“Döneceğiz ey aşk. Döneceğiz aşkın evine. Şimdiki vakti bırakıp bir başka zamana göç ediyoruz. Unutulmuş topraklar da bizleri unutuyor böylece. Gidiyoruz diyoruz, fakat dönüyor oluyoruz. Aşkın evine doğru, hiçbir şey bilmeden. Döneceğiz ey aşk”...
Mardinli Wadi ile Lübnanlı Liza’nın ilk kızı olan şarkıcı Feyruz’un Rajeen Ya Hawa adlı şarkısından bu nakarat.
Unutulmuş topraklar, bu şarkıyı kim söylerse söylesin, aynı hüzün ve umudun etrafında şekilleniyor ve tüm bu matem, dinleyenin göz yaşlarında birikiyor, ama “aşkın evine dönme umudu” hep baki kalıyor.
Geçtiğimiz Pazartesi gününden beri tek noktaya kilitlenen aklımız, harabeye dönmüş kalbimiz ve enkazın altında kalan düşüncelerimiz, orada yaşanan can kayıpları, mahrumiyetler, kuralsızlıklar etrafında şekilleniyor.
Aşkın evinden koparılmış, başka zamanlara göçmüş insanları düşünüp arkalarından ağıt yakıyoruz, bazen sessiz sessiz bazen avaz avaz... Yaşamak yükü ve hesap sorma sorumluluğu kaldı üzerimizde.
Depremin ilk günlerinden beri ısrarla konuşulan bir diğer konu ise, tüm bu dert yükü mekanları vuran depremin kayıp çocukları...
Sanki yer yarılıp içine girmişçesine sırra kadem basan, refakatçisi olmayan, kimliği belirlenemediği için halen hastanelerde tutulan, enkaz altından kendi imkanlarıyla çıktıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan, belki de kilometrelerce ötede anneciğine sarılacağı anın hayaliyle yaşama tutunan 0-18 yaş aralığındaki çocuklar... Sayıları sürekli değişse de son rakamlara göre henüz kimlik tespiti yapılamayan 267 çocuk olduğu tahmin ediliyor. Aileler yarıya bölünmüş: yarısı bekleyiş, yarısı hüzün...
Bu çocukların bir kısmı ailelerin, sosyal medya ve ilgili kamu kurumlarının yanı sıra Barolar üzerinden de yaptığı ısrarlı mücadeleler sonucunda bulundu. Bir kısmı yaşamını yitirdi. Bir kısmının ailesi ise ülkenin farklı hastanelerine dağılmış durumda olduğu için ailelerin her bir kentteki her bir olası hastaneye giderek çocuğunu aramasını gerektirdiği için henüz bulunamadı.
Bu denli yaygın bir enkaz alanında örgütlenme her zaman zordur. Bir yandan molozlar arasından canlar kurtarılmaya çalışılırken, diğer yandan ailelerle çocukların iletişimin bu kaos ortamında kopması gibi bir sonuç kaçınılmaz olarak doğuyor.
Bu süreçte en büyük aktörlerden biri ise, yılmaz çabalarıyla Afet Çocuk Sivil Koordinasyon Ekibi. Farklı sivil toplum bileşenlerinden oluşan bu ekip, kayıp çocukların takibi için bir alt çalışma grubu kurdular; ilk günden beri sosyal medyaya düşen farklı bilgiler ve görselleri teyitleyerek resmi kuruluşlara ilettiler ve hastanelerde yer alan refakatsiz çocuk görselleriyle eşleşmelerini sağladılar. Ancak ortada yetersiz ve işlevsiz bir sistem var.
Merkezi, düzenli ve kesintisiz bir kayıt-takip sistemi olmaması bu süreci tıkayan temel eksiklik oldu. İlgili iletişim hatlarını arayan veya e-nabız üzerinden hastaneleri kontrol eden ebeveynlere, doğru ve hızlı bilgi akışı yapılamıyor.
Bazen saniyelere bağlı olan bu kritik süreçte iyi haberler de geldi, kötü haberler de... Bazı çocuklar vefat etti, bazı çocuklar da bir türlü bulunamadı. Deprem bölgesi dışındaki büyük hastanelerde refakatsiz çocukların kimlik tespiti halen çok zor. Bazılarının ise birinci dereceden vasileri vefat etti.
Kayıp çocuklarının görsellerinin sosyal medyada elden ele gezmesi de çocukların güvenliği açısından risk doğurdu.
En son TÜBİTAK’ın geliştirdiği Bilen Göz isimli bir program açıklandı. Buna göre, sahadaki koordinasyon ekibinin elindeki arama ilanları ve görseller Excel tablosuna dönüştürülüp TÜBİTAK ile paylaşılıyor. Çocukların enkazdan çıkarıldığı yer, fotoğraf, mevcut bilgiler sisteme yükleniyor. Yaralı çıkarılan çocuklarının bilgilerine e-nabız üzerinden ulaşamayan yakınları Alo 184'e (Sağlık Bakanlığı iletişim hattı) ya da Alo 183'e (Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı iletişim hattı) başvuruda bulunuyor.
Yakınlık ilişkileri kontrol edilip doğruluğundan emin olunduktan sonra çocuklarla ilgili bilgi veriliyor. Bilgiler, çocuk güvenliğini ihlal etmemek için kısıtlı sayıdaki insanla paylaşılıyor; TÜBİTAK ise hastanelerdeki görsellerle bunları eşleştiriyor.
Öte yandan, aranan çocukların yüzde 70’i 0-3 yaş aralığında. Bu yaş grubu için başka bir sisteme, özel bir düzenlemeye gereksinim var, çünkü hem yaşları hem de bilinçlerinin kapalı olma ihtimali sebebiyle isimlerini bile söyleyemeyecek durumdaydılar. E-nabız üzerinden çocuğun kaydının açılması ve ailenin bu kayda ulaşabilmesi için de çocuğun TC’sini bilecek yaşta olması gerekir. Tüm bunlar arama ve eşleştirmeyi zorlaştırıyor.
Afet Çocuk Sivil Koordinasyon Ekibi’nin gündeme getirdiği önemli sorular da var ve halen yanıt bulunabilmiş değil: Kimliksiz "ölen" çocuklar gömüldü mü, morglarda mı tutuluyor? Gömüldüyse kimlik tespitini sağlayacak DNA alındı mı? Kimliksiz çocukların hastane dağılımı ve hangi şehirlerden hangi hastanelere sevk edildikleri bilgisi de önemli.
Sistem tıkanmış durumda. Aileler de sahadaki aktivistler de şeffaf bilgi talebinde bulunuyorlar.
Her ne kadar depremlerin ardından Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, afet bölgesinde depremden etkilenmiş refakatsiz çocukların teslim edilebileceği yerler ve irtibat kişilerini açıklasa da, bu bilgiler ancak internet kullanan ve sosyal medyaya erişimi olan kişiler tarafından öğrenildi. Oysa bu tür bilgilerin çok daha önceden tüm vatandaşlara bildirilmesi gerekiyordu – zaten yüksek deprem riski altında olan bir bölgede böyle bir kaos ortamına gelindiğinde değil...
Çocukların hastaneye girer girmez kayıtlarını alıp aileleriyle buluşturulmasında görevli sosyal hizmet uzmanları da, gerek yaşanan karmaşadan gerekse bu kişilerin bir kısmının da enkaz altında kalmasından dolayı yeterince görev alamadı. Hastanelere teslim edilen çocuklara dair bilgiler kaydedilemeyince ve bu çocuklar deprem bölgesi dışındaki hastanelere nakledilince onlara ulaşım olanaksızlaştı. Çünkü merkezi bir kayıt-takip sistemi yoktu ve çocuğa dair her şey el yordamıyla yürütüldü.
2005 yılında gerçekleşen Katrina kasırgasında uygulanan model ise, birçok açıdan bize benzer durumlarda afet yönetimi için ipuçları barındırıyor.
Illinois Çocuklar İçin Acil Sağlık Hizmeti (EMS) ve Kayıp ve Sömürülen Çocuklar Ulusal Merkezi (NCMEC) başta olmak üzere birçok kuruluş, 5192 kayıp çocuğun büyük kısmının 7 aylık bir zaman diliminde ailelerine kavuşturulması için “iyi uygulama modeli” olarak kabul edilen bir yol izledi.
Şu şekilde:
Öncelikle, bakım vereni olmayan çocuklar saptanmış ve güvenlikleri sağlanmış. Ardından yetkililer durumdan haberdar edilmiş. Çocuklar için güvenli bir alan kurulmuş, iyi olma halleri gözetilmiş. Bu süreçte emekli polis memurları da sürecin adli yönünü takip etmiş ve ailelerin birbirine kavuşması için tüm eyaletlerde sıkı bir takip sistemi sürdürmüş. Bulunan çocukların fotoğrafları, tek bir veri tabanı halinde NCMEC websitesine yüklenmiş.
Daha sonra, aile üyeleri, hastanelerdeki “aile bilgilendirme merkezlerine” yönlendirilmiş. Çocukla yetişkin arasındaki yakınlık, ayrıntılı bir incelemeyle soruşturulmuş ve kimlik doğrulanmış. Böylelikle, her isteyenin o merkeze gelip yalan ifadelerle bir çocuğu kendi çocuğuymuş gibi alıp gitmesi önlenmiş. Ebeveyni bulunan ailelerin çocuklarının görselleri de website üzerindeki veri tabanından silinmiş.
Çocuk bu ayrıntılı ve titiz sürecin sonunda ailesine kavuşmuş. Ancak ailenin bulunamadığı durumlarda – birinci dereceden vasilerin de kasırgada vefat edebileceği düşünüldüğünde- çocuğa geçici bir barınma olanağı sağlanmış – ta ki kurum korumasına veya koruyucu aileye verilene dek.
Peki, Afet Çocuk Sivil Koordinasyon Ekibi’nin özellikle vurguladığı bu model Türkiye’de nasıl uygulanabilir?
Afet Çocuk Sivil Koordinasyon Ekibi, kayıp çocukların tespiti ve bulunması konusunda tüm bu veriler ışığında bir model öneriyor. Öncelikle alanda uzmanlığı olan STK temsilcileriyle, avukatlarla, hekimlerle ve diğer uzmanlarla işbirliği yapılması gerekiyor. Bu, kayıp çocukların hızlı şekilde bulunmasında önemli bir kolaylaştırıcı.
Ayrıca, Aile Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve kolluk kuvvetlerinin etkin ve eşgüdümlü şekilde çalışması; kimliksiz çocukların fiziksel güvenliğinin ve kişisel veri gizliliğinin azami düzeyde sağlanması; çocukların sevk edildiği kentler ve hastanelerin kamuoyu ile paylaşılması; kimliksiz çocukların bulunduğu hastanelerde çok dilli bilgilendirme masalarının oluşturulması da öneriliyor.
Öte yandan, şu anda çocukların aileleri hastanelere geldiklerinde, onları direkt olarak çocuklarla görüştürüp tespit etmeleri de mümkün değil. Hastanelerdeki çocukların tespiti için bir ara mekanizma gerekiyor. Bunun için de acilen bir yönetmelik çıkarılması isteniyor. Bu ara mekanizma, sosyal hizmet uzmanları veya hastanelerdeki görevli hemşireler olabilir ve hastaneye ulaşan ailelerin çocuklarına dair verdikleri ayrıntılı olay öyküsü sonucunda, refakatsiz çocuklar arasından bu açıklamalara uyan çocuklarla karşılaşmaları ve onlara eşlik edilmesi, yakınlık bağı teyit edilene kadar da çocukların teslim edilmemesi bu personel ve beraberinde kolluk kuvvetleriyle birlikte sağlanabilir.
Söz konusu modele göre, yine bu kişiler, kimlik tespiti sürecinde çocuk ile yetişkin arasındaki yakınlık bağının soruşturulması ve kanıtlanmasından sorumlu olacaklar. Yetkili personelin belirlenmesi ve bundan sonra benzer durumlarda bu sürecin saat gibi işleyen bir protokol ışığında yürütülmesi, benzeri kaosların ve kayıpların önlenmesi açısından çok kritik.
Geçtiğimiz günlerde Hatay'ın Samandağ ilçesindeki özel bir hastanede kendisini sahte polis kimliğiyle tanıtarak bebek çalma girişiminde bulunan şüphelinin gözaltına alınması bu açıdan sosyal medyada dolaşan kayıp çocuk resimlerinin kötücül amaçla nasıl kullanılabileceğini ve çocukların unutulma hakkının ne kadar zedelendiğini bize anımsattı.
Dolayısıyla, afet sırasında refakatsiz kalmış çocuklara dair tüm işlem ve uygulamalarda etkin, güvenli ve işleyen bir sistem kurulmalı ve çocuğun üstün yararı gözetilmeli.
Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf, “Doğu’dan Uzakta” isimli o müthiş kitabında şöyle der: “İnsan geçmişin yok olması karşısında kolay avunur; asıl kaldırılamayan, geleceğin yok olmasıdır.” Ve geleceğin yok olmaması için geçmişin iyi okunması gerekir.
Bir süre sonra yıkılan binaların yerine yenileri gelebilir, ancak asıl kaldıramadığımız şey, en sevdiklerimizin yok olması... 1999 depreminde de benzer sorunların medyada boy boy yer alması, çocukları kaçırılmış olan acılı ailelerle röportajlar yapılması, keşke bundan sonra yaşanabilecek benzer afetlerde kriz yönetimi konusunda bize ders niteliğinde olsaydı...
Afetler kontrol edilemeyebilir. Ancak olası afetlerde, dipsiz kuyularda çırpınmak yerine kırılganlıklarımızı, zafiyetlerimizi kontrol edebilir, hatalarımızdan gelecek için ders çıkarabiliriz. Çıkarmalıyız da... İşin siyasi yönü tam da burada başlıyor. Enkaz siyaseti işte tam da bu noktadan doğuyor. Çocuk onuruna yaraşır bir Türkiye hayali tam da bu noktada kuruluyor.
Çocuk kayıt ve takip sisteminde artık kimse ama kimse kuralsızlık ve kaos istemiyor. Daha kaç kişi kaybolalım? Sesimizi duyan var mı?