Daraltan zamanlar
Şimdiye dek yaşattıkları yetmiyormuş gibi, gelecek için de gözdağı vermek üzere hiçbir tertipten uzak durmayanlardan da, yıllar boyu kızdırdıkları demiri (demiri!) “tut bak, soğuttum” soğuk şakalarıyla uzatanlara rağbetle “taşın altına el koyma”ya (elimizi gözden çıkarmaya!) teşne, bütün şu olup bitenin ‘derinliği’ni tespit ve teşhir kabiliyetinden, cesaret ve niyetinden uzak sözde muhalif siyaset erbabından da, çok ama çok sıkıldık; daraldık
Halûk Sunat/haluksunat@gmail.com
Bugün 23 Nisan (1), yarın 24. Bugün, ‘Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı gün. Bayram. Yarın, yaklaşık iki yüz İstanbullu Ermeni aydınının tutuklanıp Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın emri ile Ankara yakınlarındaki iki merkeze (Çankırı ve Ayaş’a) doğru ölüm yolculuklarına çıkarıldığı gün. Ve sonrası; tehcir, soykırım, milyonu aşkın Ermeni’nin gömüldüğü karanlık. 1915.
Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk meclisinin açılışı 31 Mart 1877. Siyasal İslam’ın atası II. Abdülhamit’in anayasayı askıya alması ile birlikte kapanışı 14 Şubat 1878. İlk meclisin ilk döneminde üyelerinin 69’u (Türk, Arap, Kürt, Arnavut, Boşnak) Müslüman, 46’sı gayri Müslim (Ermeni, Rum, Yahudi). İkinci döneminde bu sayılar 56’ya 40; otuz yıllık istibdat döneminden sonra 17 Aralık 1908’de açılan ‘Meclis-i Mebusan’da ise, değişik etnik kökenlerden olmak üzere, 234 Müslüman üye var; gayri Müslim üye sayısı 54. 1895-96 ile başlayıp 1909’a (Adana Katliamı’na) ulaşan kıyımlarla dayandığımız 1915’ten beş yıl sonra açılan, bugün de açılışının bayramını kutladığımız Birinci Meclis’te ise ‘tek!’ gayri Müslim mebus yok (2).
Ve geldik bugünlere. İyi miyiz böyle? Tam değil. Anayasa madde 66’ya rağmen (“Türk Devleti’ne [‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ de değil] vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.”) gönlümüze göre Türk edemediğimiz —maalesef— Kürtler var (3) şimdi de. “Şimdi de”, lafın gelişi. Madde 66 ile dahi (hatta, karda yürürken çıkardıkları ‘kart-kurt’ sesi ve daha ziyade dağlarda yaşamayı tercih etmeleri dışında basbayağı Türk oldukları iddiasına rağmen) bir ırk olarak ıslahı mümkün görünmeyen; 66’nın mimarları buraya gelmeden dahi oralarda (şimdilerde iyiden iyiye “Kürdistan” diye iştahla andıkları coğrafyada) yaşadıkları iddiasında olan Kürtler var —hâlâ. İhdas edilmiş ‘tek adam rejimi’ne başından beri karşı olan; demokrasi, anayasal eşit yurttaşlık, barış diye diye güttükleri zılgıtlı siyasetle hakikaten buranın havasına suyuna yabancı bir —ne diyelim— tuhaf kalabalık.
Kalabalık deyince de, tam zıddı bir kalabalık, “güruh” diye adlandırılması daha münasip ‘nezih’ bir kesim de var bu ülkede. Linç ve lince teşebbüsleri ‘protesto’dan sayılan; zılgıtlı siyasetin omuz verişi ile farklı bir siyasetin —sanki— uç verir —gibi— oluşu karşısında yaşadıkları milli-manevi teessüriyetleri ile mazur görülmeleri icap eden; protestolarını, ülkenin başkenti yakınında bir ilçenin köyünde, —eski genelkurmay başkanı— günün Savunma Bakanı’nın, Emniyet Genel Müdürü’nün, Ankara Emniyet Müdürü’nün, jandarmanın nezaretinde, —bıçak göstererek, taşla, sopayla, ev yakma tehdidi ile— icra etme ve “mesaj verme” ehliyetindeki “değerli arkadaşlar”dan mürekkep bir güruh (4).
(…)
Ta ‘Gezi’den başlayıp berhava edilen ‘Çözüm Süreci’ne, 7 Haziran’a, oradan katliamlar, yanıp yıkılan bir memleketle varılan 1 Kasım’a, darbeli OHAL’lere, dayatılan tek adam rejimine, dün de bugün de —yasayı, içtihadı, seçme-seçilme hak ve hukukunu gözetmek yerine— hâkim siyasetin yönlendirmesine tâbi YSK’ye ve nihayetinde hükmü kalmamış Meclis ve terkibine atıfla döneduran çemberi tamamlayacaktım ki, daraldığımı hissettim. Şimdiye dek yaşattıkları yetmiyormuş gibi, gelecek için de gözdağı vermek üzere hiçbir tertipten uzak durmayanlardan da, yıllar boyu kızdırdıkları demiri (demiri!) “tut bak, soğuttum” soğuk şakalarıyla uzatanlara rağbetle “taşın altına el koyma”ya (elimizi gözden çıkarmaya!) teşne, bütün şu olup bitenin ‘derinliği’ni tespit ve teşhir kabiliyetinden, cesaret ve niyetinden uzak sözde muhalif siyaset erbabından da, çok ama çok sıkıldık; daraldık. Eşitliğe, özgürlüğe, demokrasiye; samimi ve kararlı muhalefetle yarına doğru açacağımız bir pencereye çok ihtiyacımız var.
(1) Ne zaman okunacağı bilinmez; bu yazıya 23 Nisan 2019’da başlandı. Neredeyse, sevgili Hrant’ın deyişiyle “23,5”ta.
(2) Bkz., “TBMM, hiç ‘çok renkli’ oldu mu?”, Ayşe Hür, ‘radikal.com.tr' , 28. 06. 2015.
(3) Bayındırlık Bakanı olarak görev yaparken (1978-79), “Türkiye’de Kürtler var; ben de Kürdüm” demiş ve dahi “bazı Kürtleri işe almış olduğu” için otuz ayı aşkın süre cezaevinde kalıp on yıl da siyasi haklarından mahrum bırakılan ve avukatlık mesleğini yapmaktan alıkonan Şerafettin Elçi’yi de rahmetle analım bu arada.
(4) Maraş’tan, Çorum’dan, Sivas’tan… akıp geldiklerini unutmuyoruz bu güruhun.