Cumhur ya da Millet oportünizmi ve Kürt siyaseti

Edirne-İmralı, Diyarbakır-Ankara ve benzeri oportünizm bataklığında debelenmekte ısrar ettikleri sürece, cumhurun da milletin de işi zor. Prensiplerin netleşmesi ve stratejik kararlar alınması gerekiyor.

Zafer Yörük yazar@gazeteduvar.com.tr

“Edirne, İmralı’ya hesap verecek.” Cumhurbaşkanının bu açıklaması üzerine üretilen yorumlarla Kürt siyaseti yeni yılın gündemi içinde görünür bir madde olarak belirdi. Yorumlara bakılırsa Kürt siyasetinin birbiriyle anlaşmazlık içinde iki (bazılarına göre üç) kanadı mevcuttu. ‘İmralı’ kod adıyla cümle içinde kullanılan PKK lideri Abdullah Öcalan’ın, ‘Edirne’ kod adıyla anılarak telaffuzundan kaçınılan HDP’nin kurucu lideri Selahattin Demirtaş’la gerek 2019 yerel seçimlerinde gerekse de 2015’te Kürt açılımının sona ermesi döneminde farklı düşünce ve davranış içinde oldukları ima ve iddia ediliyor.

Kürt siyasetinin bu iki önemli figürünün görüş ve düşüncelerini kamuoyu önünde ifade etmeleri mümkün değil. Öcalan, 23 yıldır tecrit koşullarında hapsedilmiş bulunuyor. Demirtaş ise AİHM kararlarına göre çoktan tahliye olmuş olması gereken davalardan dolayı 4 Kasım 2016 tarihinden beri Edirne Cezaevi'nde tutuklu bulunuyor. Bu koşulların birinci sorumlusu olarak ülke cumhurbaşkanının bu kişilerin görüşleri hakkında yaptığı açıklamanın inandırıcılığı kaçınılmaz olarak sorgulanacaktır. Nitekim Demirtaş, bu konuda dışarıya gönderdiği mesajda öncelikle Öcalan’ın tecrit koşullarının kaldırılması gereğini vurguluyor.

Ama bir opotünist hamle olarak Erdoğan’ın açıklaması önem taşıyor. Şöyle ki, 2019 seçimlerinde Öcalan’dan mektup almak son çare olarak akıllara gelmiş ve ters etki yaratmıştı. Bu kez, seçimlerin ufukta göründüğü zamandan başlayarak bu konu uzun uzadıya işleneceğe benziyor; tabii ki arka planda sürekli hızlandırmaya çalışılan HDP’yi kapatma davası eşliğinde. Çarşamba günü, aynı çizgideki bir başka partinin (DBP) Diyarbakır il başkanlığı binasına polis baskını ve arama yapıldığı bildirildi. Belli ki iktidarın hesapları, çoğunluğunu Kürt yurttaşların oluşturduğu HDP seçmen kitlesinin siyasal temsilinin yasaklandığı koşullar üzerine yapılıyor. Havada bir yandan 2015’ten bu yana alışık olduğumuz yasak, baskı ve şiddet öte yandan ise yeni bir açılım ihtimalinin esintileri seziliyor. Bu ikisinin bir arada olması için “esas terörist” ilan edilen HDP ve Demirtaş’ı daha da şeytanlaştırarak “masum Kürt vatandaşlarımızla” aralarındaki farkı vurgulamaktan başka bir yol görünmüyor. Ama bu gidişat, en bilinçli seçmen kitlesi olduğu sürekli vurgulanan HDP ve Kürt seçmeni üzerinde bir kez daha ters etki yaratabilir.

Erdoğan’ın dilinin altındaki pradoksal “açılım müjdesi,” muhalefetin farklı bileşenleri tarafından çoktan ilan edilmiş durumda. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz Eylül ayında “Kürt sorununu HDP ile çözeriz” açıklamasında bulunmuş, İYİ Parti sözcüsü de HDP’nin meşru bir muhatap olduğunu teyit etmişti. HDP kapatma davasının bu açıklamalardan sonra hızlandırılmış olması dikkat çekici. Geçtiğimiz günlerde ise Gelecek Partisi Başkanı Ahmet Davutoğlu ile CHP başkanı Kılıçdaroğlu ardı ardına “açılım” beyanlarında bulundular. Davutoğlu, anadilde eğitimin önemini ve Kürtçe’nin herkesin öğrenmesi gereken kadim bir dil olduğunu vurguladı. Kılıçdaroğlu ise önümüzdeki günlerde Diyarbakır’ı ziyaret edeceğini ilan ederken, “Bu ülkede demokrasi olacaksa bunun yolu Diyarbakır’dan geçer” dedi.

Ülkenin ekonomik kriz üzerine bir de kara kış ortasında enerji krizi içine sürüklenmiş olduğu koşullarda muhalefet liderlerinin Kürt meselesini öne çıkaran siyasal manevralarda bulunmasının iki alternatif nedeni olabilir: Birinci ve zayıf ihtimal, muhalif siyasetin yaşadığı ani bir aydınlanma sonucu stratejik bir dönüşüm içine girmiş olması. İkinci ihtimal ise, seçim tarihinin iyice yaklaşmış olduğu sezgisi içinde hızlı taktiksel çözümler üretme ihtiyacıdır. İkinci ihtimal üzerinden akıl yürütüldüğünde, her iki açıklamada da Eylül’deki beyanların aksine HDP’nin adının geçmiyor olması dikkat çekecektir. Bu durumda, Millet İttifakı partilerinin HDP’siz bir seçim süreci içinde “serbest kalacak” Kürt seçmenini cezbetme çabası içinde oldukları sonucu çıkar. Kürt oylarının, belki Öcalan’ın da destek vereceği parlatılmış bir yeni açılım hamlesi vaadi eşliğinde AKP’ye yönelmesi ya da HDP’nin kendilerinin meşru siyaset zemini dışına itildiği koşulları protesto amaçlı seçim boykotu çağrısı sonucu muhalefetin seçim aritmetiğinde geriye düşmesi tehlikelerinin şimdiden önünü alma çabası…

Taktik manevra ve pragmatizm, siyaset sanatının önemli unsurlarıdır ama prensip sahibi olmak uzun vadede kesinlikle kazandırmanın yanında bazen kısa vadede bile bu hareketlerden daha kazançlı sonuçlar doğurabilir. Bugün muhalefetin Kürt siyaseti ile imtihanında benzer bir eşikte bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. HDP’nin kapatılması ihtimali üzerinden siyaset üretmek yerine Kürt davasını savunan seçmen iradesinin meşru adresi olarak HDP’yi net biçimde savunarak AKP rejimine karşı direniş hattını omuz omuza inşa etmenin, dar kafalı ‘milletçi’ muhalefetin tahayyülünü aşan bir perspektifi gerektirdiği, asıl sorunun böyle bir temel demokratik prensibe yabancı olmaktan kaynaklı olduğu anlaşılıyor.

Muhalefette aniden depreşen Kürt sempatisi, bir seçim taktiği olmanın ötesinde stratejik bir dönüşüm kararının yansıması da olabilir. Bu ihtimale dikkat çeken kaynaklar, Türkiye’nin yedi yüz yıllık bir devlet geleneği üzerinde var olduğu ve Kürt meselesinde inkâr pozisyonunda ısrarcılığın, örnekleri birçok bölge ve komşu ülkede görülmüş dağılma, iç savaş, çökmüş devlet gibi sonuçlara yol açabileceğinin bu gelenek tarafından idrak edilmiş olması gerektiği tezini savunuyorlar. Öyleyse, gerek AKP’nin gerekse millet ittifakının seçim odaklı ve taktiksel görünen manevraları aslında uzun vadeli stratejik bir sürecin ilk adımları olarak okunacaktır. Bu durumda ise HDP’nin kaderi kadar, Suriye’nin kuzeyindeki özerk Kürt oluşumu üzerine de bir perspektif dönüşümü, tarihsel bir zorunluluk olarak kendini dayatacaktır. Türkiye, özellikle Suriye iç savaşı boyunca Kürt sorununu kendi elleriyle sınır ötesine taşıdı ve şimdi de sınır ötesi bir tahayyül içinde bu sorunu ele alarak çözüm önerilerinde bulunmak zorunda. Örneğin, son birkaç gündür IŞİD teröristlerinin Haseke’yi hedef alan saldırılarının Türkiye sınırından Rojava’yı hedef alan askeri saldırılarla eşzamanlı gerçekleşmesinin rastlantı olmadığı, bölgede konuşlu koalisyon güçlerinin ve dünya kamuoyunun dikkatinden kaçmıyor. Stratejik bir paradigma değişikliği, bu çaresiz girişimler yerine kalıcı çözümlerin devreye girmesinin de yolunu açacaktır.

Edirne-İmralı, Diyarbakır-Ankara ve benzeri oportünizm bataklığında debelenmekte ısrar ettikleri sürece, cumhurun da milletin de işi zor. Prensiplerin netleşmesi ve stratejik kararlar alınması gerekiyor.

Tüm yazılarını göster