1989 yılının son aylarında Ankara’da, ODTÜ Stadyumu’nda
düzenlenen bir konser, benim için dönüm noktası. Önceki yazılarımda
Bulutsuzluk Özlemi ve Mozaik üzerinden hikâyesini anlatmıştım.
Bugün, o konsere gelemeyen bir topluluktan söz edeceğim. Hayatımı
değiştiren topluluklardan biri bu: Grup Yorum. Gündemde olması
gerekirken, adını her an anmamız elzemken sessizce başlarına
gelenleri izlemeyi tercih ettiğimiz topluluk.
Grup Yorum’la 32 yıl önce tanıştım. 1988 yılında, ikinci
albümleri “Haziran’da Ölmek Zor / Berivan” yayımlandığında kasetin
kapağı Zafer Çarşısı’nın içinde bulunan Ada Müzik’in vitrin camına
asılmıştı ve Ada, sürekli o kaseti çalıyordu. O günlerde (biraz da
öğrenci bütçemin yetersizliğinden dolayı) ilgilenmemiş ama gide
gele içindeki şarkıları ezberlemiştim. Sözünü ettiğim konser
[Gökkuşağı Konserleri adını taşıyordu ve ODTÜ Öğrenci Derneği
tarafından düzenlenmişti] ve katılacak sanatçılar açıklandığında
beni heyecanlandıranlardan biri, Grup Yorum’du. Bulutsuzluk
Özlemi’ni iki yıl önce İzmit’te dinlemiş, Mozaik adını yine Ada’nın
vitrinindeki kaset kapaklarından öğrenmiştim. Arif Sağ’dan Azmi
Toğuzata’ya uzanan diğer isimler, heyecanı artırıyordu.
Konser başladı, Bulutsuzluk Özlemi Şili’den, Mozaik ise Victor
Jara’dan söz etti. O güne dek duymadığım şeylerdi bunlar. Onları
takiben sahneye çıkan topluluğun Grup Yorum olduğunu düşünürken ve
hazırlıklarının bitmesini sabırsızlıkla beklerken yapılan anonsun,
sonrasında sıklıkla duyacağım anonslardan biri olduğunu
bilmiyordum. Grup Yorum üyeleri, bir gece önce düzenlenen Mersin
konseri sonrası gözaltına alınmış, onların yerine topluluğun
Ankaralı kardeşi Grup Ekin gelmişti. Performans başladı, Grup Yorum
şarkıları art arda söylendi. O gün konser bittiğinde dilimde (biraz
da öncesinde yapılan Şili yüklemesine istinaden) “Venseremos”,
cebimde orada elden satılan Grup Yorum kasetleri vardı. Artık
topluluğun sadık bir dinleyicisiydim.
Sonrasında çok konser izledim: Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’ndan
Bakırköy Özgürlük Meydanı’na, küçük salonlardan grev çadırlarına
çok yerde türkülerine ses verdim. Onları çoğaltmadım belki ama
onlarla çoğaldım. 1995 yılında ilk kez ekiple tanıştım ve (Kemal
Sahir Gürel, Ufuk Löker, İrşad Aydın, Hakan Alak ve Özcan
Şenver’den oluşan) o dönemki kadroyla bir söyleşi yaptım.
Sonrasında konserler ve söyleşiler sürdü ve topluluğu oluşturan
eski-yeni üyelerle zaman zaman çeşitli vesilelerle yan yana geldim.
İlerleyen dönemde, çıkmamış albümlerini herkesten önce dinleyenler
arasında yerimi aldım, hazırlık aşamasında toplulukla omuz omuza
oldum.
Grup Yorum’u anlatmak yersiz. Yine de özetlemeye çalışayım:
Şarkılarıyla tarihe not düşen, memleket tarihini halkın dilinden ve
en yalın şekliyle anlatan, gerçekleri ve yaşananları yine şarkıları
aracılığıyla gelecek kuşaklara aktaran, hep bir ağızdan
söylediğimiz marşlara imza atan, bizi “bir” kılan bir topluluk.
Onlar olmasa bir yanımız eksik kalır, o kadar önemli bir noktada
duruyorlar. Üstelik sadece şarkılar, marşlar yapmıyorlar, türküler
söylemiyorlar; üretimleri farklı alanlarda sürüyor: Omuz verdikleri
Kültür Sanat Yaşamında Tavır dergisi, yayımladıkları kitaplar ve
adını 1996 yılında ölüm orucunda kaybettiğimiz Ayçe İdil Erkmen’den
alan İdil Kültür Merkezi bünyesinde yaptıkları çalışmalar, geleceğe
uzanan duvarı ören sağlam tuğlalar. Tam da bu yüzden, yollarına
(yaşadıkları onca baskıya rağmen) hiç durmadan devam ediyorlar.
Söylemeye gerek yok: Grup Yorum, çok uzun zamandan beri halka
açık alanlarda konser veremiyor. Üyeleri, terörle mücadele
kapsamında aranıyor, yargılanıyor. Topluluk üyelerinden İbrahim
Gökçek ve Helin Bölek, ölüm orucunda. Gökçek, zorla müdahaleyle
tehdit ediliyor. Talepleri çok basit aslında: İdil Kültür Merkezi
basılmasın, konser yasakları kaldırılsın, tutuklu Grup Yorum
üyeleri serbest bırakılsın ve haklarındaki davalar düşürülsün… En
basit hâliyle özeti şu: İşleri müzik yapmak, şarkı söylemek olan
bir topluluk, işini yapmak istiyor. Daha doğal ne olabilir ki?
Grup Yorum’un sesine ses vermemiz, onların sesini çoğaltmamız
elzem. Bugüne kadar başımıza gelen her şeyde yanımızdalardı, bugün
onların yanında olmalıyız. Geçtiğimiz 17 Kasım’da bir yazı yazmış, olanları
özetlemiştim. O günden bugüne değişen bir şey olmadı. 14
Şubat’ta, aralarında İbrahim Gökçek’in de bulunduğu tutukluların
davası görülecek. Kendi adıma şunu söyleyebilirim: Saat 10.00
itibariyle Çağlayan Adliyesi 37. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek
davayı izlemek için orada olacağım. Öncesinde bir de konser var:
Halka açık yerlerde konser veremiyorlar ama bu, seslerini duyurmaya
engel değil. Bugün bütün üyeleri tutuklu da olsa, Grup Yorum [Inti
Illimani örneğinde olduğu gibi] farklı yerlerde kuracakları farklı
kadrolarla yoluna devam edebiliyor. 13 Şubat akşamı, davadan bir
gün önce, “Bir Türküdür Direniş!” başlığıyla ve “Her direnişin bir
türküsü vardır. Bizler Türkiye halklarının türküsüyüz.” mottosuyla,
internet üzerinden dinleyicilerinin karşısında olacaklar. Linkler
topluluğun Twitter ve Facebook hesaplarından o gün duyurulacak. Bu,
öncesinde de yaptıkları bir şey. Türkülerini, şarkılarını,
marşlarını söylemekten vazgeçmiyorlar. Seslerine ses vermek, biraz
da bu yüzden elzem. Çok geç olmaması için, İbrahim, Helin ve diğer
üyeler yine sahnelere, alanlara dönsün diye.
‘90’lı yılların başından bugüne kullandıkları sloganla yazının
sonuna ereyim: Türküler susmaz, halaylar sürer. Ucuna, yakın
dönemde eklenen bir sloganı iliştireyim: Grup Yorum halktır,
susturulamaz. Gerçekten öyle. Şarkıları yok edebileceklerini
sananlar, yanılıyor. Bugüne kadar bunu deneyenlerin hepsi tarihten
silindi ama susturmak istedikleri şarkılar, türküler, marşlar hâlâ
dillerde. Grup Yorum şarkıları da öyle: Hiçbir zaman yok
olmayacaklar.