Ragıp Zarakolu’nın yazısından, Canan Kaftancıoğlu ile Özgür Özel’in sözlerinden ‘darbe çığırtkanlığı’ iddiası çıkartmanın pek çok sebebi olmalı. Siyasetten ekonomiye sorunların üzerine kalın bir örtü çekerek gözlerden gizlemenin elverişli aracı, darbe iddiaları. Pek çok sorun bu hay huy arasında, suç duyuruları ve açılan soruşturmalar hengamesinde konuşulmaz olacak amenna. Ancak tüm mesele gündem kurgusundan ibaret değil, sanırım. Sadece darbe tartışmalarını değil aynı zamanda çocuk istismarından İstanbul Sözleşmesi'ne, zina ve eşcinsellik temalı nefret söylemine varıncaya değin pek çok konuyu, gündem saptırma aracı olarak yorumlamak yanıltıcı. Kadın kazanımlarına yönelik her türlü tehdit ülkenin temel meseleleri arasında yer aldığından temel meseleleri paravan sayma kolaycılığına kapılmak oluyor böylesi yorumlar.
Toplumda zaten mevcut olan darbe korkusunu yeniden harlamanın, bir yazı ve iki konuşmayı, hatta Ankara Barosu'nun basın açıklamasını da ekleyebiliriz, iktidarca nimet sayılıp üstüne gidilmesi, o kadar önemsiz değil. Önemli zira iktidarın zihninden hiç silinmeyen kültürel iktidar kompleksi, bu feveranın altında yatan temel etken zannımca. 18 yıldır kesintisiz tek başına iktidarken ve bunca otoriterleşmişken bile giderek artan bir kırılganlık görüntüsüyle açığa çıkan darbe ihtimalinden daha ciddi bir korku hakim iktidar çevrelerinde. O sözlerden darbe endişesi çıkarmak hiç gerçekçi değil. O halde belki darbe endişesi de gerçek bir korku değil yaratılmak istenen bir görüntüden ibaret diyebiliriz. İşte böyle bir görüntü yaratma ihtiyacının arkasında yatan hayli gerçek ve hayli derin korkunun, kültürel iktidar kaygısı olduğunu düşünüyorum.
Siyasal iktidarın, kültürel iktidara karşı açtığı savaşın içinde yaşıyoruz bir süredir. Yıllardır yapılan tartışmalarla “kültürel iktidar üretiminin, siyasal iktidarı elde etmek kadar kolay olmadığı” minvalinde mebzul miktarda entelektüel görüş biriktirildi, iktidar çevrelerince. Sosyal bilim analizleri, raporlar, sayısız gazete ve dergi yazısı ve akademik makalenin konusu kültürel iktidar meselesi. Çoğunluğu derinliksiz ve iktidarın siyasi rekabet kaygısını besleyen bu çalışmalarda, bugün insanlık medeniyetinin içinde bulunduğu koşullara dair tüm kötülüklerin anası ilan ediliyor, “Batı kültürü”. Oryantalizme karşı verilen bir savaş bu ve tek silahı da oksidentalizm. Tıpkı sömürgeci zihniyet gibi kendi kültürüne alabildiğine benmezkezci (etnosentrik) bir bağlılıkla sürüyor savaş. İdealize edilmiş bir ben kültürü, şeytanlaştırılmış bir öteki kültür karşısında üstünlük elde edemeyeceğini anladığındaysa yeni formül bulunuyor. Bir “kültürel iktidar varsa bir de kültürel muhalefet vardır” tezi hükmediyor artık günümüz AKP iktidarı ve bağlılarının düşünce dünyasına.
Tabii "gücü, gücü yetene" demişler ya, eşeğini dövemeyen semerini döver hesabı kabak bu ülkenin evrensel değerlerle uyumlu mevzuatının başına patlıyor. İnsan hakları hukuku, Medeni Kanun, CEDAW, İstanbul Sözleşmesi, 6284 karşıtlıklarını bir de bu açıdan düşünmek şart. Kültürel iktidar üretemeyen değil evrensel değerlerde kültürel birikim oluşturma vasfından fersah fersah uzak bir siyasal iktidar için en kolayı, düşmanlaştırmak malum. İstanbul Sözleşmesini merkeze alarak konumun bu kısmını bir sonraki yazımda derinleştirmek şart oldu sanırım.
Darbe tartışmaları, ekranlardaki ölüm tehditleri, hutbede ve iftarda nefret söylemleri, kültürel iktidar üretme becerisinden yoksun olanların sosyal mühendislik denemelerini işaret ediyor. Kültürel inşa zor ama toplumu yeniden biçimlendirmek kolay gelmiş gibi. Kültürel iktidar hakkındaki iktidar çevrelerinin yayınları da hep “erken cumhuriyet dönemi sosyal mühendisliği” üzerine inciler dizilerek başlar. Osmanlı'da başlayan kültür değişmelerinin bir devamıyla dönüşümün doğrusal uzantı halinde topluma yansıdığı olgusu, idealize edilmiş geçmiş algısıyla yok sayılırken, o işaret edilen sosyal mühendislik çalışmasına da ciddi öykünme yaratılmış oluyor böylece. “Atatürk yaptıysa Erdoğan neden yapamasın ki” rövanşizmi, zihinlerine yerleştirilen kul taifesi, Allah’ın dini olmaktan çoktan çıkarılmış din yorumlarıyla habire saldırır elbet. Kime mi, tabii ki evrensel değerleri önemseyen, içselleştirmiş insanlara, eleştirel düşünebilen, düşüncesini ifade eden insanlara.
Biraz muhalif duruşa sahip olup bunu açık edenlerin hemen düşman, hain ilanı boşuna değil. "Kültürel üstünlük" dediğin, önce insan onurunu korumakla başlar ve adaleti tesis etmekle mümkün olursa arzu edilen otoriter siyasal iktidar elden gidecek. O halde gelsin şark kurnazlığı. Her türlü ahlakçı söylem ve buluttan nem kapan darbe endişeleri, sosyal mühendislik çabasının elverişli araçları olarak kullanılıyor, bu kurnazlık hesabınca. Kolaya kaçıp kendi kültürünü güçlendiremeyen evrensel değerleri yok ederek işe başlar. Yıkmak yapmaktan kolay ne de olsa.