Cumhuriyet ve Arî
Arî’nin dizelerinde, müzik kadar sessizlik de önemlidir. Arjen Arî şiiri okurken, bazen bir an için durur ve o sessizliği duyarsınız. O sessizlik, kaybolmuş hikâyelerin, anlatılmayan acılardır.
İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya coşkulu bir bayramı geride bıraktı. Van’da postallar, dev bayraklar, yüksek marş sesleri, ayaklarını yere vurmalar, uygun adımlar. Oh ne güzel cumhuriyet ne güzel şenlikli hava… Savaş uçaklarının alçak uçuşları, kalabalık yığınların tezahüratları. Savaş gemilerinin boğazlardan geçişi, tankların zırhı araçların gösterileri. En sevmediklerimde ritmi olmayan, cırtlak ve aşırı yüksek sestir. Diyarbakır'da her gidişimde savaş uçaklarının alçak uçuşlarıyla, sürekli havalanmalarını özellikle ara gazı vererek çıkardıkları seslerle en nihayetinde bütün bir şehri defalarca taciz edişlerini hatırlattı bana cumhuriyet kutlamaları.
Yılda bir kere bunu yaşayan, pekte hoşlarına giden bu savaş uçaklı gösteriler Kürdistan’da ve Ortadoğu’da her günde defalarca yaşanıyor. Ülkenin batı şehirlerinde yaşayanlar için bir kereden bir şey çıkmaz’dı. Tabii tezahürat yoktu, “hay ben senin de sesinin de” diye tepki gösteriliyordu en fazla. Zaten çoğu kişi alıştığı sese tepki bile vermiyordu, muhtemelen içlerinde biriken öfkenin de pek farkında değillerdi. Ama bir yerde biriken bir öfkenin varlığından haberdardılar. Türkiye Cumhuriyeti'nin yüz birinci yılında meydanlarda, sokaklarda bol bayraklı bir cumhuriyet bayramı kaldı videolarda, görsellerde. Yine bol bol dosta güven düşmana korku salındı. Dost kimdi bu cehennem ateşine dönüşmüş topraklarda, kimdi dost çok merak ediyorum.
Gözlerim Nêçirvan Barzani’nin pastasını aramadı değil. Ulusalcılar ve ulusolcular “en cumhuriyetçi benim” yarışında sürpriz bir atak yeni nesil İslamcılara ipi göğüslediler. Bilici ve Müfit hala çalışıyorlar. Şair Renas Jiyan muhtemelen evden çıkmamıştır. Ece Ayhan her cumhuriyet yoklamasında aklıma ilk gelenlerdendir. Cumhuriyeti bozmuştur, ifşa etmiştir, kalemini korkuyla sallamamış, bana neler olur kaygısından uzak ayna tutmuştur yaşadığı topluma. Ulusalcı Türkçü yazarlar, şairler çok saldırmıştır. Her şiiri, dizesi saldırıyı püskürtmüş, geriletmiş, en nihayetinde saldırganlar tarihin derinliklerinde unutulup gitmiştir. Bazı şairlerin bir iki dizesi sürekli dolaşımdadır. Sosyal maceralarda sürekli önümüze düşer ya da bir çay altığında dizelerini okuruz. Üstat Cegerxwîn’nin Kurdino bibin yek, deyişi düğünlere kadar sirayet etmiştir.
Şiirin gücüne bakar mısınız? Arjen Arî’nin Şêrgele’si politiktir. Cemal Süreya Laleli’den bize seslenir ve hemen akabinde Karakoç iliştirilir dizelerin arkasına. Nazım’ın bir kısrak başı’sı da çok dolaştırılanlardandır. Ece Ayhan devletin ve sistemin karşısına konumlanmıştır, “sivil”dir. Ece ile postal şairleri arasında dağlar kadar fark vardır. Devlet ve Kürtler arasındaki fark kadar büyüktür. Belki devlet ve çocuk arasındaki fark kadardır. Bilici ve Müfit bizi kandıramazsınız, ama Halil İbrahim kurnazlığı da bizi bir yere götürmeyeceği aşikâr. Ece Ayhan baştan söylemiştir “devlet dersinde ölür çocuklar”. Şuraya Ece Ayhan’a bin selam olsun diye şu iki dizemi de eklemek istiyorum. Devlet de ölür geriye ben ve sen kalırız Ece.
Türkiye Cumhuriyeti emekleyerek çürüyor, öyle görünüyor ki ayaklanıp koşamayacak. Yüz yıl bir sistem için emeklemedir, çocuk bile sayılmaz. Kürt ulusu derin vadiler, yüksek dağlar kadar eski bir halktır. Cumhuriyet ve Kürtler arasında rüzgârlar hep sertti. Kadim bir halk ile devlet arasındaki ilişki tarih boyunca acıyla, direnişle ve ölümle geçti. Bu hikâye, bir arayışın hikayesi oldu: var olma, tanınma ve birlikte yaşama arayışıydı. Artık bu arayış içinde olanları pek fazla kimsenin dinlediği de yok. Ya hero ya merro noktasına gelinmiş. Toplum bunu söylüyor bu saraylardan, meclislerden anlaşılacak bir durumda değil. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, modernleşme ve ulus-devlet inşası süreciyle Kürt kimliği, "tek tip" bir ulusun gölgesinde bırakıldı.
Resmi dilin, kültürün, müziğin, edebiyatın, tarih anlatısının bir ulusun bayrağı altında birleşmesi hedeflenmişti; ne var ki, bu tek tipleştirici yaklaşım, yüzyıllardır kendi topraklarında yaşayan Kürtlerin kimliğini görünmez hale getirdi, eşkıya oldular, terörist oldular ama direnmekten, hakkını almaktan, barıştan taviz vermedi. Anadilde eğitim talepleri, kültürel haklar, siyasi temsiliyet hakkı bu halkın kendi ruhunun, sesinin yankısını duyurma çabasına dönüştü. Zamanla bu baskı, dağları mesken eden bir isyana evirildi. Oysa bir halkın kimliği bir “gölge” değil, bir “ışık” gibi düşünülmeliydi. 1921 önemlidir. 1921 yılında kandırılmaya başlanıldı. Ara ara kandırmalar devam etti, oyalamalar durmadan ilerledi.
Bu aralar yine büyük bir oyunun içindeyiz ve sadece komplo-iddialar üzerinden meşgul ediliyoruz. Asıl olanı kaçırmak için biz de sürekli ateşe odun taşımaktan imtina etmiyoruz. Her renk, her dil, her kültür, bir ülkenin gökkuşağını zenginleştirmez mi? Kürtlerin kültürel, siyasal hakları, kimlikleri üzerindeki baskı, yalnızca bir kesimi değil, bir ülkenin vicdanını da yoran bir ağırlık oluşturmuştur. Bakınız İsrail devletinin saldırıları karşında milyonlarca Yahudi devletlerine karşı sokaklarda barış diye bağırdı. Küçümsenen, dışlanan Yahudi halkı dünyaya örnek ve vicdanlı olmayı hatırlattı. Ülkede savaşın durması için Türkler ve kendini Türk zannedenler ne yaptı? Hiç. Savaşı daha büyütmek için askerleri inanılmaz konfor alanları yarattılar. Kutsadılar, alkışladılar, önünde diz çöktüler. Bugün, Kürtlerin talepleri, yalnızca kimliklerini, dillerini, kültürlerini yaşatma değil; aynı zamanda bu topraklarda eşit yurttaşlar olarak kabul edilme arzusu sürekli “terör”le kumpaslarla püskürtüldü. Şairlerimiz özgürlüğe hasret gözlerini yumdular. Arjen Arî’de özgürlük hasretiyle çok erken yaşta aramızdan ayrıldı. Geçen hafta ölümünün yıl dönümüydü.
Arjen Arî [1956–2012], Kürt edebiyatının derin, güçlü kalemlerinden biri olarak, acının ve direnişin sesiydi. Şiirleri; köklü bir kültürün izlerini, dağların yalnızlığını, sürgünün soğukluğunu, özgürlük için çarpan yüreğin sıcaklığını yüzünde taşırdı. Onun dizeleri, yalnızca Kürt halkının değil, yeryüzünün her köşesinde ezilen, kendine bir ses arayan tüm insanların ortak şarkısıydı. Arjen Arî’nin Şiir Dünyası: Dilin ve Yüreğin Yankısıdır. Arjen Arî, yalnızca bir şair değil, Kürt halkının tarihini, kültürünü, varoluş mücadelesini şiirleştiren bir ozandı. Şiirlerinde, dili silaha değil, sevgiye dönüştüren bir dokunuşu hep vardı. Kürtçenin naif, yürekten gelen tınısını özlemleriyle örüyordu. Arî’nin eserleri doğup büyüdüğü toprakların hüzünlü manzarasını yansıtırdı, direnişinin çetinliğini imlerdi.
Bazen bir dağ başında yankılanan bir çığlık, bazen bir köy evinde fısıldanan bir dua gibi duyulurdu. Dizeleri Kürt halkının yaşadığı acıları, göçleri, sürgünleri, kayıpların hikâyelerini incelikle işler fakat bu acıdan yalnızca bir yas değil, aynı zamanda güçlü bir dayanışma doğar; bu dayanışma onun dizelerinin derin dokusunda kendini gösterir. Şiir dünyasında doğa, insana koşulsuz bir yoldaş gibidir; dağlar, vadiler, rüzgârlar, halkının sessiz çığlığını taşırdı. Arî’nin şiirlerinde doğa, sadece bir arka plan değil, adeta bir karakter gibi karşımıza dikilir. Dağlar, köyler, toprak, su… Bu öğeler, Kürt halkının kimliğinin de ayrılmaz bir parçasıdır.
Özellikle dağlar, onun şiirlerinde hem bir sığınak hem de bir sınav alanı olarak çıkar karşımıza. Kürt kültüründe dağlar, özgürlüğün ve direnmenin simgesidir. Arjen Arî de bu simgeleri alır ve yüceltir. Eserlerinde dağ, aynı zamanda yüce bir yalnızlığın sembolüdür; halkının yalnız bırakılmışlığının, dünyanın geri kalanına haykırdığı sessiz bir çığlık. Rüzgârın uğultusunda bir direniş, kar tanelerinde bir hüzün var. İnsan ruhuna ayna olur; toprağın yalnızlığı, halkının yalnızlığı ile birleştirirdi. “Bu toprağın tuzu, kanımdır” der gibidir her dizesi. Arjen Arî’nin şiirlerinde iki ana motif: acı ve umut. Acıyı saklayıp yalnızca umudu yazmaz; acıyı umuda çevirmeyi de bilir, ona farklı kıyafetler giydirirdi.
Zorluklar karşısında yeniden ayağa kalkma gücünü bulmaya bir davettir sesi. Sanki her sözcük, yitip giden bir kuşağın anısını fısıldar. Ancak bu, geçmişe ağıt yakmak değil, geleceğe dair bir inançtır. O, acının kaçınılmaz olduğunu ama umudun da her zaman elimizde olduğunu hatırlatırdı. Dili, bu yüzden hem kırılgan hem de güçlüdür. Ritmik yapısıyla adeta bir şarkı söyler. Kürt halk ezgilerini, dengbêjleri içinde barındırır. Şiirlerinde dil, bazen alçak bir tonda fısıldar, bazen ise bir direniş stran’ı gibi dağlarda yankılanır. Arî’nin dizelerinde, müzik kadar sessizlik de önemlidir. Arjen Arî şiiri okurken, bazen bir an için durur ve o sessizliği duyarsınız. O sessizlik, kaybolmuş hikâyelerin, anlatılmayan acılardır. Şiirleri, yalnızca Kürt halkına değil, ezilmiş, sessizleştirilmiş, yok sayılmış tüm halklara bir çağrı niteliğindedir. Bu yüzden, Ari’nin dizelerini okumak, aynı zamanda bu halkların sesini duyabilmektir. Dizeleri, baskılara, zorluklara rağmen direnmenin güzelliğini anlatır. Dizeleri bir halkın susmayan çığlığıdır. O vakit yazımızı şu dizelerle bitirelim:
çavên min bide, generalê min/gözlerimi ver generalim
tu çavên min bide ji kerema xwe/lütfen gözlerimi ver bana
te du çav hene generalê min/iki gözüm var generalim
min ew winda kirin û du destên xwe/onları kaybettim ve iki elimi
Ez Memedê te me, generalê min/ben senin Mehmed’inim generalim
te ez şandim şer û te negot min/savaşa sen gönderdin ve sormadın
şerê ku tu diçiyê çavan jî dixwe/güttüğün savaş gözleri de yiyor