Türkiye tarihinin en ciddi, en köklü, en sert, en kullanışlı “Suç ve Ceza”sı, “Meclis’i ve Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs etmek”ti.
Aslında askeri darbelerin yaptığı bizzat buydu ve sonra utanmadan, yeni anayasalarına da bunu yazıyorlardı.
Öyle ya, misal 27 Mayıs’ta darbe yapanlar, daha sonra Aydemir ve Gürcan’ı “darbe teşebbüsü” suçuyla asmıştı.
Darbeyi yapan, darbeye teşebbüs edeni darbe suçundan idama mahkûm etmişti.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları, başkaları, müebbetler, sürgünler, parti kapatmalar, yasaklar hep bunun etrafında dolaştı.
Meclis’i feshedenler “Meclis’i feshe teşebbüs” suçuyla cezalar dağıttı.
Çok şükür, bunlar artık yok!
27 Nisan Muhtıra girişimi, o sıra doğruysa Balyoz vb. tasavvurlar, nihayetinde de 15 Temmuz’da “Fetöcü askeri darbe girişimi” bertaraf edildi.
Bunlar ne Anayasa’yı değiştirme, ne Meclis’i feshetme aşamasına ulaşabildi!
Fakat rejim de öyle statik bir şey değil.
Kendi kurallarıyla değişebiliyor, değiştikten sonra kuralları değiştirip yeniden kendini değiştirerek yine kuralları değiştirip kendini tekrardan…
Bildiğimiz parlamenter rejim değişmişti, biliyorsunuz; Meclis yine vardı tabii.
Fakat “Kuvvetler Ayrılığı” kalmış mıydı?
Danıştay son kararıyla dedi ki:
Gerek yok!
Aslında özne olarak Danıştay diyoruz ama, İstanbul Sözleşmesi’nin Cumhurbaşkanlığı kararıyla yürürlükten kaldırılmasına karşı açılan davalarla ilgili olarak Danıştay’ın “Böyle kalsın, şahane” demesi, 2’ye karşı 3 oyla.
Yani iki üye diyor ki, “Davalar haklı. Millet Meclisi’nde kabul edilmiş bir uluslararası sözleşme, ülkenin kanunu olmuştur ve ancak Meclis kararıyla değişebilir bu durum. Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanlığı iradesiyle değil.”
Üç üye ise diyor ki, “Yok canım. Yeni rejimde bu yetki Cumhurbaşkanındadır. Tamam mı! Haydi bağyanlar eve!”
2-3 yerine 3-2 olsa ne olacaktı?
Cumhurbaşkanlığı iradesiyle uluslararası bir sözleşmeden çıkılması rejime aykırı sayılacaktı.
Şimdi sayılmıyor!
Rejim böyle bir şey:
Tek kişinin kararıyla değişebiliyor!
Bodrum’da Cennet Koyu’nda, Mehmet Cengiz veya Bulgari Hotel inşaat alanına dair fotoğrafları gördünüz mü?
Dozerler, binlerce yıllık uygarlıkların üzerinden geçiyor.
“Kötülüğün sıradanlaşması” ve “kütüklüğün katılaşması” millete ait, millet iradesine emanet, sözde halkın tutunacağı tarih ile hukuk gibi dalları da kopara kopara, gelmişin geçmişin içine ede ede “Cennet” vaat ediyor!
Bunlar çok farklı şeyler değil.
Tabiatın yağması, hayvanlara, bir ailenin katledilmesine kadar varan düşmanlık, kadınları şiddetten koruyacak ve adı üstelik “İstanbul” olan sözleşmenin çöpe atılması, sahte enflasyonla geniş kitlelerin alım gücünün az sayıdaki kasaya transfer edilmesi… Artık yorgun, bitkin düşmüş bir ülkenin dişlerinin sökülmesi gibi.
Danıştay’da 5 yüksek yargı üyesi…
Hepsi “rejim ve hukuk yorumu” yapıyor ve ikisi başka yerde, üçü bambaşka yerde.
Daha kendisinin ne olduğunu 5 yüksek yargı üyesinin beşine de aynı şekilde anlatamamış rejimin, hukukun, yargının, sistemin, kararların gözlerinden öperim.
Bu şekilde, her türlü “kanunlaşmış” uluslararası sözleşmeden, hatta Meclis’ten geçmiş kanunların kendisinden, Montesquieu’nün müsaadesiyle “Kanunların Ruhu”ndan vazgeçmek artık çok kolay.
“Tek adam” kararıyla, hukukta her şey mümkün.
“Danıştay’daki tek adam” büyük bir iş yaptı yani!
Toprak, su, hava… Kanunların da kadınların da ruhu, hepsi tek kişinin, öyle değil böyle, yok artık şöyle demesine bağlandı.
Sözde Kuvvetler Ayrılığı vardı…
Kuvvetle sevenleri ayırmadılar!
Olur a, tarih yazdığını düşünürsün bir gün…
Ama tarih bir güne sığmaz, o da sizi yazar bir yandan!