Cumhurbaşkanı'nın müjdesi: Karadeniz de ısınır mı?

Müjdenin kendisinden bağımsız, Türkiye Akdeniz’den farklı olarak Karadeniz’de dengeleyici ve uzlaşma yanlısı bir ülke konumunda. Kaynak bulunsun ya da bulunmasın, Türkiye'nin bölge politikasının bu kaynakların bugüne kadar yürütülen bölge siyasetine gölge düşürmesinin önüne geçecek soğukkanlılıkta olmasını sağlamak gerekir.

Mühdan Sağlam msaglam@gazeteduvar.com.tr

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 19 Ağustos’ta bir açılışta bugün müjdeli bir haber vereceğini ifade etmesinin ardından medyada bu müjdenin ne olabileceğine dönük tartışmalar dönmeye başladı. Bilgi akışında en öne çıkan konuysa Türkiye’nin Akdeniz ya da Karadeniz’de kayda değer doğal gaz rezervi bulduğuna dönük iddiaydı. Nitekim bazı milletvekillerince de bu iddiaya destek niteliğinde açıklamalar geldi. Türkiye’nin enerji kaynağı araması yaptığı bu iki adresten Akdeniz, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge gibi uluslararası hukukun terimleriyle ve Yunanistan ile Türkiye arasında yükselen tansiyonla sık sık gündeme geliyor. Bu anlamda Karadeniz’in biraz gölgede kaldığı söylenebilir. Bu noktadan hareketle gaz bulunsun ya da bulunmasın, açıklanacak adres olsun ya da olmasın Türkiye’nin Karadeniz politikasını kısaca ele almak dış politikada yaşanan gelişmeleri anlamaya katkı sunacaktır.

TEK EGEMENDEN ÇOK TARAFLILIĞA KARADENİZ JEOPOLİTİĞİ

1991’de SSCB’nin dağılmasıyla sona eren Soğuk Savaş’ın sonuna kadar Karadeniz hep bir egemenin kontrolünde oldu. Tarihin sayfaları biraz yoklandığında, Osmanlı İmparatorluğu’nun imzaladığı en ağır anlaşmalardan biri olan 1774’teki Küçük Kaynarca Anlaşması, Karadeniz jeopolitiği açısından da önemliydi. Anlaşmada Osmanlı İmparatorluğu’nun Kırım’ın bağımsızlığını kabul etmesinin yanında Rus Çarlığı’na Karadeniz’de donanma bulundurma hakkı ve Boğaz'dan geçme serbestisinin tanıması Karadeniz’in Osmanlı’dan Çarlığa geçişinin de tarihi vesikalarından oldu. SSCB kurulduktan sonraysa Karadeniz’in Varşova Paktı ve SSCB tarafından çevrelenmesiyle Türkiye’nin bölgedeki varlığına karşın Karadeniz’de SSCB’nin baskın olduğu sır değildi. Soğuk Savaş sonrasında yaşanan köklü değişimden Karadeniz de etkilendi. SSCB artık yoktu, Varşova Paktı dağılmıştı. Dahası Varşova Paktı ve SSCB’nin üç üyesi (Baltık Cumhuriyetleri) kısa sürede Avrupa Birliği’ne üye oldu. Bunu Romanya ve Bulgaristan’ın NATO üyeliği izledi. Böylece Karadeniz bölgesi, Türkiye, Romanya, Bulgaristan gibi üç NATO üyesi ve Rusya, Gürcistan, Ukrayna gibi ülkelerin kıyıdaş olduğu bir kimliğe büründü. Buysa işlerin tarihsel olarak alışagelen bir egemenin bölgede hakim olmasının daha zor olması demek.

SSCB’deki dağılma sonrasında Türkiye hızla davrandı ve 1992’de Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’ne öncülük etti. Mayıs 1999’da bu örgüt tam teşekküllü bir uluslararası örgüt haline geldi. Örgütün en dikkat çeken nitelikleri, karar alma süreci bakımından çok taraflı bir yapıya yaslanması ve üyeliği, Karadeniz’e kıyıdaş olmakla sınırlandırmaması oldu. Bu nedenle de Arnavutluk, Azerbaycan, Yunanistan gibi ülkeler örgütün üyesi olabildi. Halihazırda aralarında Rusya, Ukrayna ve Türkiye’nin de olduğu 12 ülke, örgüt çatısı altında bir arada yer alıyor. Ancak Karadeniz’de etkinlik yalnızca bu örgütle sınırlı değil, Türkiye’nin buradaki siyaseti de yalnızca örgüt üstünden yürümüyor.

GENİŞLETİLMİŞ KARADENİZ İLE RUSYA ARASINDAKİ DENGE: TÜRKİYE

Karadeniz’e dönük gelişmelerin hızlandığı dönemlerden biri 2001’de ABD’ye dönük terör saldırılarıyla oldu. Geniş Ortadoğu kavramsallaştırmasının yanında Ortadoğu’ya uzanmak açısından stratejik önemde görülen Karadeniz için de söz konusu terim kullanılmaya başlandı. Kavram Irak savaşıyla beraber 2004’te ABD tarafından literatüre sokuldu. Bir anlamda ABD’nin bölgede fiilen yer alarak bölgeyi NATO ve renkli devrimler gibi girişimlerle şekillendirme politikasının adı oldu. Bu politika, Rusya’nın sınırlandırılmasına ve gerektiğinde İran’a uzanmaya, Ortadoğu petrollerinin güvenliğinin sağlanmasına dayanıyor.

Bölgedeki kıyıdaş ülkelerle özellikle Rusya ile dikkatli bir ilişki kuran Türkiye, Rusya’yı tedirgin edecek bir NATO varlığına karşın ikili siyaset ve bölge ülkelerinin katılımını öngören ve bölgedeki ilk ve tek askeri güç Karadeniz Deniz İşbirliği Gücü’nün -BLACKSEAFOR 2001’de kurulmasına ön ayak oldu. Benzer biçimde Türkiye, Karadeniz’e girişi düzenleyen Montrö Sözleşmesi’nin olası ihlalini ve NATO’nun bölgeye girişini önlemek için verilerin Türkiye aracılığıyla NATO ile paylaşıldığı Karadeniz Uyum Harekatı'nı (KUH) 2004’te hayata geçirdi.

Özetlemek gerekirse, Türkiye bir NATO üyesi olmakla beraber Karadeniz’de Rusya’nın tepkisini gözeterek ikili ve çok taraflı ilişkiler çerçevesinde gerektiğinde inisiyatif alarak dengeleyici konumda yer alıyor.

ENERJİ ARAMALARI, ENERJİ HATLARI VE KARADENİZ

Karadeniz’de önemli enerji rezervlerinin olduğuna dönük iddialar zaman zaman gündeme geliyor. Enerji kaynaklarının olup olmamasından bağımsız jeopolitik hesaplarda Karadeniz’i görünürde önemli kılan unsurların başında, TürkAkım, Mavi Akım gibi Türkiye’yi yakından ilgilendiren iki doğal gaz boru hattının geçiş güzergahında olması yer alıyor. Karadeniz’den boru hattı geçirme konusunda Rusya söylemden eyleme geçmiş olsa da AB de benzer bir taleple sık sık gündeme geliyor. Bu noktada Karadeniz’in Hazar bölgesindeki zengin kaynaklarla AB arasında köprü olması arzulanıyor. Rafa kalkan Nabucco bu anlamda akla gelen ilk örnek.

Karadeniz önemli bir geçiş adresi olsa da kendisinin kaynakların merkezi olabileceğine dönük iddia yeni değil. Raporlara göre bölgede doğal gazın yanında 8-10 milyar varil arasında petrol olabilir.

Genel verilerin yanında kıyıdaş devletlerin bir kısmı kendi verileriyle burada arama çalışması yürütüyor. Örneğin 2014’te Batı yaptırımları nedeniyle çalışmalarına ara veren Rusya, Rosneft üzerinden Batı Karadeniz’de İtalyan ENİ şirketiyle beraber arama çalışması yürütüyordu. İkili Akdeniz’de Mısır’ın doğal gaz sahası Zohr’da da beraber çalışıyor. Rosneft CEO’su İgor Seçin’e göre Rusya’ya ait sahalarda 600 milyon ton petrol ve 100 milyar metreküp doğalgaz bulunuyordu. Ancak 2018’de Rosneft ve ENİ’nin aramalarda başarısız olduğu ve ticari değeri olan kaynağa ulaşamadığı duyuruldu. Nitekim bundan kısa süre sonra ENİ bu projeden çekildi.

Rusya gibi bölgede arama faaliyeti yürüten bir diğer ülke Türkiye. Buradaki arama çalışmalarının yeteri kadar dikkat çekmemesinin nedeni, Karadeniz’deki dengenin Akdeniz’den farklı olması. Akdeniz’deki gerilimin aksine Karadeniz’de Türkiye’nin hem karasuları hem de münhasır ekonomik bölge (MEB) konusunda vardığı bir uzlaşma var. Karadeniz’de Türkiye’nin karasuları 12 mil, ilan edilmiş MEB’i ise 200 mil.

Belirlenen sahalar çerçevesinde Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) 2004’ten itibaren bölgede arama çalışmaları yürütüyor. TPAO’nun 2019’daki verilerine göre halihazırda bölgede toplamda 6 adet derin deniz ve 10 adet sığ deniz arama kuyusu kazılmıştır. Akçakoca-3 ve Akçakoca-4 kuyularındaki gaz keşfinin ardından Akçakoca üretim sahasında 24 kuyu açıldı. TPAO hem Türkiye’nin buradaki karasularında hem münhasır ekonomik bölgesinde arama çalışmaları için 2015’te ruhsat vermişti. TPAO’nun bölgedeki arama çalışmalarına 20 Temmuz 2020’de Tuna-1 sahasında araştırma yapmak için Türkiye’nin Fatih gemisi de katılmıştı.

Reuters geçtiği haberde 800 milyar metreküp gaz bulunduğunu ifade ediyor. Ancak gerçek Erdoğan'da. TPAO’nun buradaki faaliyetleri dikkate alındığında Karadeniz’de rezerv bulundu duyurusu sürpriz olmayabilir. Ancak müjdenin kendisinden bağımsız, Türkiye Akdeniz’den farklı olarak Karadeniz’de dengeleyici ve uzlaşma yanlısı bir ülke konumunda. Kaynak bulunsun ya da bulunmasın, Türkiye'nin bölge politikasının bu kaynakların bugüne kadar yürütülen bölge siyasetine gölge düşürmesinin önüne geçecek soğukkanlılıkta olmasını sağlamak gerekir.

Tüm yazılarını göster