Her seferinde aynı cümleyi kurarak yazıya başlamak acı ama yine söyleyeceğim: Memleket giderek daha da kötüye evriliyor. Yaşamak zorlaştı. En basit gereksinimimizi bile karşılayamayacak hâle gelmemiz yakın. Yürüdüğümüz caddede, metroya binerken ya da otobüsten inerken gözaltına alınmamız işten değil. Hepimizin başına gelebilecek bir şey, geçtiğimiz perşembe Gülşah Erol’un başına geldi: Kadıköy Metro girişinde çellosuyla “yakalanan” sanatçı, polislerce darp edildi ve enstrümanı kırıldı. İlk değil, belli ki son olmayacak. Sebepsiz gözaltılar, keyfî tutuklamalar derken buna bir anda “sinirleniveren” polislerin darpları eklendi.
Gülşah Erol, tanıdığım en yetenekli müzisyenlerden biri. Çellosuyla harikalar yaratıyor. Emekliye ayrıldığı On Your Horizon’dan her dem taze Mutrib’e, pek çok projesinde onu dinleme olanağına sahip oldum; Yasemin Mori, Melis Dânişmend, Şirin Soysal sahnelerine ve nicesine büyük katkılarda bulunduğunu gördüm. Festivallerde, KadıköySahne gibi mekânlarda yan yana geldim, kimi zaman aynı sahneyi paylaştım. Uzun uzun kim olduğunu anlatacak değilim, bilen biliyor zaten. Bilmeyen de şu son iki günde hakkında çok şey öğrendi.
Her şeyden önce, hadisenin böyle bir insanın başına gelmiş olması üzücü. “Ben müzisyenim” dediği halde daha çok darp edilmesi, sakındığı yerlerine darbeler alması affedilemez bir şey. Enstrümanının kırılması da öyle. Çocukluğumuzdan beri aynı şey öğretilir: Polis, huzuru sağlamakla yükümlüdür. Yazık ki son dönemde polis bizzat huzur kaçırıyor. Ankara’da Yüksel Caddesi’nde, Kadıköy’de ve daha pek çok yerde polis girene kadar var olan huzur artık yok. Sokaklarda polisler geziyor, olur olmadık yerlere karakollar kuruluyor, insanların yaşam alanları ellerinden alınıyor. Tıpkı Mozaik şarkısı “Bildiklerimiz”de olduğu gibi: “Polis kimlik sorar!” Darbeye karşı çıkacağız derken darbe sonrası günlere dönmek, ancak bu iktidarın yapabileceği bir şey.
Son dönemde memlekete baktığımızda gördüklerimiz fena: İki insan işlerini geri almak için açlık grevi yapıyor, onlara destek veren çok sayıda insan gözaltına alınıyor, pek çok gazeteci tutuklu ve adım atmak giderek daha da zorlaşıyor. Polis, Ankara’da Yüksel Caddesi’nin ortasına konuşlandı. İnsan Hakları Anıtı’nı kapattı, yanına da kendi yerleşti. Caddenin yarısı karakol. Daha önce memleketin değişik yerlerinde parklara yerleşmiş, yolları kapatmış, binalara girişi yasaklamışlardı; son dönemde icraat arttı. Her şey bir yana, yaşam alanına saygısızlık bu. Her gün binlerce insanın geçtiği bir caddenin tam ortasına karakol kurmak, OHAL’le falan açıklanamaz. Şüphesiz açıklayanlar olacaktır, bunun doğru bir şey olduğunu savunanlar da çıkacaktır ama insanın özgürlüğünün elinden alınması hiçbir şeye benzemiyor.
Genelden özele indiğimizde durum daha da vahimleşiyor: “Kimsenin yaşam tarzına karışmıyoruz” diyenlerin polisi, şortla gezen bir kadını darp edebiliyor, içki içenlere karışabiliyor ya da bir müzisyenin enstrümanını kırıp canını tehlikeye atabiliyor. Elinde enstrümanıyla metroya girmeye çalışan biri, her şeyden önce bir vatandaş, terörist ilan ediliyor, bir odaya kapatılıyor, ellerine kelepçe takılıyor ve tehdit ediliyor. Fena. Sahiden fena.
Başta söyledim, Gülşah’ı tanıyorum. Onu tanıdığım için bu yazıyı yazdığımı savunanlar olacaktır, gardımı alayım: Hadise, tanımadığım bir insanın başına gelseydi de bir şey değişmeyecekti. Aynı tepkiyi verecektim. Şu ara tepki vermemiz gereken olaylar artıyor. Tepki vermediğimiz sürece, daha da artacak. Ruhi Su, bir dönem bizi uyarmıştı; sözünü dinlemekte fayda var: “Boşa didinmek fayda vermez / Her geçen gün daha beter dünden / Böyle gelmiş böyle gitmez / Sömürü zulüm devam etmez // Elindeki bu boş tencere / Dolar mı kendi kendine / Kaldırmadıkça başlarımızı / Sefaletimiz bitmez…”
Gülşah’ın uyarısını da ıskalamayayım: “Lütfen dikkat edin müzisyen, sanatçı arkadaşlar, size hakaretle ve saldırıyla yaklaşsalar dahi susun ve yanlarından uzaklaşın.” Aksi, mukavemete giriyor ve polis kendini haklı ilan edebiliyor. Emniyet tarafından yapılan açıklama da bu minvalde: “G.E. isimli şahıs”, görevli memurun boğazına sarılmış, memur da “gerekeni” yapmış. Medya, bunu biraz daha allayıp pulladı ve “provokatör” ilan ettikleri Gülşah’ın “saldırısı” sırasında polisi tehdit ettiğini yazdı: “Abim Kandil’den yeni indi. Sizi gebertir” cümlesi ona yakıştırılmış. Elbette dahası da vardır ama şu ara onlar da temkinli…
Gülşah’ın sosyal medya hesapları üzerinden yaptığı kısa açıklamasındaki son cümle, tüylerimizi ürpertiyor: “Dün ölebilirdim…” Memlekette tedirginlikle yaşamak, yazık ki çok acı. Bu hâle şarkılar da çare olmuyor. Umudumuzu koruyalım diyoruz ama zaman zaman, böylesi hadiselerle karşılaştıkça umutsuzluğa düşüyoruz. Yine de umut baki, dilimizdeki bir Mutrib şarkısı: “Düşlerle tapınmalar / Aydınlanmalar / Bir yığın çığlık / Uyan İnsan…”
Bu yazı, 52. pazar yazım. GazeteDuvar’da ilk yılımı doldurdum. Çok daha “keyifli” şeyler yazmak isterdim, bu ara olmuyor. Yine de söylediğim gibi, umut baki. Hep.