Başlıktaki soruyu sorduğum, aralarında hukukçular da olan birçok
kişi yüzünde hafif bir tebessümle yanıt veriyor. Bu başlığın,
sorunun retorik olmadığını göstermek için ikinci bir soruya ihtiyaç
var: Cumhurbaşkanı, seçim günü YSK başkanını arar mı? Gerçekliğe
biraz daha yaklaştırmak için ikinci bir soru daha üretelim: Şayet
böyle bir arama olursa diyaloğun tarafları birbirine ne der?
20 yıllık AKP iktidarında gelinen noktayı hepimiz biliyoruz.
Fiili gücü elinde bulunduranların bir şeyi yapıp yapmamakla ilgili
sınırları önceden belirlenmiş kurallarla saptanmıyor. O an,
belirlenmiş güç dengeleri içinde yapıp yapamayacaklarına bakıyorlar
ve yapabildikleri her şeyi yapıyorlar. Bunu her yaptıklarında da
güç dengelerini kendi lehlerine biraz daha bozuyorlar.
Cumhurbaşkanının eline bir deste para alıp yolda dağıtmasıyla, bir
TV kanalının beğenmediği haberi için haber müdürünü araması ya da
bir yüksek yargıca kararından dolayı telefon açması arasında bu
anlamda niteliksel farklar yok.
Aslına bakarsanız Erdoğan’ın HDP’nin Hazine yardımına bloke
konması konusunda Mahkeme’nin verdiği kararı beğenmediği için oy
değiştiren AYM üyesini araması kimseyi şaşırtmadı. Şaşırtıcı olan
AYM üyesinin bu arama hakkında basına konuşması oldu. Seyhan
Avşar’ın haberinin ülkeyi
sarsmamasının sebebi sadece Türkiye’de kuvvetler ayrılığının
ortadan kalkmış olması değil, bunun siyasal kültürümüzce yaygın
biçimde kabul görür hale gelmesi. Bu kabul, baskı araçları
kullanılarak, zor yoluyla ve ödül – ceza mekanizmaları kullanılarak
yaratıldı. Ama ne dersek diyelim, başarılı oldu ve yaygın bir
sinizm yalnızca örgütsüz toplum kesimlerinde değil,
entelektüellerde, profesyonellerde, hatta içkin olarak muhalefetin
önemli bir bölümünde hâkim hale geldi. AYM üyesinin “telefon
görüşmesi”ne ilişkin anlattıklarına yapılan yorumlara baktığımızda
da bu sinizmi görüyoruz. İlk akla gelenin “iktidarda bir dağınıklık
mı var?” sorusu olmasının nedeni bu. Konu hakkında konuşanlara
“ilginç” gelenin Cumhurbaşkanının beğenmediği karar nedeniyle,
içeriği bakımından yargıya müdahale anlamı taşıyan “arama”sı değil;
“arama”nın yargı tarafınca basına sızdırılması olması başlı başına
bunun göstergesi.
Fiili güç dengeleri içinde yapılabilenin gerçeklik olarak kabul
edilmesi ve buna yönelecek tepkinin sinikleştirilmesinde öncelikle
ana muhalefetin birincil derecede sorumlu olduğunu söylemek gerek.
Bugünün meselesi değil, baştan başlayarak. Fakat, önümüzde şu
kritik soru -AYM üyesini arayan YSK Başkanı'nı da arar mı?- sorusu
varken muhalefetin geçmiş sorumluluğunu öteleyip hep birlikte
düşünmemiz gerekene odaklanmak gerek.
Cumhurbaşkanı da dahil anayasa ve kanunlara uygun davranmak
zorunda olan herkesin yapabileceklerinin sınırlarının topladıkları
ve kullanabildikleri güçlerde değil, kendi dışlarında belirlenmiş
kurallarda bulunduğunu etkili biçimde hatırlatmak görevi muhalefet
tarafından bir an önce yerine getirilmeli. Unutulmaması gereken şey
şu: ‘Tek adam yönetimi’ tanımlaması, rejimin çok önemli bir yönünü
gözden kaçırmamıza neden oluyor. Devlet, Türkiye gibi büyük bir
devlet, iki kolu iki bacağı iki eli on parmağı olan bir kişi
tarafından yönetilemez, tek adamın tek adamcıklara ihtiyacı var.
Hem de on binlerce. Dolayısıyla rejime niteliğini veren tek adamdan
ziyade, tek adamcıklar. Demokratik bir geçiş süreci mümkün olacaksa
değiştirilecek olan da sadece tek adam değil, hatta asıl olarak o
değil, tek adamcıklar düzeni.
14 Mayıs gününe kadar ve 14 Mayıs günü açılabilecek telefonlarda
ne tür diyaloglar kurulacağını sadece kurallar belirlemeyecek, bu
kesin; fakat güç dengeleri içinde, merkezileştirilecek muhalefet
gücünü sinizme fırsat vermeden buraya yığmak, o muhtemel telefon
konuşmalarının içeriğini, önceden belirlenmiş kurallara uymak
yönünde değiştirebilecektir.