Bu sene 29 Ekim itibarıyla Türkiye’de cumhuriyetin ikinci yüzyılına girmiş olacağız. Muhtemelen yıl boyu Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yüzüncü yılı çerçevesinde pek çok etkinlik düzenlenecek, yazılar yazılacak ve paneller yapılacak. Bu durumun Türkiye solu içerisindeki zaten güncel olan “solun cumhuriyete yönelik tavrı” nasıl olmalı konulu bir tartışmayı yeniden alevlendireceğine şüphe yok. Basitleştirmek pahasına, diyebiliriz ki muhtemelen bu tartışmaların bir tarafında 1923’ten bugüne Kemalizmle ilişkili baskı, dışlama ve şiddet pratiklerinin bilançosu üzerinden “Cumhuriyet'e” Türkiye tarihinin bütün çözülmemiş meselelerini yükleyen yaklaşım yer alacak. Karşısında ise Kemalist kuruluş sürecinin bir tarihsel ilerlemeye denk düştüğünü vurgulayarak kazanımları itibariyle “cumhuriyetin” sahiplenilmesi gerektiğini vurgulayan bir pozisyon oluşacak. Böyle bir iki karşıt konumun tarifine bakarak bu yazının bir “orta yol” bulma çabası üzerinden yazıldığı zannı oluşabilir. Yazının amacı bu değil. Bu yazı, bugün yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde, küresel ölçekte “Cumhuriyet” üzerinde düşünmenin ve onu sahiplenmenin elzem olduğu ama bunun Kemalizmin içerisine gömülmüş bir cumhuriyet tartışmasından çıkmakla mümkün olabileceği fikrini savunacak ve bu bağlamda da Cumhuriyet üzerinde düşünmeye dair bir yöntem önerecek.
CUMHURİYET VE CUMHURİYET
Yazı içerisinde buraya kadar Cumhuriyet sözcüğünü büyük ve küçük harfle başlayan iki ayrı şekilde yazdığım fark edilecektir. Bilinçli olarak evrensel bir düşünceye ve ilkeler silsilesine denk düşen Cumhuriyeti büyük “C” ile, Türkiye’de ulus-devletin kuruluş sürecinde somutlanan ve son derece değişken olan değerler, normlar, kurumlar ve pratikler bütününe tekabül eden cumhuriyeti ise küçük “c” ile yazıyorum. O halde önereceğim yöntem şu şekilde özetlenebilir: “Cumhuriyeti”, “cumhuriyete” gömülü halinden çıkarıp ayrı bir başlıkta ve evrensel bir ölçekte tarif etmek ve bunun üzerinden “cumhuriyete” dair değerlendirmelerde bulunmak. Bu şuna tekabül ediyor: Cumhuriyeti, onun Türkiye’de somut bir siyasal proje olarak inşa edilmiş hali olan Kemalizmle özdeş, ona gömülü bir iktidar sistemi olarak değil de onu aşan ve ondan bağımsız bir tarihe sahip bir fikir olarak tartışmak ve bu tartışma üzerinden Kemalist cumhuriyete yeniden bakmak. Böyle bir düşünme hattı Türkiye’deki cumhuriyetin kuruluş sürecine, tarih boyunca dönüşümüne ve bugünkü durumuna yönelik yeni bir tartışma alanı açabilir. Sol siyasal öznelerin hem evrensel bir fikir olarak Cumhuriyete hem de Türkiye’deki cumhuriyet projesine yönelik tutumunun belirlenmesinde, genel olarak da solun Cumhuriyetçilikle olan ilişkisinin çözümlenmesinde bu yöntemin bizi Cumhuriyeti Kemalizme gömmekten kaynaklı bazı kısır tartışmalardan kurtarabileceğini düşünüyorum. Bu ve bunu izleyecek yazılarda bu yönteme dair bazı başlangıç önermelerini ortaya koymaya çalışacağım. Bu yazı bu önerilen yöntemin birinci ayağını içerecek: Öncelikle büyük harfle Cumhuriyeti, yani bir fikir olarak Cumhuriyeti, Kemalizm tartışmasının belirleniminden kurtarmak ve onu özerk bir tartışma sahasına doğru çekmek.
İşe öncelikle buraya kadar yaptığımız bir ayrımı, bir “fikir olarak Cumhuriyet” ile somut bir “siyasal proje olarak cumhuriyet” arasındaki ayrımı netleştirmekle başlayalım: “Bir fikir olarak Cumhuriyet” egemenliğin maksadına, kaynağına ve icrasına dair bazı felsefi başlangıç önermelerinin oluşturduğu bütüne denk düşüyor. Bir siyasal proje olarak cumhuriyet ise bu önermeleri temel alan, ama onu somut bir toplumsal formasyondaki karşıtlıkların ve mücadelelerin seyrine göre içeriklendirerek bunun üzerinden belirli bir toprak parçası üzerinde bir egemenlik ilişkisini, bir devlet inşasını biçimlendirme ve meşrulaştırma çabasına tekabül ediyor. Bu ayrımı bir analitik araç olarak işler kılmak için örneğin şu söylenebilir: Türkiye’deki ulus-devletin kuruluş sürecinde Kemalizm, Cumhuriyeti bir fikir olarak temel alan ama günün sınıfsal/toplumsal mücadelelerinin seyrine göre Cumhuriyete ilişkin nosyonların belirli bir şekilde içeriklendirilmesi ile somut biçim kazanmış “siyasal proje olarak cumhuriyetin” örneklerinden birisidir.
“Bir fikir olarak cumhuriyet” ile “bir siyasal proje olarak cumhuriyet” iki ayrı soyutlama düzleminde tartışılması gereken olgulardır. Birinci düzeydeki bir tartışmada benimsenen pozisyon ikinci düzeydeki tartışmaya yönelik bir konumlanma noktası sağlayabilir, ona daha sistemli kılabilir ve ikinci düzeye denk düşen somut bir cumhuriyet projesini yerli yerine oturtmamızı sağlayabilir. Fakat bu tartışma düzeylerinde yapılacak çözümlemelerin farklı ölçeklerde ve farklı soyutlama işlemleriyle gerçekleşmesi gerektiği de açıktır. Türkiye’deki “cumhuriyet” tartışmalarındaki sorun, ikinci düzeydeki, yani Türkiye’deki ulus-devletin inşası ve tahkimi sürecinde sürekli dönüşüm halinde olan cumhuriyete dair çıkarımların çoğunlukla birinci düzeyde bir Cumhuriyet kavrayışına sahip olmadan yapılması ve Kemalizme dair çıkarımların genel olarak Cumhuriyet fikrine mal edilmesidir.
Peki bu iki düzeydeki C(c)umhuriyet tartışmalarının inceleme/düşünme sahasının içerisine neler girer ve bu iki düzey birbiriyle nasıl ilişkilendirilebilir? Bu yazıda birinci düzeyle, yani bir fikir olarak Cumhuriyetle başlayacak ve sonraki yazılarda ikinci düzeye yani Türkiye’deki bir siyasal proje olarak cumhuriyete doğru ilerlemeye çalışacağım.
CUMHURİYETİN SABİTLERİ
Burada karşımıza hemen şu soru çıkacaktır: Gerçekten de bugün biz, Cumhuriyeti ya da Cumhuriyetçiliği niteleyecek sabit ve evrensel bazı değer ve ilkelerden bahsedebilir miyiz? Yani somutluk kazanan cumhuriyet projelerinin tekilliğini aşan ve onlara kurucu bir zemin sağlayan tarihsel sürekliliğe ve evrensel düzeyde bir karşılığa sahip bir fikri çerçeve olarak Cumhuriyet diye bir şeyden söz edebilir miyiz? Siyaset felsefesinde eski Yunan’dan bugüne “Cumhuriyet” kavramına verilen fikri içeriğin değişkenliğine ya da Cumhuriyet sıfatını üstüne alan tarihteki farklı rejimlerin büyük bir çeşitlilik içermesine bakan birisi bunun mümkün olmayacağını savlayabilir. Fakat, tüm bu çeşitliliğin içerisinden Cumhuriyeti niteleyen ve bugünkü dünya halini tartışmak açısından son derece anlamlı olduğunu düşündüğüm bazı “sabitlerden” bahsetmenin mümkün olduğunu düşünüyorum. Bunu yapmak aynı çeşitliliğin geçerli olduğu “demokrasi” kavramı için mümkün oluyorsa neden Cumhuriyet için de mümkün olmasın?
Peki bu “sabitler” neler olabilir? Öncelikle bu sabitlerin egemenlik alanını, tabi sınıfların müdahalesine ve erişimine kapatan her türden tahakküm rejimine (tiranlık, monarşi, oligarşi, plütokrasi gibi) karşı “aşağının”, yani halk tabakalarının verdiği mücadelelerle şekillendiğini söylemek gerekir. Cumhuriyet, egemenliğe katılımın sınırlarını genişleten yeni başlangıç momentlerinin içerisinde bir fikir olarak olgunlaşmıştır. Fransız Devrimi, Cumhuriyeti ulus-devletlerin kuruluş çerçevesi haline getirmesi, dünya-tarihsel bir ilham kaynağı olması ve bugüne bıraktığı mirasla bu başlangıç momentlerinin arasında özellikle referans alınması gereken bir dönüm noktasıdır.[1] Cumhuriyet, bu açıdan aslında egemenliğin ve devletin eski rejimin sahiplerine değil bugüne kadar “sayılmayanlara”, “halka” ait olduğu iddiasının adıdır. Cumhuriyetin bir fikir olarak bu sabiti kendisini alttakilere kapatan bir “eski rejime” (ancien regime)’e karşı muhakkak ki bir çatışmanın içerisinden, onunla tarihsel bir hesaplaşmadan türemiştir. Egemenliğin kaynağı ve öznesi olarak “halkın” kimi içerdiği/içereceği ise somut toplumsal/sınıfsal mücadelelerin konusudur; ve işte bu ikinci düzeyde yani somut cumhuriyet projeleri düzeyinde ele alınması gereken bir meseledir.
Egemenliğin öznesini halka doğru genişletme ve egemenliğin ve devletin halka ait olduğu fikri, kendi içinden başka sabitleri de doğurur. Eğer egemenlik halka aitse, toplumun bütününü ilgilendiren yasalar ve düzenlemeler halkın ortak çıkarları, kamu yararı gözetilerek yapılmalıdır. Yasaların “kamu yararına” uygunluğu fikri o halde Cumhuriyetin ikinci sabiti olarak çıkar.
Üçüncü sabit: Kamu yararı, ancak toplumun bütününü ilgilendiren, onun üzerinde uzlaştığı varsayılan ve değiştirilmesi ancak bir karşı-devrimle mümkün olan bazı etik-politik değerler uyarınca şekillenir. Toplumsal birliğin ancak bu herkesi kapsayan ve birer hukuki norm olarak kalıcılaştırılan “değerler” ile garantiye alınacağı fikri Cumhuriyetin diğer bir sabiti olarak ortaya çıkar. Yine, bu kurucu değerlerin içeriği ve buna mukabil neyin “kamu yararı”, “ortak iyiye” uygun olduğuna karar verecek olan belirli bir tarihsel ve toplumsal bağlamdaki toplumsal mücadelelerdir; yani ikinci düzeyin, bir siyasal proje olarak cumhuriyetin tartışılacağı düzeyin konusudur.
Halkın, egemenliği layıkıyla icra edebilmesi, kendisini bu konuda engelleyecek yerleşik tahakküm biçimlerinin çözülmesini gerektireceğinden bu tahakküm biçimlerine kamu otoritesinin bilinçli müdahalesinin meşruiyeti de başka bir sabit olarak ortaya çıkar. İşte tam da burası fikriyatının merkezinde birey yaşamlarına devletin müdahale etmemesi (non-interference) bulunan liberalizm ile tahakkümü sonlandırmak adına müdahalenin meşruluğu (non-domination) sabitine sahip Cumhuriyet fikrinin çarpıştığı noktadır. Yine elbette, kamu müdahalesi gerektiren tahakküm biçimlerinin neyi kapsadığı da toplumsal mücadelelerin, yani ikinci düzeydeki, somut cumhuriyet projeleri düzeyindeki bir çözümlemenin konusudur.
Diğer bir sabit ise “yurttaşlığa” dairdir ve şimdiye kadar saydıklarımızla yakından ilgilidir. Eğer egemenlik halka aitse, onu icra edecek olan halk ise ve bu halkın ortak bazı etik-politik değerler ve kamu yararı üzerinden bir birlik oluşturduğu düşünülüyorsa ve egemenliği icra eden, yani halk aynı zamanda bu değerlerin üreticisi ve koruyucusu olacaksa o halde özel alanında tek tek birey olan insanlar, kamusal yaşamda bu değerlerle davranma hak ve sorumluluğuna sahip birer “yurttaş” vasfına sahip olacaklardır. O halde düşüncesi ve eylemiyle kendisini kamu yararına adamaya dayalı yurttaşlık erdemi, aktif yurttaşlık, cumhuriyetin diğer bir sabiti olarak ortaya çıkar. Yurttaşlığın kapsamı, ona atfedilen hak ve ödevlerin içeriği de yine toplumsal mücadelelerin konusudur, zaman-mekân bağımlıdır ve ikinci düzeydeki cumhuriyet tartışmasının sahasına girer.
Tüm bunlardan yola çıkarak tek tek cumhuriyet projelerini aşan ama bunların hepsine dayanak teşkil eden evrensel sabitlerin, ve bu anlamıyla bütünlüklü bir Cumhuriyet fikrinin var olduğu söylenebilir. Bugün Cumhuriyet fikri, egemenliğin halka ait olduğu, kamu yararının her türlü özel çıkara üstün olduğu, toplumsal yaşam için bağlayıcı ve sınırlayıcı bir etik-politik çerçevenin zorunlu olduğu, kamu yararı ve tahakkümü önlemek adına müdahalenin meşruiyeti ve yurttaşlık düzleminde eşitlenmiş olanların aktif siyasal varoluşunun gerekliliği gibi nosyonların oluşturduğu bütün olarak düşünülebilir.
CUMHURİYETİ YENİDEN TARTIŞMAK
Cumhuriyetin bu sabitlerinin yeni bir “kuruluşun”, egemenlik anlayışının ve toplumsal projenin esasları olarak benimsenmesi aslında ortaya yeni bir siyaset sahnesinin açılması demektir. Zira, buna niyet etsinler veya etmesinler yeni bir egemenlik rejimini tesis edenler onun meşruiyetini “halk egemenliği”, “kamu yararı”, “tahakküme karşı kamusal müdahale”, “bağlayıcı etik-politik normlar” ve “aktif yurttaşlık” gibi nosyonlara dayandırdıkları bir durumda, yani Cumhuriyet fikrini esas aldıkları oranda tüm bu “sabitlerin” mevcut sınıf çelişkilerinin ve mücadelelerinin konusu haline geleceği yeni bir mücadele sahasının kapılarını aralamış olurlar. Bir siyasal proje olarak cumhuriyet projesinin somutta, belirli bir yer ve zamanda kazandığı içerik Cumhuriyetin bu sabitlerinin üzerinde verilen hegemonya mücadelesinin seyrine göre, yani bunlara hangi sınıfın ya da sınıf fraksiyonlarının rengini çaldığına göre değişecektir. Bu içerik hegemonya mücadelelerinin dinamik yapısı düşünüldüğünde sürekli bir değişim halinde olmuştur, olacaktır. Belki Türkiye’deki cumhuriyetin dönüşüm sürecine ve bugünkü haline bu açıdan bakmak Kemalizme gömülü bir Cumhuriyet tartışmasının ötesine geçmemizi mümkün kılabilir.
Sonraki yazılarda “Cumhuriyet” ile “cumhuriyet” arasında yaptığım bu ayrım üzerinden her ikisini de tartışmaya devam edeceğim. Yine de sonraki tartışmanın hattını da biraz belirginleştirmek açısından bu yazıdaki yöntemsel tartışmanın doğurduğu bir soruyu şimdiden soralım: Cumhuriyetin halk egemenliği, kamu yararı, anayasal başlangıç ilkelerine bağlılık, tahakküme karşı kamu müdahalesi ve yurttaşlık gibi sabit nosyonlarının altındaki zeminin kapitalizmin bu neoliberal aşamasında bütün dünyada kaydırıldığı bir durumda, yani Cumhuriyetin evrensel bir mesele ve belki de ihtiyaç olduğu bir dönemde onu Kemalizme gömülü halinden çıkararak tartışmanın tam zamanı değil mi?
[1] Bu konuda geniş bir tartışmayı Menderes Çınar’ın editörlüğünde İletişim Yayınları’ndan yakın zamanda çıkacak olan “Demokrasi: Kavram, Kuram, Süreç” isimli derleme kitapta Pınar Bedirhanoğlu ile kaleme aldığımız bir makalede tartışıyoruz. Bu yazıdaki düşüncelerin şekillenmesinde Pınar’la bu yazı sürecinde yaptığımız tartışmaların önemli bir etkisi olduğunu belirtmeliyim.