Marx’ın siyaset bilimciler için belki de en önemli eseri olan Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i yeğen Napolyon’un cumhuriyete karşı darbesini anlatır ve o meşhur ifade ile başlar. “Hegel büyük dünya-tarihsel vakıaların ve şahsiyetlerin sanki iki defa çıktığından bahsetmişti bir yerlerde. Şunu eklemeyi unutmuştur: Bir seferinde trajedi olarak öteki seferindeyse fars.” (1) Ayhan Oğan’ın “yeni bir devlet kuruyoruz, kurucusu Recep Tayyip Erdoğan’dır” sözleri Marx’ın bu tarihi girişini hatırlattı. İster istemez kimi imgelerle: Güvenpark Anıtı’nın trajikliği ile Harran’a dikilen tank durduran Erdoğan heykelinin komikliği; Saltanatı kaldıran Birinci Meclis'in trajedisi ile saray komedisi. Trajik kahraman gündelik olanı aşan eylemin failidir, çözümsüz bir çatışmanın içinde kendini sıradanlığın içinden koparan eylemi gerçekleştirir, sonundaki ölümü, onun ebedi yaşamının kaynağıdır da. Komedi düpedüz sıradanlığın içinde var olur, ona gömülür. Trajedinin çarkı somut dünyanın yasasının karşısına onu aşan bir yasa ile çıkar, bu nedenle kurucudur. Komedi ise geçici, bazen ki bugün içinde yaşadığımız gibi acı olsa da geçicidir.
AKP gündelik çıkar ve para ilişkilerine en başından beri o kadar bağlıdır ki, her kapitalist akıl gibi bir gün daha aynı gücü ve serveti elinde tutmaktan başka derdi yoktur. Servetini ve gücünü kaybettiğinde ise onu kimsenin hatırlamayacağını içten içe bilmektedir. Bu nedenledir Erdoğan Ayder’e çıktığında diktiği tesislere göre doğa ya da tanrının bir anlığına ona daha büyük görünmesi. Bundandır Yıldırım’ın zeytinin tesisten uzun ömürlü olduğunu anlamaması. Evet, sayın Oğan, Erdoğan’ın kurucusu olduğu yeni bir devlet değil, ayakta kalacak bir dernek bile kuramayacaksınız. Bu yüzden en küçük bir ahlaki sorumluluk duymadan iftiralar savuran havuz balıklarının sudan çıkışlarındaki o yüzlerini mutlaka göreceğiz. Mevki, makam ya da para için kırk yıllık komşularına, aynı camide namaz kılan arkadaşlarına iftira atanların dini mi meşruiyet sağlayacak yeni devletinize? Cumhuriyetin yasasını hangi ahlâkla aşacaksınız? Bu ahlâkla hangi kurumları inşa edeceksiniz?
Baştan söyleyeyim, Erdoğan’ın kurucusu olduğu bir yeni devletten bahseden tarihçi olmayacaktır, fakat yeni devlet iddiası başka bir anlamda tehlikeli, kısa vadede yıkıcı, ciddi bir iddia, bir ihtirastır. Bu ihtirasın estirdiği rüzgar, İslamcılığı dayatan bir toplum düzeni ve “benim milletim”den dayanağını alan egemenlik kurgusu bağlamında Erdoğan’ın milliyetçi-mukaddesatçı ilk gençlik heveslerindeki sığlığı adım adım önümüze getirmektedir. Yeni devlet ihtirası, zaten var olanın ifşasıdır.
YENİ DEVLET KURMAK AMA HANGİ YOLLA?
Toprağa dayalı egemenliğin ve ulusal devlet formunun ortaya çıktığı zamandan bu yana yeni bir devlet kurmanın üç yolu deneyimlendi. Bunlardan üçü de hukuki boşluk durumunu varsayar: Savaş, devrim ve darbe. Yeni bir devlet demek yenilenmiş bir anayasa değil, yeni bir somut düzen demektir. Yeni bir halk, yeni bir hukuk düzeni ve yeni bir ülke. AKP lideri Erdoğan kendi milletini, kindar ve dindar neslini yaratmak için çok uzun zamandır çabalıyor. Kendi belirlediği mutlak düşmanlardan arındırılmış bir millet. OHAL bu milleti ve hukuk düzenini yaratmak için 20 Temmuz 2016’dan beri bir araç olarak kullanılıyor. Hukuki boşluk durumunun Türkiye’deki adı OHAL’dir bugün. Türkiye’nin bugün bildiğimiz anlamda iktidarı sınırlandıran bir anayasası yoktur. Bu yeni millet ve yeni hukuk düzeni girişimi de Erdoğan’ın tek başına hüküm süreceği ülkenin somut düzenini belirliyor. Peki, hangi yolla?
Bu soruya devrimin bir yanıt oluşturmayacağı aşikâr. Çünkü devrim, mevcut ekonomik ve siyasal formun yıkılıp eşitlik ilkesi ekseninde yeni bir ekonomik ve ona bağlı bir siyasal düzenin yaratılması arzusunu işaret eder. AKP lideri düşük faizli kredilerle devlet ihalesi alarak daha da zenginleştirilecek imtiyazlı azınlığın varlığını garantiye almaya çalışan bir statüko partisi olarak bu kavramla uzak yakın bir ilişki içinde değildir. Türkiye’nin devlet düzenini ortadan kaldıracak bir savaş içinde olmadığı da ortada. Sürekli üretilen ve büyütülen düşman söylemi içerideki milletin yaratılmasına dönük. Bu durumda yeni bir devlet kurmanın, hukuki boşluk yaratarak düzeni değiştirmenin bir yolu kalıyor: Darbe. Bir hafta içinde bir gazeteci –ki önemsiz değil, hastanede Genel Kurmay Başkanı tarafından ziyaret edilmiş- ve de bir cumhurbaşkanı tarafından tutuklanmakla tehdit edilen Kemal Kılıçdaroğlu’nun darbe olarak tanımladığı “OHAL ilanı”, yeni devletin kuruluşunun yolu olarak benimsenmiştir. AKP’nin eski MKYK üyesinin söylediklerinin dayanağı bu darbe, darbe aracılığıyla gerçekleştirilen kurucu bir şiddet iddiasıdır.
DARBELERE KARŞI DİRENMEK
Komedinin kahramanı yeğen Napolyon, cumhuriyete karşı yaptığı darbenin ardından yirmi yıl hüküm sürdü. Bir yeni devlet kuramadı evet, fakat diktatörlüğünü yirmi yıl boyunca sürdürdü. 15 Temmuz’da Fethullah Gülen çetesi insanların üzerine bomba yağdırırken kimin kiminle ne yaptığı hâlâ ortaya çıkmış değil. Bir gün elbet her şey açığa çıkacak ve öğreneceğiz fakat 15 Temmuz’un ardından yaşananları biliyoruz. Erdoğan daha o gece bir lütuf olarak adlandırdığı girişimin ardından anayasayı askıya aldı, yüksek mahkemeler dahil bütün yargı düzenini kendine bağladı. OHAL hukuksuzluğu içinde plebisite gitti ve Yüksek Seçim Kurulu’nun skandal kararıyla galebe çaldı, atı alan Üsküdar’ı geçmişti.
Darbe denilen şey, ülkeyi anayasasızlaştırmaktır. 1960 ve 1980’de yayımlanan darbe bildirileri, darbecilerin çıkardığı kararnamelerin anayasanın üstünde olduğunu deklare ederek bunu yapmıştır. OHAL kararnameleri de aynı işlevi görmektedir.
Darbelere direnmek, halkın kapasitesine güvenmek demektir. Türkiye’de bir avuç imtiyazlı müteahhide; güç ve servetin adaletsiz ve liyakatsiz dağıtımına dayanan, yeni bir devlet kurma yolunda kurucu bir şiddet ihtirası taşıyan siyasal iktidara karşı imtiyazsız milyonlara güvenmek, darbeye direnmenin fikri temelidir. Bu direnişin mevcut koşullardaki için zorunlu yolu ise temsili demokrasinin temel şartlarının iktidara kabul ettirilme mücadelesinden geçmektedir.
(1) Çev. Tanıl Bora, İletişim Yayınları, İstanbul, 2010.