‘Dargeçit’ten Narin’e: Hayatla aramızdaki mesafe

Narin Güran’ın ölümü sadece ‘kapalı aile içinde cinayet’ ya da ‘bir köyün sessizliği’ diye anılırsa, bir süre sonra da unutulup giderse yine hiçbir derdin çözümüne çare olmayacak. Narin’i konuşurken, ‘başka bölgelerde de oluyor’ diyerek Türkiye’nin batısından ya da dünyanın farklı yerlerinden örnekler verip, çocuğa ve kadına yönelik suçların bu ‘bölge’ye özel olmadığını vurgulayanlar haklı bir hassasiyet gösteriyor. Ancak her ‘bölge’nin de özgün hassasiyetleri var!

Barış Avşar bavsar@gazeteduvar.com.tr

Berke Baş’ın yönettiği “Dargeçit” belgeselini, Narin Güran’ın bir çuval içinde saklanmış bedeni henüz bulunamamışken, 6 Eylül’de, İstanbul’da düzenlenen bir gösterimde izledik. Mardin’in Dargeçit ilçesinde 29 Ekim 1995-8 Mart 1996 tarihleri arasında üçü çocuk, sekiz kişinin zorla kaybedilmesiyle ilgili dava süreci, 2012-2015 yılları arasında bulunan insan kemikleriyle birlikte başlamıştı. Ancak onca delile, şahitliğe, hukuki mücadeleye rağmen dava, 2022’de 18 sanığın hepsinin beraatiyle sonuçlandı.

‘Dargeçit’ de bu mücadeleye, dava avukatı Erdal Kuzu ve ailelerin çabalarını merkeze alarak bakan bir belgesel film. İzlerken insanı ‘çarpan’ çok söz duyuyor, çok ana tanık oluyorsunuz. Ancak filmin sonunda kardeşi Nedim Akyön’ü bu olayda kaybeden Ahmet Akyön’ün bir sözü var ki...

Tam beraat kararlarının verildiği gün, duruşma çıkışında kaydedilmiş görüntüler arasında işitiliyor o cümle...

Mahkemenin kararına isyan ederken onca söz arasında, “Hayatla aramızdaki mesafeyi gösterdi” deyiveriyor Ahmet Akyön. Yıllarca kardeşi için verdiği hukuk mücadelesinin ardından bir kez daha ağır bir şekilde yaşadığı adaletsizliğe uğratılmışlık hissini, Kürtçe olarak bu şekilde ifade ediyor. Akyön’ün söylediklerine dair yönetmen Berke Baş’ın yorumu ise şöyle: “Bütün filmin, aslında bu olayda yaşanan bütün her şeyin gelip kilitlendiği cümle o…”

***

8 yaşındaki Narin Güran’ın vahşice öldürülüp, küçük bedeninin bir çuval içinde dere kenarına gizlendiği ortaya çıktığından bu yana, yaşadığı köye, ailesine, başına neler gelmiş olabileceğine dair onca şey söylendi. Cinayetin halen aydınlatılamamış, otopsi raporu gibi sonuçları bekleyen pek çok yanı da var. Ancak bütün meselenin en akıl almaz tarafı herhalde Vecdi Erbay’ın gayet net bir şekilde anlattığı, ‘sessizlik yemini’ olarak kalacak

Dargeçit’te ve benzer onca davada, devlet eliyle kurulan ‘otorite’nin işlediği suçlara karşı yıllar boyu mücadele eden ailelerin sesi, onları ‘hayatla mesafemizi gösterdi’ gibi cümleler kuracak kadar bilgeleştirirken…

Başka bir yerde, başka bir zamanda, devletinki ile birlikte inşa edilmiş siyaset/ töre/ muhtar-amca/ baba gibi farklı otoriteler, başka insanları sessizleştirmiş, sessizleştirmekle kalmayıp suça ortak etmiş olabilir mi?

Narin Güran’ın ölümü sadece ‘kapalı aile içinde cinayet’ ya da ‘bir köyün sessizliği’ diye anılırsa, bir süre sonra da unutulup giderse yine hiçbir derdin çözümüne çare olmayacak. Narin’i konuşurken, ‘başka bölgelerde de oluyor’ diyerek Türkiye’nin batısından ya da dünyanın farklı yerlerinden örnekler verip, çocuğa ve kadına yönelik suçların bu ‘bölge’ye özel olmadığını vurgulayanlar haklı bir hassasiyet gösteriyor. Ancak her ‘bölge’nin de özgün hassasiyetleri var! Böylesi insan olmaya aykırı ‘omerta’ların yeniden yeniden üretilip durmasında bu özgünlüklerin etkisini de vurgulamak gerek. 13-15 yaşında çocukların ‘örgüte yardım ediyor’ diye suçlanarak alınıp kaybedildiği, yıllar sonra ortaya çıkarılan kemiklerinin, onlarca başka delilin ve tanıklıkların dahi ‘ceza’ için yeterli olmadığı bir ‘bölge’de, otoriteyle ve hayatla ‘mesafe’ başka ‘bölge’lerdeki gibi olabilir mi?

Kürt seçmen hangi siyasi görüşte?

Spectrum House 15-28 Ağustos aralığında bin 508 katılımcı ile yaptığı, “Kürt Seçmen Eğilimi ve Performans Ölçümü Raporu”nu geçtiğimiz günlerde açıkladı. Raporda siyasetçi ve parti tercihleriyle ilgili sonuçlarla birlikte bizce önemli iki sonuç var. İkisi de birbirine bağlı. Birinci sonuç, yüzde 67 gibi yüksek bir oranda ‘genel seçim yapılması gerekli’ denmesi. İkincisi de bu gerekliliğin yüzde 37 gibi yüksek bir oranla ‘kötü ekonomi yönetimi’ ile açıklanması. Bu gerekçeyi, “iktidar değişmeli”, “Türkiye’nin geleceği için” ve “adaletsizlikler” izliyor…

***

Araştırmada dikkat çeken bir başka sonucu da anarak bitirelim. “Genel olarak hangi siyasi görüşe yakın hissediyorsunuz?” sorusuna verilen yanıtların oranları şöyle: Yüzde 34,9 Kürt milliyetçisi, yüzde 23,2 muhafazakâr, yüzde 19,9 sosyalist, yüzde 5,5 liberal, yüzde 4,9 Türk milliyetçisi. “Diğer”, “cevap/fikrim yok” ve “hiçbiri” yanıtını verenlerin toplamı ise 11,7 olarak ölçülmüş.

Peki bu yanıtları veren seçmenler hangi siyasi partilere yakın? Raporun veri analizlerini yapan Deniz Nilüfer’le görüşmemizde bu soruya şu yanıtları aldık:

- AK Parti, İYİ Parti ve Yeniden Refah Partisi’ne oy veren katılımcılar muhafazakâr görüşe daha yakın.

- Son genel seçimde Yeşil Sol Parti’ye oy veren katılımcıların çoğunluğu siyasi görüşünü, “Kürt milliyetçiliği” olarak tanımlıyor. Daha sonra ‘diğer’ ve ‘sosyalist’ görüşlerine yakınlık geliyor.

- CHP’ye oy veren katılımcıların ‘liberal’ görüşle ilişkisi güçlü. ‘Sosyalist’ görüşe de uzak değiller. Ancak, CHP seçmeni siyasi görüşlere yakınlık noktasında daha ‘ortada’ konumlanıyor.

- MHP’ye oy veren katılımcıların oy tercihleri ile siyasi görüşlere yakınlık arasında ise ilişki görülmüyor. Araştırmaya göre MHP’ye oy veren Kürt seçmen hangi partiye oy verirse versin kendisini herhangi bir siyasi görüşe yakın hissetmiyor. Bu seçmen grubu “Hiçbiri”ne daha yakın görünüyor. MHP seçmeninin bu durumu, bu partiye oy verenlerin politik kimliklerini tam olarak partinin politikalarıyla eşleştirememelerinden kaynaklı gibi görünüyor.

Bir diğer açıklama ise örneklem kaynaklı olabilir. Yani örneklemde MHP’ye oy veren Kürt seçmen sayısı az olduğu için veriler ‘siyasi görüşe yakınlık’ konusunda tam bir ayrıştırma için yetersiz. Buna benzer bir durum TİP’in ‘Kürt Milliyetçiliği’ne yakın konumlanması için de geçerli görünüyor…

Tarihçinin son sorusu…

Tarihin özellikle de siyaseten gayet ‘güncel’ olduğu dönemlerde bir tarihçinin kendi alanında yazıp çizmesi kolay değildir. Ağustos sonunda dünyadan göçüp giden Necdet Sakaoğlu bunu, çok uzun süre boyunca çok verimli bir şekilde hakkını vererek yapabilenlerdendi. Sadece kitaplarıyla da değil, yüzlerce ansiklopedi maddesinde, dergi yazısında, söyleşilerinde dünün dünyasında yaşananları bugüne ustalıkla anlattı, bağlantılarını gösterdi, açıkladı. Düzenli olarak yazdığı #tarih dergisinin son sayısı vefatının ardından okuruna ulaştı. Sakaoğlu’nun bu sayıdaki, “Kayıp Anadolu mimarisi: Kimlik yerine betonu seçmek” başlıklı yazısı, konusunu yine çarpıcı örneklerle süslediği bir veda...

Necdet Sakaoğlu

Yazının bir yerinde şöyle soruyor, “Muhafazakarlığı, geçmişe-geleceğe bağlılığı siyasal söylemlerine taç yapanların eski evleri, semtleri yok etmek için gerekçeleri herhalde vardır.”

85 yaşında ardında bırakıp gittiği binlerce satırda yer alan ve daha epeyce sorulacak sorulardan biriyle, çok anlamlı bir veda Sakaoğlu’nunki…

Emeğine sağlık…

Tüm yazılarını göster