Fenerbahçe ve Beşiktaş arasında oynanırken taraftarların sahaya yabancı madde atmalarından dolayı yarıda kalan Türkiye Kupası yarı – final 2'nci maçından bugüne kadar yaşananlar, söylenenler,konuşulanlar henüz bitmiş değil. Son olarak Beşiktaş, perşembe günü Divan Kurulu'nu toplayarak yaptığı istişare toplantısının ardından, Türkiye Futbol Federasyonu'nun 3 Mayıs'ta kaldığı yerden seyircisiz olarak devam edeceğini açıkladığı Türkiye Kupası yarı – final 2'nci maçına çıkmayacağını açıkladı. 3 Mayıs'a kadar neler olacak bilemiyoruz. TFF'nin kararı, Fenerbahçe'nin kendisini savunusu, Beşiktaş'ın maça çıkmama kararı üçgeninden hangisi haklı hangisi haksız tartışmasını çözmek için hukuki yönergeleri takip etmek yararlı olabilir. Ancak tartışmaların yapıldığı düzlemin, düzeyin garipliğine değinmeden geçmemek gerektiği inancındayım.
CSI* KADIKÖY
Olayların bu raddeye gelmiş olmasının nedeni Şenol Güneş'in kafasında oluşan açılmaydı. Hafta boyu beni en çok hayrete düşüren ve garipsediğim tartışma Güneş'in kafasında bir yaranın gerçekten olup olmadığı üzerine yapılandı. Özellikle maçın tatil edilmemesini isteyen kanadın yaşananların ardından adeta bir kan görme arzusuyla “Ama kan yoktu...“ savunusu toplumsal olarak, Renfield Sendromu'na tutulmuş bir şekilde kan görme arzumuzun ne raddeye vardığını göstermekteydi. "Ama kan yoktu" diyenler sanırım bir gün bir stadyumda birinin kanlar içinde öldürülmesini bekliyorlar maçın haklı bir şekilde tatil edilip maçın sonucunun aleyhlerinde tayin edilmesi için. Olayın yaşandığı yerde kan olmadığı iddiaları, Şenol Güneş'e ya da rakibe olan güvensizliğin değil de futbol ortamının güvensizliğini ve seviyesizliğini hatta ve hatta toplumsal açıdan karşılıklı inançsızlığı ortaya koydu. Sadece bir kupa kazanmak için rakipten kâfi miktarda kan akmamış olduğunu iddia etmek bence çok büyük bir zihinsel problem.
MEDYANIN KÖRLÜĞÜ VE TEK SESLİLİĞİ
Taraftarların yaptıklarının kumpas olduğu konusunda herkes neredeyse hemfikir bir biçimde yazılarını yazdı, programlarında konuştu veya takımını, kendisini savundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da bu olayın kumpas olduğuna dair şüphelerinin olduğunu iletmesiyle birlikte bu sesler yükseldi. Spor medyasının da neredeyse hepsinin Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı'nın aile şirketine bağlı olduğunu düşününce herkes bu konuda hemfikirmiş gibi yazılar yazdı ve çoğunluğun kafasında “Acaba mı?“ sorusu oluşturuldu. Yaşananların kumpas olduğunu da, her şeyin Fenerbahçe'nin lehine giderken Fenerbahçe taraftarının böyle şeylere kalkışmayacağını, taraftarların yaptıklarının normal şartlar altında gerçekleşmemiş olduğunu, yaşananların olağan dışı olduğunu, her korner köşesinde korner atılmaya gidildiğinde stadyumun her köşesinde de rakip takıma bir şeyler atılmış olmasının ancak ve ancak organize bir iş olabileceğini iddia etmeleri yeterince ilginçti. Bunları yazanların korner atmaya giden futbolcuya, iyi korner atamaması için, taş, çakmak, bozuk para vs. fırlatmasının bu ülke tribünlerinin kültürünün kangren bir parçası olduğu gerçeğini kabul etmemiş olması sanki kendilerinin yıllardır İzlanda Ligi futbolu izlediği intibası bıraktı bende. Yıllardır bu ülkede yaşanan derbileri izlememişler gibi körü oynayıp yaşananların operasyon olduğunu iddia etmelerindeki dil birliği çok daha dikkat çekiciydi.
KİTLELERİN PSİKOLOJİSİNDEN UZAK ANALİZLER
Maç sonrası yapılan bu analizlerin eksikliği olayı toplumsal ve kitlesel olarak algılayamamaktan da kaynaklanıyor olabilir. Taraftarlar davranışlarının 'normal' olmadığını söyleyip yaşananları operasyona, kumpasa bağlayanlar ülkenin iki seneye yakın bir süredir normal biçimlerde yönetilmediğinin de farkındalar mı acaba? Ve belki de son dönemde 'normal' yönetilmeyen ülkenin bireylerde yaratmış olduğu psikolojik travmaların, kitle arasında rahat hareket edebilmenin de getirisiyle şiddete başvurarak dışavurumunun sonucu olarak bu olaylar yaşanmış olabilir mi? Yaşananları mantıklı bir analizle açıklamaya çalışsalar da, Gustave Le Bon'un Kitlelerin Psikolojisi kitabındaki “Kitle içinde bulunan fert sadece çokluğun, sayı fazlalılığının verdiği bir duygu ile, tek başına olduğu zaman frenleyebileceği içgüdülerine kendisini terk etmek suretiyle yenilmez bir güç kazanır. Kitleler isimsiz ve dolayısıyla mesuliyetsiz oldukları için, fertleri daima, her yerde zapt edici rol oynayan kendi mesuliyet duygularından tamamen uzaklaşırlar ve onları iç güdülerine daha kolayca teslim ederler.“ açıklaması yaşananların mantıksızlığını kumpas ve operasyon olarak tanımlamak dışında duruma nasıl bakabileceğimize dair başka bir analiz sunuyor. Yine aynı kitaptaki manşet yaşananların mantıksızlığını başka bir cümlede tek seferde açıklıyor: "Kitleler, zekâyı değil, vasat şeyleri bir araya toplarlar." Bütün bu operasyon, kumpas iddialarına karşın ifadesi alınanlardan S.D.'nin de açıklamaları olayın gerçek yüzünü ortaya çıkarıyor: "Beni gerçekleştirdiğim eylem için kimse yönlendirmedi. Oraya maç izlemeye geldim ve çıkan olaylardan etkilenerek bu şekilde davrandım. Böyle bir eylem için kimseden talimat almadım." Bu ifadeleri beklemeden yaşananların 'kumpas' olduğunu iddia ederek, köşe yazısı, haber yazan veya programında konuşanlar ne tür bir 'operasyon'un parçası olduklarını anladıklarında çok geç olmaz umarım.
HOUSE OF CARDS**
Her olayı rüzgarın nereden estiğine, kimin 'güçlü' olduğuna, o an kimi üzmemesi gerektiğine göre değerlendirip sonuçlandıran Türkiye Futbol Federasyonu aldığı kararla tüm ülkede yitip gitmiş olan adalet duygusunu bir kez daha zedeledi. Kararın bağımsız olmadan verildiği Cumhurbaşkanı'nın yaptığı açıklamadan sonra kalıbına uydurulup verilmiş olması da durumu açıklıyor sanırım. Ortada kumpas olduğu iddiası varken ve taraftarların da mağdur olmaması gerektiği söylenirken maçın seyircisiz oynanacak olması bambaşka büyük bir çelişki. Bağımsız olduğu kadar hukuksuz olan karara tepki olarak maça çıkmayacağını söyleyen Beşiktaş'ın önce hukuki yollara başvurarak hakkını araması gerektiği düşüncesi ise bu hukuksuzluk ortamında ütopik kalıyor. Siyah beyazlıların maça çıkmama kararının arkasında durup duramayacağını ise 3 Mayıs'ta görebileceğiz.
BEN YAZDIM, BEN BOZDUM
Tribünlerdeki şiddeti ve düzensizliği önlemek için çıkarılan 6222 numaralı yasayla ve elektronik bilet kuralıyla azalmasını beklediğimiz tribün şiddeti tam tersi ivmeyle yol alırken kurallar ve yasalar uygulanmıyor. Yasa çıkarılırken stadyuma biletsiz seyirci girişini engelleyeceği ve böyle bir durumda ise ceza verileceği söylenmişti. Kayserispor'un Başakşehir'e konuk olduğu maçta stadyuma biletsiz seyirci girişi olmasına karşın Türkiye Futbol Federasyonu "stadyuma biletsiz seyirci alınmasından dolayı sevk yapılmış ise de isnat olunan disiplin ihlalinin unsurları oluşmadığından" diyerek Başakşehir'e ceza vermedi.
Ülke futbolunun çürümüşlüğünün resmini çiz deseler böylesine bir şaheseri ortaya kimseye çıkaramazdı.
* Olay yerinde kan arandığı için yabancı bir polisiye dizi olan CSI serisine, gönderme amaçlı yazılmıştır.
** Yaşananların çıkarcı politik ilişkilerin işlendiği ABD yapımı dizi gibi olmasından dolayı bu ara başlığı atmayı uygun gördüm.