Türkiye’nin son on yılında, cumhuriyet tartışması, belki de cumhuriyetin kurumsallaşmasının ardından ilk defa siyasetin odağına taşındı. Tartışma, elbette yüz yıla yaklaşan kuruluşun, 1920’lerde çok sık kullanılan ifadeyle yeni Türkiye’nin tarihine taşındı. Siyasetin sembol ve sloganları da Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan izlerden oluşmaya başladı. AKP’nin 2023 hedefi, yeni Osmanlıcı sembolleri ‘ikinci yeni’ Türkiye’nin kuruluşuna işaret ederken, CHP’nin ‘cumhuriyetin kurucu partisi’ iddiası ‘birinci yeni’ Türkiye’nin ortadan kaldırıldığı iddiasını taşıyordu. HDP’nin demokratik cumhuriyet söylemi ise bu ikisinden uzak olsa da ‘birinci yeni’ Türkiye’nin anti demokratik rejim unsurlarıyla mücadele vaadini içeriyordu.
Cumhuriyet, en indirgenebilir tanımıyla, halkın kendi yaşamı ve geleceği üzerine bizzat kendisinin karar vermesidir. On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllara damgasını vuran siyasi mücadelelerin taşıyıcısı olan bu kavram, eşitlik ve özgürlük arzusunun da cisimleşmesi, bayraklaşmasıdır. Cumhuriyet fikri ve cumhuriyetçi mücadele, monarkın tekil iradesinin yerini, farklılıkları ve ortaklıklarıyla çokluğun, gerçek hayatın ve gerçek mücadelenin siyasete egemen olmasının araçlarını geliştirir. Saraylarda hanedan üyelerine ait olan karar verme yetkisinin, bizzat insanların yaşadığı hanelerce, hayat verdikleri sokaklarca, bir araya geldikleri meclislerce, işyerlerince fethedilmesidir cumhuriyet. Cumhuriyet, hayatın büyümesi çoklaşmasıdır. Romalıların sözcüğüyle res publicanın kamusal olanın, herkesin olanın, herkesçe idare edilmesidir. Cumhuriyet, bu yönüyle eşitlik ve özgürlük mücadelesinin temelidir. Oligarşinin, erkeklerin, etnik ya da dini grupların herkesin olan üzerindeki ayrıcalıklarının kaldırılmasının mücadele zemini cumhuriyet fikridir: Herkesin olanın, herkesçe idare edilmesidir.
KESKİNLEŞEN CUMHURİYET TARTIŞMASI
7 Haziran’dan 15 Temmuz’a varan süreçte Erdoğan rejimi; OHAL’in ilanıyla birlikte demokratik siyasi mücadele araçlarını adım adım ortadan kaldırdıkça, cumhuriyet fikri ve mücadelesi, yukarıdaki indirgenebilir anlamına, keskin bir saflaşma ile tekrar taşınıyor: Herkesin olana ilişkin söz ve karar yetkisinin saraylarda değil; herkeste olduğuna. Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüyüşü’nün halkın her kesimi tarafından çeşitli uçlarından çekilerek de olsa bu anlama indirgendiğine kuşku yok. Bu bakımdan kuruluşa ilişkin gerçek bir tartışma, Osmanlı hanedanından Türkiye halklarına geçen karar yetkisine ilişkin eleştirel bir sorgulama, keskinleşen cumhuriyetçi mücadele içindeki safları birbirine yakınlaştırabilecektir ve bunun tam zamanıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ilişkin tartışma bugüne kadar iki ana eksende sürdü. Bunlardan ilki süreklilik kopuş tartışmasıdır. Tartışmanın özü, cumhuriyetin Osmanlı rejiminden, egemen sınıf yapısı ve ideolojisinden gerçek bir kopuş olup olmadığı sorusuna dayanır. Erdoğan rejiminin adım adım inşasını karşımıza çıkaran tarih bu sorunun yanlış kurulmuş bir soru olduğunu gösterdi. Bugün cumhuriyet bir egemenlik biçimi olarak tek adam ya da bir hanedanın mülküne karşı tartışmanın bütün taraflarınca savunuluyor. Cumhuriyetin kuruluşuna ilişkin bir diğer tartışma aşağıdan ve yukarıdan devrim kavramları çerçevesinde yapıldı. Aslında burada bir tartışmadan ziyade 1923 sonrası cumhuriyet idaresinin yeni bir yurttaşlar topluluğu yaratma iradesinde göstermiş olduğu ırksal, sınıfsal, dinsel ve cinsel tekçiliğin güçlü bir eleştirisi hâkimdi.
CUMHURİYETLER ÇATIŞMASI
Cumhuriyete ilişkin bu iki siyasal tartışma, çok şey öğrettiyse de artık tarih tarafından aşılmıştır. Bugün siyasal tartışmanın merkezindeki cumhuriyet tartışmasının odağı bir üst soyutlama düzeyine, cumhurî olanın kendisine tarih tarafından taşınmıştır. Dolayısıyla bugüne ilişkin gerçek bir siyasal tartışma, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda cumhurî olana ilişkindir. 1918’den 1924’e kadar Türkiye Devleti’nin kuruluş süreci, burada karşımıza iki karşıt cumhuriyetin ve iki karşıt kuruluşun dinamik bir ilişkisini gösterir. Marksistler de dahil, neredeyse bütün tarihçiliğimizce görmezden gelinen cumhuriyetin birinci kuruluşu, daha yerel kongreler sürecinden başlayarak yeni devletin sınırlarını bizzat Mustafa Kemal’in ifadesiyle Türk-Kürt ulusal sınırı olarak çizmiş (Misak-ı Milli), halkını (burada elbette 1915’i ve Türkler ile Kürtlerin Ermenilerin yok edilmesi üzerindeki acı uzlaşmasını es geçmemek gerekir) bu sınırlar içinde yaşayan Müslümanlar ve onlarla eşit haklara sahip olacak gayrimüslimler olarak belirlemiş (Anadolulular, Türkiye halkı ile Türk ve Kürt köylüleri ifadeleri halkı tanımlamak için Birinci TBMM’de kullanılmış ifadelerden bazılarıdır), egemenlik biçimi olarak ise doğrudan demokratik yöntemlere gönderme yapan geniş bir otonomiye dayanan konsey-şura biçimine yönelmiştir (1921 Anayasası bu konuda bir uzlaşma olarak okunmalıdır). Birinci cumhuriyetin en önemli cumhurî özelliği, etnik, dinsel ve sınıfsal uzlaşmazlıkların tekçi bir yapılandırılmasının tam aksine bu çatışmaların demokratik bir zemini olarak kurulmasıdır.
Cumhuriyetin ikinci kuruluşu ise benim uzun 1923 olarak adlandırdığım, Halk Fırkası’nın kurulacağının açıklandığı Aralık 1922’den cumhuriyetin ikinci anayasasının kabul edildiği 1924 Nisan'ına kadar geçen dönemde belirginleşmiştir. Bu dönemin özelliği, birinci kuruluşun bütünüyle tersine çevrilmesidir. Benimsenen yeni halkçı ideoloji ekseninde sınıfsal çatışmanın kabulü yerine Türkiye’de ezen ve ezilen sınıfların olmadığı; etnik farklılıkların kabulü yerine herkesin Türk olduğu ve bunun da kabul edilmesi gerekliliği; cinsiyet farkının kabulü yerine “Türk kadınının”, erkeğin yanında yer alması arzusu hakim olmuştur.
SONUÇ YERİNE
Cumhuriyetin iki karşıt kuruluşu ülkenin siyasal çatışmasının dinamiğini de oluşturur. Uzun 1923’te verilen tekçi karar, günümüze kadar çeşitli siyasal araçlarla taşınmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin 1971’den beri verdiği parti kapatma kararları ile Erdoğan’ın rabiası arasındaki benzerliği görmek bile siyasal tartışmanın tam da bugün neden cumhuriyetin kuruluşuna taşınması gerektiğini göstermektedir. Erdoğan rejimi ikinci kuruluş tekçiliğini cumhurî olanı ortadan kaldıracak bir kişiselliğe bürümüştür.
Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşunu o büyük cumhuriyetçi fikirle, herkesin olan üzerinde herkes tarafından karar verilmesi fikriyle; sınıfsal, etnik, dinsel ve cinsel ayrıcalıkların kaldırılmasıyla birleştirmek bugünün keskinleşen cumhuriyet mücadelesini başarılı kılmanın tek yoludur. Adalet herkes içindir, herkesin sınırları genişledikçe cumhuriyetçi fikir kendi tanımındaki sınıra doğru genişler. Cumhuriyet kimsenin ayrıcalığı olmadığı bir düzenin mücadele zeminidir.
* Bu başlık, SBF Anayasa Kürsüsü’nün büyük hocalarından Bahri Savcı’nın 1971’de Demirel ile polemik yaptığı bir makalesinin başlığı ile aynıdır. Bahri Savcı cumhuriyeti savunmayı şöyle içeriklendirmişti: “Bugün cumhuriyeti korumak demek emperyalizm sömürüsünü göndermek demektir; sudan bir devlet kapitalizminin sahte şehirleşme ve sanayileşmenin yarattığı israflı bir burjuvalık çıkarını göndermek demektir; üretimci merceği üzerinde bir halk ekonomisi kurmak demektir; insanın ve üretim güçlerinin onur kırıcı sömürülmesini kaldırarak, insan ve çalışmayı her alanda özgür kılıcı bir haklar ve özgürlükler düzenini ve bağımsızlığını getirmek demektir.”