyaset yapma hakkına sahip değilim. Sigara zaten yasak. İçki kullanımını göstermemek için elimizden geleni yapıyoruz. Daha az küfür kullanıyorum. Bunu çekindiğim için yapmıyorum. Dramanın kendisinde ne gerekiyorsa yapılır. Benim yaptığım karakterler sokakta yaşayan, sert adamlar ve dolayısıyla küfür ediyorlar. Kadına şiddetle ilgili bir şey yapmak istiyorum ama “Yanlış mı anlaşılır, yanlış bir noktaya mı çarpar?” gibi şeyler düşünüyorum. Diğer taraftan kadına şiddet insanların içinde bir yara ve hiç bir şekilde çözülemiyor, yardım edilemiyor. Dolayısıyla çok kızgınlar. Nihayetinde ‘Girmeyeyim hiç oralara’ diyorum. Bu çok doğal. Beni otosansüre iten bir sürü başka şey var.

Örneğin?

Geçen karakterlerden biri, bir kadına kürk alıyordu. Kadın da giyiyordu. Setten “Hayvan hakları savunucuları buna büyük arıza çıkarırlar, kürk yapmayalım” diye aradılar. Kadının yalnızlığını anlatmak için kocasının yerine kürkü yatağa koymuştu. Ona sarılmıştı. Sonra kürkü monta çevirdim. Aksesuar olarak kullansaydım, çıkartılabilirdi ama öyle de değil. Sinirlendim falan. “Burdan da mı gol yiyorum” diye…

Aşırı hassasiyet gibi mi?

Tam dediğiniz gibi. Kelimesi o. Günlük hayatımızda bizi çok acıtan sorunlara çözüm bulamadığımız için aşırı hassasiyet geliştirmiş durumdayız. Türkiye’de hemen her konuda böyle.

‘SEYİRCİ DİZİYE BAĞLANIYOR ÇÜNKÜ HER HAFTA 2,5 SAAT HAYATLARINDAYIZ’

Aşırı ciddiye alma için ne düşünüyorsunuz? Bir dizideki karakter için cenaze namazı kılınmıştı.

O zaten en büyük sorun. Aşırı sevmek, aşırı ciddiye almak bunlar dramayla ilgili bizim en büyük sorunlarımız. Televizyon dizileri her hafta oldukları için insanlar bir alışkanlık yaratıyor. Her hafta 2,5 saat var hayatlarındayız.

Hayatlarının bir parçası gibi mi oluyor?

Aynen öyle… Bu hafta ne yapacak diye onu takip etmeye başlıyor. Dolayısıyla seyirci aşırı bağlılık geliştirmeye başlıyor. “Bu bir drama ve gerçek değil” diye seyretmiyor.

Birkaç gün Avcılar’da daha sonra Gaziosmanpaşa’da motorsikletli saldırganlar ateş açarak yaralanmalara sebep oldu. Benzer haberleri okuduğunuzda, “ ‘Çukur’u’ yazıyorum. Etkisi oluyor mudur?” diye tereddüt ettiğiniz oluyor mu?

Hayır ama şu oluyor. Direk “Çukur” yüzünden demiyorlar, endirekt televizyondaki şiddet dizileri diyorlar ama o diziler içinde “Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz” var, “Çukur” var ve iki tane daha dizi vardır. Direk suçu bize atıyorlar ama bu aşırı hassasiyet dramanın gerçekliğine uygun değil. Geçen sezon “Kökünde ölüm olanın, dalında ölüm olur, meyvesinde de ölüm olur” diye bir şey yazdım. İsa’nın (Hz. İsa) lafı: “Kılıçla fetheden kılıçla ölür” meselesi. Şiddetle çözüm bulunursa, şiddetle devam eder. Çukur, günün sonuna baktığında esasında karakterlerinin hep kaybettiği bir hikaye. Girdikleri yol sevdiklerini kaybetmeye sebep oluyor. Ben hiç bir zaman ölümün methiyesini yapmadım. Karakterlere çatır çatır acılarını hissettiriyorum.

‘AKSİYON SAHNELERİNDE İLLÜZYON YARATMAYA ÇALIŞIYORUZ’

Çatışma sahnelerinin biri çok konuşuldu. Meşhur lastiğin içindeyken çatışılan sahne. Absürt bir vaziyet hakikaten vardı. Sebebi nedir?

Loş Sohbet’te Erkan Kolçak Köstendil çok güzel anlatmış meseleyi. Her hafta 140 dakika çıkması gereken bir dizi yapıyoruz. Yani her hafta kanala 140 dakikalık kasedi teslim etmemiz gerekiyor. (Horzum, “Hala kaset deriz” ona diye açıklama yapıyor) O bölüm müthiş bir aksiyon bölümüydü. Aksiyon sahnelerinden uzatabilecekleri yerlere bakıyorlar. Aksiyon sahneleri hızlıdır biliyorsunuz. Montajı hızlı akışla yapılır. Neden? Çünkü orada bir illüzyon yaratmaya çalışıyorsunuz. Kimse kimseyi sonuç olarak dövmüyor. Bir koreografi içinde yapmaya çalışıyoruz ki estetik görünsün. Yıllar önce Civan Sineması’ndan çıktıktan sonra havaya tekme atmam gibi insanları gaza getirsin. O sahneleri 8 dakika, yayarak yayınladığınızda aksiyon sahnelerinin bütün açıkları ortaya çıkar. Bütün mesele orada yerli dizinin yersiz uzun olması. Dünyada televizyonda en uzun drama yapan biziz.

İzle izle bitmiyor…

Eeee yaz yaz da bitmiyor. Çek çek de bitmiyor. “Biz beceremiyoruz” zannediyorlar. Amerikalıları getirsinler. Bütçen bu kadar, bir gün içinde hadi bakalım başla desen, sahnenin on dakikasını çekemezler. Bu anlamda çok büyük işler beceriyoruz. Bunu yaparken kaliteden feragat ediyor muyuz? Ediyoruz.