Cumhuriyet’in 100. yılı kutlanırken üç farklı yaklaşım ve yansımaları

Demokratik, kapsayıcı bir programa ve mücadele hattına her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Zira Kürt sorununun demokratik çözümü ve demokratik cumhuriyet mücadelesi birbirine sıkı sıkıya bağlı.

Abone ol

 Ender İmrek*

Cumhuriyetin 100. yıl kutlamalarına dair tutumları üç kategoride değerlendirmek olası. Cephenin birinde siyasal İslamcılar duruyor ve onun temsilcisi olarak AKP var. 100 yıllık tarihi “bir reklam arası” olarak izah edenlerin olduğu akıllardadır. Resmi kutlama törenlerinde Erdoğan’ın son padişaha gönderme yapmakta ısrar ederek, donanmayı Dolmabahçe Köşkü yerine Vahdeddin Köşkü’nden selamlamayı tercih etmesi, Cumhuriyet'le siyasal İslam perspektifi kapsamlı hesaplaşma tutumundaki kararlılığın gösterisi olarak boşuna algılanmadı.

HAMAS’ın 7 Ekim İsrail saldırısı ve sonrasındaki gelişmeleri adeta can simidi olarak kullanan iktidar, 100. yıl kutlama hazırlıkları yapmak yerine HAMAS’a, dolayısıyla siyasal İslamcılığa övgü yolunu tercih etti. “Ümmet” vurgusu Cumhuriyet vurgusunun önüne geçirildi. Cumhuriyet'in kuruluş günü olan 29 Ekim’den bir gün önce yapılan Gazze mitingi, hem ümmet vurgusu hem de Cumhuriyet kutlamasına ilişkin öteleme yaklaşımının bir yansıması olarak göründü

Ancak halkın tepkisi alanlara yansıdı. İktidara karşı tutum alarak Cumhuriyet'i sahiplenme ve 100. Yılı kutlama girişimleri karşısında iktidar geri adım attı. Erdoğan yönetimi, “Türkiye Yüzyılı” söylemi altında da olsa devlet olanakları ile güç gösterisi yapma yolunu tutarak çokça eleştirdiği “devlet törenleri”ne sığındı ve “geçit törenleri” ağırlıklı kutlamalar yapmak zorunda kaldı.

Görünen o ki Siyonist İsrail yönetiminin on yıllardır süren ve son HAMAS saldırısından sonra başta Gazze olmak üzere tüm Filistin topraklarını kan gölüne çevirmesi, daha şimdiden 10 bine yakın Filistinlinin katledilmesine yönelik haklı tepki ve öfke, AKP tarafından yerel seçime giderken ihtiyaç duyulan kutuplaştırma, ayrıştırma ve konsolidasyan eksenli politikalar için araçsallaştırılmaya devam edecek.

İKİNCİ GRUPTA KEMALİSTLER VAR

İkinci grupta ise Kemalistler var. Cumhuriyet'in tarihsel ve güncel sorunlarını sorgulamadan yücelten bu kesimin AKP karşıtlığı öne çıkıyor olsa da perspektif yoksunluğu dikkat çekiyor. Zira en ileriden söylenen sözler bile yaşanan acı gerçekleri yok sayarak statükoyu savunmaktan öteye geçmiyor. “Cumhuriyet'in ilke ve değerleri etrafında buluşmak” olarak tarif ettikleri ve kutsadıklarıyla yetiniyor, başka bir Cumhuriyet, demokratik bir cumhuriyet tahayyülünden çok uzak kalıyorlar.

İktidarın hesaplarının farkında olan ancak bu hesapları kapsamlı bir çerçeve çizerek bozmak için gereken adımları atmayan/atamayan bu “muhalif” kesim, Cumhuriyet'i sorgulamaktan ısrarla kaçınıyor. Gerçeklerle yüzleşmek istemiyor. Cumhuriyet'in tarihsel kazanımlarını yaşanan acılarla, katliamlarla birlikte ele alıp, “yanlışları” gündeme getirip yüzleşerek, dersler çıkararak, demokratik bir perspektifle hareket etmek yerine, statükoculukta, dolayısıyla “tekçi” yani Türk-Sünni Cumhuriyet tutumunda ısrar ediliyor.

Dahası iktidar karşısında pozisyon alıp, siyasal İslam’a karşı tutum almakla vücut bulan ancak “milliyetçilikte yarışan” bu kesim, Kürt sorunu söz konusu olduğunda iktidarın “bölücülük” ve “terörizm” söyleminin esiri oluyor.  Hemen tüm politikalarıyla eleştirdiği iktidarın sınır içinde ve sınır ötesindeki askeri operasyonlarına destek veriyor, alkış tutuyor.

Kemalistler, “tekçi” tutumda ısrar ve süren “mutabakat” ile aynı zamanda iktidara yaşam suyu sunuyor. Oysa iktidarın değiştirilmesine yönelik hamlenin ortakları arasında görülen Kürtler ve aynı zamanda barış, eşitlik, demokrasi isteyen güçlerle kurulacak sağlam bir ittifakın başka bir yol açması pek ala olası. Bunun en yakın göstergesi ise 2018 yerel seçimlerindeki tablodur.

Ne yazık ki muhalif Kemalist güçler, Kürt sorunu gibi Cumhuriyet'in kuruluşuyla yarattığı temel meselelerin demokratik çözümü konusunda demokratik ve barışçı bir çözüm önermek ve iktidarın hesaplarını “Demokratik Cumhuriyet” paydasında bir ortak hareketle başka bir aşamaya vardırmak yerine demokratikleşmeyen Cumhuriyet'in fanatik savunucuları olarak sahnedeki yerlerini koruyorlar.

ÜÇÜNCÜ YOL ARAYIŞI

Diğer yaklaşım ise sorgulayan, eleştiren, ve yeni bir yol önerenlerin cephesi. Cumhuriyet'in kuruluşundaki yapısal sorunlara dikkat çeken, kuruluşun aynı zamanda farklı halklara, inançlara karşı bir yok sayma, öğütme işlevi gördüğünü dile getirenlerin oldukça açık, net, belge ve bilgiye dayalı argümanları var. Nesne olarak mevcut iktidar karşısında konumlanan ancak tarihsel hasarlarla hesaplaşma yönelimi içindeki bu güçler aynı zamanda “Demokratik Türkiye”nin ya da “Demokratik Cumhuriyet"in en samimi ve kararlı savunucuları olarak gelişip güçleniyor.

Aralarında farklılıklar olsa da, demokratik bir Cumhuriyet'i kurmak gerektiğini savunan, tablonun, halkların birleşik gücüne dayalı bir mücadele ile "Demokratik Cumhuriyet" olarak dönüştürülmesini, bir tür yeniden inşaanın gerektiğini; bugün emekçi sınıflar ve ezilen halkların, kadınların, gençlerin mücadele dinamiklerinin bunu mümkün kıldığını düşünen geniş bir kesim var. Ancak bu kesimin özellikle son 14-28 Nisan Genel Seçimleri'nden sonra ortaya çıkan tabloyu da göz önünde bulundurarak daha kapsayıcı olması bekleniyor. Bu güçlerin, Kemalist muhalefet cephesini de kapsayan geniş alanda ortaya çıkan büyük boşluğu dolduracak söylem, argüman ve eylem için duruş göstermesine büyük ihtiyaç var. İkinci yüz yıla girerken halk iktidarı, halk cumhuriyeti için ortaya konulacak kapsamlı program ve eylem planı ile arayış içindeki milyonlarla bütünleşmek pek ala olası…

100 YILLIK CUMHURİYET'TE MİLYONLAR, AÇ, SEFİL, YOKSUL, EĞİTİMSİZ VE SAĞLIKSIZ

Bunun için gerçeklerin somutluğuna başvurmakta yarar var. Zira iktidar cenahı, gelir dağılımındaki uçurumdan, tasfiye edilmiş fabrikalardan, milyonların işsizliğinden, tarım ve hayvancılığın tükenmişliğinden, batmış ekonomiden, adaletsizlikten, yargıdaki çürümeden ve güven endeksinin yerlerde sürünmesinden söz edemedi. Ancak savaş uçakları, tanklar, İHA ve SİHA’lar göklerden uçuruldu, savaş gemileri boğazdan geçirilerek, (eğitimde, sağlıkta, bilimde, sanatta, teknoloji vb alanlarda değil), gerçekte kof bir "güçlü devlet” imajıyla taraftarların göğsü kabartıldı! Daha 10 yıl önce “kişi başına düşen milli gelir” ile bugünkü durum bile kıyaslanmadı.

21 yıllık iktidar açlık sınırının altındaki 11 bin 400 TL olan asgari ücretten, onun da altında olan 7500 TL’ye mahkum edilen milyonlarca emeklinin durumundan, 43 bin TL olan yoksulluk sınırı göz önünde tutulduğunda açlık ve yoksulluk sınırın altındaki nüfusun yüzde 98’inden söz etmedi. Kamu fabrika ve işletmelerinin kapatılması, kamu arazilerinin ranta açılması, doğanın tahribi, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının yağmalanması, peşkeş çekilmesi konuşulmadı.

Cumhuriyet'in 100. yılında ne gelir dağılımındaki uçurumdan ne yoksulluktan ne eğitim ve sağlık alanındaki yıkımdan söz edildi. Onyıllardır alınmayan önlemler nedeniyle depremde onbinlerce insanın öldüğü, onbinlercesinin kayıp listelerinde durduğu, hala suya bile kavuşamayan depremzedeler olduğu unutturulmak istendi. İşçi cinayetleri, kadın cinayetleri, basın ve ifade özgürlüğünün ayaklar altına alınması, hapishanelerin siyasi muhaliflerle doldurulması, seçme ve seçilme hakkının kayyumlarla, muhalif milletvekillerinin hukuksuzca hapsedilmesiyle fiilen geçersizleştirilmesi, iktidar gibi yandaş hakimlerin de anayasayı, mevcut yasaları dahi fütursuzca çiğnemesi mevcut rejimin normalleri arasında olduğu için hiç değinilmedi. Yolsuzluktan, yerel ve uluslararası uyuşturucu trafiğinden türeyen eski/yeni zenginlerden, devasa servet birikiminden söz edilmedi.

Askeri vesayet eleştirileriyle iktidar olan AKP ve Erdoğan yönetimi Cumhuriyet'in 100. yılında olabildiğince "sivil insan"dan uzaklaşarak, tepeden tırnağa askerileşmiş bir devlet görüntüsüyle güç gösterisi yapmayı tercih etmişse bu aslında tüm emek, barış ve demokrasi güçlerinin nereden hareket etmesi gerektiğini ve hangi talepler üzerinden birleşmesi gerektiğini de göstermiş oluyor.

100 yıllık Cumhuriyetin neredeyse çeyrek asrında iktidarda olan AKP, Cumhuriyet kutlamalarında açlık sınırının altında gelirle geçinmek, her gün fahiş zamlarla nasıl başedeceğini düşünmek zorunda kalan milyonlarca yoksulun açlığını unutup, "bölücülük ve terörizme karşı mücadele", “dört yanı düşmanlarla çevrilmiş ülke” “yerli ve milli direniş”, "savunma sanayindeki başarılarla" gönenmesi gerektiğini buyurdu. Otoriterleşmenin daha da artacağının açık beyanı olan bu tavır aynı zamanda işçi ve emekçilere, Kürt halkına, eşit yurttaşlık isteyen Alevilere, faklı dil, inanç ve kültürlere, kadınlara, emek, barış ve demokrasi güçlerine gözdağı vermek amacıyla siyasal İslamcı propagandayla bütünleşmiş oldu.

'KEMALİST MUHALEFET' İKTİDARIN YEDEĞİNDEN KURUTULABİLİRSE…

İktidar ve "muhalif Kemalist" cephenin kutlamalarında benzer yanlar olması tesadüf değil. İşçi ve emekçilerin içinde bulunduğu durum hiçbirinin konusu olmuyorsa  her iki tarafın da farklı bir gelecek tasavvuruna sahip olmadığındandır. Açlık, yoksulluk, işsizlik, enflasyon, neredeyse yaşamın bir parçası haline gelmiş olan kadın cinayetleri, işçi cinayetleri tablosu dile getirilmiyorsa bir çözüm ortaya konulmadığındandır. Hak, hukuk, özgürlük, demokrasi meseleleri kutlamaların ne pankartı, ne dövizi ne sloganı olarak gündem edilmiyorsa bu mevcudun körü körüne ancak bir rekabet içinde savunulmasından başka bir şey değil. 1900’lerin başında bu topraklarda yaşayan halkların yaşadıklarına ve akıbetine ilişkin vurgular ya da tutum konusunda adeta iktidar ile bir mutabakat söz konusuysa bu bakışın hiç birisi bizi halkların eşit ve özgür olacağı demokratik bir cumhuriyete taşımayacaktır. İktidarın hemen her alandaki politikalarına karşı çıkan bu Kemalist muhalif çevreler, diller ve inançlar konusunda “resmi tarih” dışına çıkamıyor, “tekçi” tavrı gündem yapmıyor ve gerçekle yüzleşme yoluna gitmeye cesaret edemiyorsa, siyasal İslamcılar karşısında söylenmiş hiçbir sözün kıymeti kalmıyor. Oysa kısa bir tarih hatırlaması bile bizi başka yerlere taşıyacaktır.

GEÇMİŞTEN DERS ÇIKARILMALI VE İKİNCİ YÜZYILA FARKLI BİR PERSPEKTİFLE YAKLAŞILMALI

Çökmüş, işgal edilmiş, içi boşaltılmış İmparatorluktan Cumhuriyet'e ulaşıldı. Elbette, tükenmiş, teslim olmuş bir imparatorluğun içinden bir cumhuriyet kurulması önemli bir kazanımdır. Zira Cumhuriyet, teslim edilmiş ve işgal edilmiş topraklarda halkın direnişiyle kuruldu. Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası, Rus İmparatorluğunun, Rusya işçi ve emekçilerinin gücüyle yıkılıp SSCB’nin kurulmasının ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerindeki etkisini ve bunun Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki desteğini kaydetmekte yarar var. Mustafa Kemal’in konjonktürü değerlendirmedeki pragmatizmini de kaydetmek gerek. SSCB ile dostane ilişkiler, Lenin’e mektupları, SSCB’den gelen silahlar, altın ve diğer desteklerin kuruluş ve “kurtuluş” aşmalarındaki katkısı büyük önemdedir.

DOĞRU BİR TARİH OKUMASI GEREK; KONGRELER SÜRECİ, HALK İRADESİ SÖZLERİ HIZLA BİR KENARA ATILDI

Ancak “Kongreler süreci” ile başlayan, Sovyetler Birliğinin desteğini alarak ilerlerken halkların birlikte ve eşit koşullarda yaşayacağına dair verilen sözler yerine getirilmedi. Kürtler yok sayıldı. Muhtariyet sözleri tez zamanda unutuldu. Bu topraklarda yaşayan her ulus, halk “Türk” sayıldı. İzmir İktisat Kongresi ile birlikte kapitalist dünyanın parçası olacağı beyan edilen bir cumhuriyette karar kılındı. Bu koşullarda Lozan ile teyit edilerek kurulan Cumhuriyet'in her aşaması farklılıkları yok saymakla kalmadı, dönem dönem faşizm ve diktatörlük koşulları yaşatılarak “tekçilik” tahkim edildi.

İttihatçı kadroların egemenliğinde süren gelişmelerin seyri içinde Ermeniler, Süryaniler, Rumlar özcesi Müslüman olmayan halklar derdest edilirken, başında dile getirilen Türk ve Kürt halklarının ortak yönetimine olanak tanıyan yaklaşımdan uzaklaşıldı. Mustafa Kemal’in daha önce dile getirdiği “muhtariyet” gibi yönetim biçimlerine kapılar kapatıldı. Cumhuriyetin bünyesinde kendi ulusal kimliğiyle yer alacağı varsayılan Kürtler 21 Anayasası'nın ilkelerine aykırı olarak fiili “düşman” ilan edildi. Bu gelişmelere tepki olarak Kürtler ve Alevilerin başlattığı Koçgiri hareketinin ortaya çıkışı tam da bu sürece denk düşmektedir. Ancak Topal Osman gibi daha sonra Atatürk’e suikasta kalkışan ve öldürüldükten sonra ayağından asılan eski “kanun kaçakları” tarafından kanlı bir bastırma hareketi başlatıldı.

Kürtlerin, azınlık haklarına bile sahip olmadığı Lozan’ın 1923’te bağıtlanması ve ardından hazırlanan 1924 Anayasası ile açılan tekleştirme hesaplarına karşı gelişen 1925’teki Şeyh Sait hareketi gibi kapsamlı tepkiler ise yine kanla bastırıldı. 1935 yılında karar verilen 37-38 Dersim katliamı ise etnik bir soykırım düzeyine vardırıldı. Sonraki on yıllar da hep aynı acılarla devam etti. Sünni-Türk milliyetçiliği sistemin temel harcı oldu ve o harcın karılmasında onca kan döküldü.

YÜZ YIL BİTERKEN KANAYAN YARA KÜRT SORUNU GÖRÜLMEDEN İKİNCİ YÜZ YILDA DOĞRU ADIMLAR ATILAMAZ

Cumhuriyetin yüz yılı boyunca Kürt sorunundaki inkar, asimilasyon ve ezme politikası değişmedi. Son 40 yılı neredeyse kesintisiz bir çatışmayla geçen bu tarihsel yolculukta, 1943 yılında Van'ın Özalp ilçesindeki Muğlalı olayı olarak tarihe geçen 33 kurşun'un bir tekrarı 28 Aralık 2014'te Roboski'de gerçekleşti. Yerel yönetimlerde bile halk iradesi ile seçilen yöneticiler görevden alınıp, yerine kayyumlar atandı, Kürt siyasetçileri tarafından kurulan partiler hakkında kapatma davaları sürüyor, onlarca milletvekili ve yüzlerce yerel yönetici, binlerce parti üyesi hapiste. Hukuksuzluk her yanda sürüyor, 25 yıldan bu yana bir adada tecrit koşullarında tutulan A. Öcalan sorunu bir gerilim konusu olmaya devam ediyor. İkinci yüz yıla girerken çözümlenmemiş bir Kürt sorunu var.

Cumhuriyet'in parametrelerinin bu yaklaşımla yeni bir değerlendirilmeye tabi tutulmadan savunulması ne insani ne etik ne de gerçekçidir. Dolayısıyla ikinci yüz yılda demokratik cumhuriyet iddiası hala orta yerde duruyor. Dahası “Demokratik Cumhuriyet” ihtiyacı bugün daha yakıcı bir hal almıştır. Böyle devam etmesi kan ve göz yaşından, açlık ve sefaletten, ırkçı ve şoven güçlerin üzerinde at koşturduğu bir arena olmaktan öteye gitmeyecektir.

Dolayısıyla demokratik, kapsayıcı bir programa ve mücadele hattına her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Zira Kürt sorununun demokratik çözümü ve demokratik cumhuriyet mücadelesi birbirine sıkı sıkıya bağlı.

* Yazar