David Lynch’in ardından: Bu neydi şimdi?

Perşembe günü aramızdan ayrılan bu deli dahi ya da dahi deli, bize sadece sinemada değil, sanatın her alanında 'başka türlü bir şey'in mümkün olduğunu gösterdi.

Murat Meriç mmeric@gazeteduvar.com.tr

80’li yılların son demleri… İzmit’te lisedeyim, üniversiteye hazırlanıyorum. Tek bir hayalim var: Ankara’ya gidip mühendislik okumak. Neden Ankara, bilmiyorum ama neden mühendislik, çok iyi biliyorum. Üniversite sınavına hazırlanmak için ders çalıştığım bitmez gecelerin birinde TRT’de rastladığım bir film ilgimi çekiyor, izlemeye başlıyorum. Filmin adı “Elephant Man" (Fil Adam). Siyah beyaz. Eski bir filme rastlamış olmanın heyecanıyla izliyorum ama izlerken heyecanın yerini merak alıyor. Film bittiğinde duygularım karışık. Aklımda tek bir soru var: "Bu neydi şimdi?"

Filmin adını hafızama yazıyorum ama hakkında başka bir fikrim yok. 15-16 yaşlarım, araştırmak aklıma gelmiyor çünkü o yıllarda asıl hedefim müzik. Sonra Ankara’yı kazanıyorum, gidiyorum ve gündüz okul gece etkinlik şeklinde ilerleyen ikili hayatım başlıyor. Etkinlik peşinde koşarken, konser salonlarından sinemalara akarken Türk-Amerikan Derneği’nde “Fil Adam”ın gösterileceğini öğreniyorum. Aklımdaki soru işaretlerini bu kez büyük perdede izlemek suretiyle gidereceğimi düşündüğümden belirtilen gün ve saatte salonda yerimi alıyorum. Bu kez çarpılıyorum çünkü perdede izlediğim bambaşka bir şey. Filmin çıkışında duvardaki gazete kupürlerine göz atıyorum ve filmin sandığım kadar eski olmadığını öğreniyorum. Sadece birkaç yıl önce çekilmiş. Yönetmen adına bakıyorum: David Lynch. Hey dergiside gördüğüm bir isim bu çünkü tam da o sırada tanıştığım, hayran olduğum Sting’in oynadığı “Dune”un yönetmeni. Filmin adının yanına Lynch’in adını ekliyorum ve ileride bir noktada karılaşmak üzere hayatıma devam ediyorum. 

Yeniden karşılaşmamız, Konur Sokak’taki Dost Kitabevi’nin altında bulunan video kasetçide. Öğrenci evimize bir video gelmiş, kaset kiralayıp film izleyebiliyoruz. Umutsuzca “Dune” soruyorum, “Yok ama yönetmenin başka filmleri var” diyerek önüme iki-üç kaset koyuyorlar. “Fil Adam”ı biliyorum, diğerleriyle ilgilenmiyorum ama Türkiye’de “Mavi Kadife” olarak gösterilen “Blue Velvet”in kapağına vuruluyorum. Alıyorum, izliyorum, seviyorum. David Lynch artık bildiğim, sevdiğim bir yönetmen. 

Bir-iki yıl sonra, David Lynch adını bir kere daha duyuyorum: Yeni filmi “Wild at Heart”, "Vahşi Duygular” adıyla Kızılırmak Sineması’nda gösterime girecek. Afiş güzel, başrolünde “Birdy”de beni çarpan Nicolas Cage var, gitmemek için bir sebep yok. Sinemaya koşarak gidiyorum, koltukta yerimi alıyorum ve asıl tanışma orada başlıyor. 

Bundan sonrası bir büyük çarpılma hikâyesi. Filmin başlaması, daha ilk sahnede afallamam, sonrasını karmaşık duygular içinde seyretmem dün gibi hatırımda. “Fil Adam”ın sonunda kurduğum cümle her sahnede aklıma geliyor: "Bu ne şimdi?" Karşımda 'değişik' bir şey olduğu muhakkak çünkü o güne kadar film diye izlediğim şeyler böyle değil. Dahası, insanı duygudan duyguya sürüklüyor. Filmin sonuna yaklaşırken karşımıza çıkan “Love Me Tender”, bir anda fikrimi değiştirmeme ya da kafa karışıklığını gidermeme sebep. “Ben” diyorum, “David Lynch”i seviyorum. Sonrası başka bir macera.

“Vahşi Duygular”ı sinemada kaç kere izledim, hatırlamıyorum. Bildiğim, filmi çok sevdiğim. Sadece filmi mi? Müziklerini de çok seviyorum. Dost’a gidip kasetini almam, eskitircesine dinlemem, o kaset sayesinde bambaşka diyarlara akmam başka bir hikâye. Lynch sadece görüntülerle değil sesle de yakalıyor beni. Eminim: En sevdiğim yönetmen. Arada bir yerlerden “Dune”u bulup izlemem, Sting’e hayranlığımın artması cabası. 

Artık her yerde söyleyebiliyorum: Ben 'değişik' bir yönetmenle tanıştım ve onu çok sevdim. Tam da o yıllarda herkesin konuştuğu bir dizi düşüyor ortama, bomba gibi: “Twin Peaks" (İkiz Tepeler). Yazık ki onu bulamıyorum, izleyemiyorum ama koşa koşa gidip kasetini alıyorum. Bir şarkıya vuruluyorum: Julee Cruise yorumuyla “Into the Night”. O şarkı bir başka şarkıyı çağırıyor: Festivalde izleyip vurulduğum bir başka yönetmenin, Wim Wenders’in “Until the End of the World" (Dünyanın Sonuna Kadar” başlıklı filminde kulağıma çalınan “Summer Kisses Winter Tears.” Lou Reed’den U2’ya, Patti Smith’ten Nick Cave’e uzanan şahane 'soundtrack'te bu şarkının dikkatimi çekmesi boşuna değil çünkü söyleyen yine Julee Cruise. Hayatıma aynı anda iki yönetmen ve bir solist giriyor. 

Julee Cruise, 2022 yılında aramızdan ayrıldı. 2009’da Sofya’da Wim Wenders’le tanıştım. Onun ve Lynch filmlerinin peşinden gittim, hiçbirini kaçırmadım, her birini sinemada defalarca izledim. Müzikleriyle de canıma okuyan “Lost Highway" (Kayıp Otoban), dizinin finalinden müteşekkil “Twin Peaks - Fire Walk with Me” ve izlediğim en güzel sevişme sahnelerinden birini barındıran “Mulholland Drive" (Mulholland Çıkmazı), Lynch hayranlığımı perçinleyen filmler. Böyle diyorum ama neredeyse hepsinde aklıma üşüşen hep aynı cümle: "Bu neydi şimdi?" Lynch’le temasımı özetleyen cümle bu. 

Perşembe günü aramızdan ayrılan bu deli dahi ya da dahi deli, bize sadece sinemada değil, sanatın her alanında 'başka türlü bir şey'in mümkün olduğunu gösterdi. 'Değişik'ti, hep öyle kaldı. Her filmiyle bizi şaşırttı, bir kere daha avucunun içine aldı. Her şey bir yana, hayallerimizin bile sınırlı olduğunu anlamamıza vesile oldu. Sayesinde 'uçmayı' öğrendik. Aslında ne desem eksik kalacak, ardından kuru cümleler kurulacak ama içimden geçenler buraya yazdıklarımın, yazabildiklerimin çok daha fazlası. Şu kadarını söyleyeyim: En sevdiğim iki yönetmenden birinin artık film yapmayacağını bilmek çok hazin. Yaptıklarını merakla bekledim ve asla pişman olmadım. Doğrudur, her seferinde şaşırdım ama hiç hayal kırıklığına uğramadım. Biraz da bunun için bu veda zor. 

David Lynch, yarın 79 yaşına basacaktı. Yetişemedi. 2025’in aramızdan aldığı isimler kervanına katıldı. 8 Ocak 2016’da 69. yaşını kutlayan, iki gün sonra aramızdan ayrılan David Bowie gibi. Kesişim noktası, “Twin Peaks.” Filmde FBI ajanı Phillip Jeffries’i canlandıran Bowie’nin şahane şarkısı “I’m Deranged”, “Lost Highway”in en güzel sahnelerdinden birinde karşımıza çıkar. Bu yüzdendir ki kaset rafımda Bowie kasetlerinin yanında Lynch 'soundtrack'leri durur. İki David, hayatımdaki özel insanlardan ikisi. Artık ikisi de yok. Wim Wenders tek başına kaldı ve ona uzun, sağlıklı bir ömür dilemek dışında elimden bir şey gelmiyor. 

Bu, okuru şaşırtan bir yazı olabilir. Beni de şaşırttı çünkü bu kadar etkileneceğimi düşünmezdim. Yazdığım ilk yazılardan biri “Wild at Heart” üzerine. Herhangi bir yerde yayınlanmadı, eski dosyaların birinde duruyor olmalı. Oradan ilerleseydim ne olurdu, bilmiyorum ama ben müziği seçtim. David Lynch (tıpkı Wim Wenders gibi) müziği özel bir yere koyan, filmin parçası yapan yönetmenlerdendi. Bu kadar sevmem belki de bundan. Artık yok ve ben, ona, bu yazıyla veda ediyorum. Biraz kişisel oldu, farkındayım ama acı taze, dahası içimden gelmiyor. Onu her yönüyle değerlendirecek yazılar nasılsa yazılacak. Ben vedamı bıraktım, sessizce satırlarımı sonlandırayım. 

Sahi, bu neydi şimdi?

Tüm yazılarını göster