İç politikada Ahmet Davutoğlu ismi yeniden konuşuluyor.
Davutoğlu dış politikada “parlamış” bir isim. Stratejik Derinlik
adını verdiği kitabı ile bir kısım çevrelerce “hoca” nitelendirmesi
ile anılıyor.
Davutoğlu’nun dış politikasında ne buldukları sorusunun cevabı
kendilerine kalsın, “içerinin dışarıdan bağımsız düşünülemeyeceği
bir çağda/dönemde Davutoğlu’nun bugüne kadar teorisini yazdığı ve
gücü yettiğince uyguladığı dış politikalarının sonucuna bakarak
sağlıklı olana yakın bir sonuç verebilir.
Davutoğlu ve Erdoğan ikilisinin birbirlerini tamamlayan yapıda
olmaları tarihte az rastlanacak bir durum yarattı.
İkisi de Osmanlı’nın yeniden sahneye çıkması ve Türkiye’nin
Ortadoğu’nun ABD’si olması için zamanın geldiğini düşünüyordu.
İkilinin bir araya gelmesinin üstüne Arap - İslam dünyasında
başlayan ayaklanmaların yarattığı fırsatı kaçırmak istemeyen
Batı’nın iştahı da eklenince şartlar oluştu ve böylece “titreyip
kendimize dönmemizi” öneren “hoca” ile “dünyayı titretmemizi”
isteyen Erdoğan birlikte yola çıktılar.
Davutoğlu haritaya baktığında Osmanlı İmparatorluğu’nun
hakimiyet alanlarını görüyordu. Balkanlar da vardı o haritalarda
ama durum Avrupa’yı göze kestirecek şartlardan çok uzaktı. Gözüne
kestirdiği yerler ise Kuzey Afrika - Ortadoğu bölgeleriydi.
Kuzey Afrika - Ortadoğu için yapılacak iş ise bu topraklardaki
izlerin tekrar belirgin hale getirilmesiydi. Bu kadar basitti!
Hem bu topraklarda yaşayan Müslüman halklar bir kurtarıcı
beklemiyor muydu? Bu kurtarıcı neden Erdoğan ya da Davutoğlu
olmasındı?
“Komşular ile sıfır sorun” deniliyordu ama komşular ve halkları
yoktu aslında. Müslüman Kardeşler, krallar, şeyhler vardı sadece.
Bir de hesaplar. Hedefler büyüktü: Toprak, petrol, gaz, dini
anlayışa uygun coğrafya ve yönetimler...
İkilinin gizli hesaplarının faş olması çok uzun sürmedi. İlk
manevra 1974 Kıbrıs savaşında Türkiye’nin ihtiyacı olan uçak
yakıtını veren Kaddafi’ye karşı yapıldı. Libya’ya yönelik hava
saldırısı yapılacağı zaman “ne işleri var orada” denilmesinin
üzerinden bir hafta geçmeden NATO uçaklarına “yardım ve yataklık”
yaptık.
İkili bir diğer büyük heyecanını Mısır’da yaşadı. Mursi’nin
iktidara geldiği sürecin en aktif aktörlerinden biri olmak için
heyecanla harekete geçtik ve Müslüman Kardeşler iktidara geldi.
İşler iyi gidiyordu. Sırada Suriye vardı.
Davutoğlu, ABD ve bölgesel müttefiklerine “Esad üç ay sonra
devrilir” garantisi verdi. Mısır gibi Suriye de bizim eski
toprağımız değil miydi? Hem Suriye halkı da kucak açmış bizi
bekliyordu.
Suriye ile kara sınırımız olduğu için Libya ya da Yemen’e
yaptığımız gibi gemiler ile yetinmedik ve kamyonlara yüklenen ne
kadar insan ve lojistik varsa Suriye’ye pompaladık.
Bu arada Rusya ve İran ile karşı karşıya geldik. Nasılsa Batı
bugüne kadar kalkıştığı bütün darbe ve “devrimleri” başarmıştı.
Rusya ve İran’ı kim dikkate alırdı? Irak’ta ise Barzani ile iş
çevirip Bağdat’ın tepkilerine kulak tıkadık.
Kısaca konjonktürün yelkenlerini şişirdiği Davutoğlu o zamanlar
pek mutluydu, Erdoğan ile birlikte yenilmez bir ikili
oluşturduklarını düşünüyordu.
Gel zaman git zaman rüzgar yön değiştirdi. Suudi Arabistan, Arap
Birliği ile ortaklık bozuldu, Batı Suriye’yi terk etme eğilimine
girdi, Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarı halkın isteği ile
devrildi. Suriye’de ise durum malum. Esad devrilmedi. Üstüne bir de
“Kürt problemi” çıktı.
Şimdi gelinen noktada Davutoğlu’nun adı pek anılmıyor ancak
bugün Türkiye’nin yaşadığı krizlerin hemen hepsinin altında
Davutoğlu imzası vardır.
“Esad üç ay içinde devrilecek” diyen, Irak’taki IŞİD için
“öfkeli Sünni gençler” nitelemesi yapan, Mısır ile ilişkileri
tahrip eden Davutoğlu mu Türkiye’yi yönetecek bir siyasi hareket
kuracak? Erdoğan’ın bile daha fazla şansı var Ortadoğu ülkeleri ile
ilişkilerin yeniden düzeltilmesi için.
Arap dünyasında Erdoğan’a yönelik olumsuz bir tepki olduğu
doğru, ancak Davutoğlu adı anıldığında bu tepkinin çok daha büyük
olduğunu belirtmek lazım.
Davutoğlu’nun Türkiye’deki politik geleceğini şartlar
belirleyecek, ancak eğer tekrar sorumlu bir makama gelirse Türkiye
- Ortadoğu ilişkilerinde olumlu bir gelişmeyi daha uzun yıllar
unutacağız demektir.