Hukuk devletinin temel umdelerine boş verildiği, yıllardır 'koyver gitsin' mantığıyla yönetilen Türkiye gibi ülkelerde gerçekleri yüzümüze vuran bir raporun kulaklarımızı iğdiş edecek bir gürültü çıkarması gayet normal. Türkiye, rayından çıkmış tünelin içinde sağa sola savrulan tren gibi, bir taraftan karanlığın yol açtığı körlükle yordam bulmaya çalışırken, bir yandan da fizik kurallarına direnerek vagonun içinde ayakta kalma ve denge sorununu çözmeye çalışıyor.
İçeride işler anam babam usulü yürütüldüğü ve yargılamalardan gözaltılara, muhalifler üzerindeki baskılardan barışçıl talep ve gösterilerin kriminalize edilmesine kadar yönetenler dahil herkes hukuksuzlukların farkında olduğu için işlerine gelmeyen en küçük bir uyarı, ne bileyim kısa bir haber, bir insan hakları raporu ya da AB uyarısı, muktedirleri anında zıplatmaya yetiyor. Ben içeride istediğim haltı yerim kimse bana karışamaz havası da değil tam bu. Ben içeride istediğim haltı yemiş olabilirim ama bunu sen niye ifşa ediyorsun havası.
Sırf muktedirler değil dış müdahalelere muhalefet de karşı. Hatta gerçekten karşı olanlar onlar. Neden mi? Çünkü Türkiye’de muhalefet, dış müdahalelerin dünyanın her yerinde sanıldığının aksine muhaliflerin değil iktidarların elini güçlendirdiğini biliyor. Ayrıca ABD başta olmak üzere Batılı devletlerin müdahale etmesiyle iflah olmuş, evin yolunu bulmuş bir ülke olmadığını da. Irak’ın hali ortada, Afganistan’ı ise söylemeye bile gerek yok.
Bir diğer husus, muhalefet kurumsallaşıp iktidarın yanlış uygulamalarına set çekemiyor ya da seçimlerle halkın teveccühünü kazanıp giderek pervasızlaşan iktidarı sandığa gömemiyorsa harici destek, ülkeyi ancak kaosa götürür. Bizim güzide ülkemizde de dış müdahaleden medet uman, muhalefet değil de daha çok iktidar gibi.
15 Temmuz darbe girişiminden deneyime sahip olan iktidar, böyle bir darbe girişimine oldukça hazırlıklı ve onu boşa çıkaracak enstrümanlara sahip. Ordu içinde birileri gerçekten memnuniyetsizse bunu gidermenin yolunun askeri bir darbeden geçmiyor olduğunu bilmeleri gerekir. Onca yaşananlardan sonra yeni bir maceraya girişmek, artık gücü giderek tükenmekte olan AKP’yi iyice konsolide etmek demek.
Bu darbe söylentisinin kime yarayacağı aşikâr. Öte yandan sivil-asker ilişkilerine dair kaleme alınmış teorilerin büyük bir bölümünün askerlerin sivil iradeye tabi olmasının demokratikleşmenin ön koşullarından biri olmakla birlikte, askerlerin bu kritere uygun davranmalarının kaçınılmaz olarak demokratikleşmeyi beraberinde getirmediğini görüyoruz. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye’de yaşanan hukuksuzluklar bunun en büyük kanıtı.
Nitekim, Türkiye’de sivil-asker ilişkilerinin göreli olarak demokratikleşmesine ve askerlerin başka demokratik ülkelerde olduğu gibi sivil iradeye boyun eğmesi, askerlerin sivillerin işlerine karışmaması sağlanabildiği halde bu kez demokratik kuralları hiçe sayarak yargı bağımsızlığını çiğneyen, güçler ayrımını ayaklar altına alan sivil hükümet sorunuyla karşı karşıya kalmış durumdayız. Demek ki sivil-asker ilişkilerinin rayına oturması ve olması gerektiği gibi olması da bir ülkede hukukun üstünlüğünü tesis etmiyor, eşitlikçi ve adil bir düzen meydana getirmek için yeterli olmuyormuş.