Türkiye Cumhuriyeti’nin 58, 59, 60 ve 61. hükümetlerinin dış politika danışmanı, başbakan başdanışmanı, 60. ve 61 hükümetlerin dışişleri bakanı, 62, 63 ve 64. hükümetlerin başbakanı Ahmet Davutoğlu, Cuma günü “samimi bir özeleştiri” (!) getirerek yeni partisinin kuruluşunu ilan etti. Aşağıdaki kelime bulutu tablosuna bakan bir yorumcu, Davutoğlu’nun Gelecek Partisi’nin programını tanıttığı konuşmasında öne çıkan kavramlarla AKP’nin 18 yıllık geçmişiyle ve siyasetçinin bu geçmişte oynadığı rolle hesaplaşan, hadi hesaplaşma demeyelim, en azından özeleştiri içeren bir yeni siyasi oluşumun ilk adımının atıldığını hayal edebilir.
Gelin bu hayali devam ettirelim: Diyelim ki, sağ muhafazakâr çevre içinde öne çıkan ve henüz siyasete atılmadan önce bir akademisyen kimliğiyle yayınladığı Stratejik Derinlik kitabıyla dikkatleri üzerine çeken Profesör Davutoğlu, kendi elleriyle yaratılmasına katkıda bulunduğu stratejik yıkımdan dolayı büyük bir üzüntü ve pişmanlık duymaktadır. 2002 yılından 2016 yılına kadar önce başbakan danışmanlığı ve büyükelçilik, ardından da dışişleri bakanlığı ve başbakanlık görevlerini yürüttüğü AKP’nin dış politikadaki Yeni-Osmanlıcılık hayaliyle uğradığı hezimet ve bugüne kadar belki de dünyanın en büyük mülteci krizine yol açan gelişmelerdeki payı ile yüzleşmiştir. O zamana kadar ağır aksak yürüyen, bir şekilde AB üyelik sürecinin tetiklemesiyle elde edilen kimi kazanımların, demokratik teamülleri alt üst edecek biçimde iktidarı tek merkezde toplayan bir rejimin inşası için feda edilmesiyle sonuçlanan süreçteki rolünü araştırmış, hatalarıyla yüzleşmiş ve onlardan ders almıştır.
Ya da bundan birkaç yıl önce “Türkiye’de basın hiç olmadığı kadar özgür”, “Türkiye’de gazetecilik yaptığı için tutuklu bulunan gazeteci yok, onlar terör suçlusu oldukları için tutuklular” dediğinde; hatta anaakım medyanın neredeyse tamamı başında bulunduğu hükümet ve genel başkanı olduğu siyasal parti ile ilişkili gruplar tarafından satın alınıp aynı manşetlerle yayınlanmaya başladığında bunun bir parçası olmakla ne büyük hata ettiğini anlamıştır. Bugün aynı basın kendisini görmezden geldiğinde ve partisinin kuruluşunu dahi haber yapamadığında, kendi şimdi ayağına dolananın kendi elleriyle döşediği taşlar olduğunun farkındadır. O sebeple şimdi konuşmasında “Basın özgürlüğü, hukukun üstünlüğünü şiar edinmiş demokratik bir toplumun temel ihtiyacıdır.” demekte, “Basının baskı altında olmadan, sansür ya da oto sansürün uygulanmadığı, gazetecilerin keyfi gözaltı ya da tutuklamalara ve yargılamalara maruz kalmadığı bir düzen inşa etmeyi” vaat etmektedir.
Belki de ‘Barış İçin Akademisyenler’ bildirisindeki ifadelerin düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğini buyurduğu ve bu bildiriye katılan 2212 akademisyeni “terör örgütünün arkasında hizalanmakla” suçladığı 2016 yılından bu yana geçen süreç içinde yaşananlardan dolayı pişmanlık duymaktadır. Barış Akademisyenleri kitlesel olarak üniversitelerdeki görevlerinden ihraç edildiğinde ve nihayetinde Anayasa Mahkemesi Profesör Davutoğlu’nun zamanında “hicap duyduğunu” belirttiği bildiri için ifade özgürlüğü kararı verdiğinde, kim bilir, hatasını fark etmiştir. Barış istemenin suç olmadığını anlamış olmalı ki bugün, yeni partisinin kuruluşunu ilan ettiği konuşmasında “toplumsal barış ve dayanışmamızı tahkim etmek”ten söz etmektedir.
Başbakanlığı döneminde çözüm sürecinin sonlanmasından sadece HDP’yi sorumlu tuttuğu için olsa gerek, Profesör Davutoğlu, konuşmasında Kürtlerin taleplerine ya da çözüm sürecinin tesis edilmesine yönelik herhangi bir ifadeye yer vermemiş; sadece “ana dilin eğitimde ve sosyal hayatta öğretilmesi ve kullanımı”nın, kim olduğunu belirtmediği “vatandaşlarımızın bu vatana duydukları aidiyet bilincini güçlendireceği”ni söylemekle yetinmiştir. Belki aynı sebepten dolayı, terörizmle güçlü bir mücadele yürütülmesi zorunluluğuna da değinmiştir.
Diğer yandan, “Kürt meselesi” Davutoğlu’nun konuşmasına giremese de, partisinin programında kendisine bir paragraflık yer bulabilmiş, “mesele”nin esas olarak ülkemizdeki demokratik hakların eksikliğinden ve bu eksikliğin istismar edilmesinden kaynaklandığını tespit etmiştir. Program, yüce gönüllülükle sorunu yaratanın Kürt vatandaşlarımızın varlığı olmadığını ilan etmekte; sorunu yaratanın “geçen yüzyılda yaşanan parçalanmaların devlet aklına yüklediği korkular, bu korkulardan kaynaklanan kısıtlamalar ve bu kısıtlamaları istismar eden ayrılıkçı çevrelerin terör faaliyetleri” olduğunu tespit etmektedir (vurgu bana ait). Çözüm ise “kimliklere dayalı ayrımcılığın engellenmesi, Kürtlerin ülkenin eşit ve onurlu vatandaşları oldukları inancının pekiştirilmesi” olarak gösterilmektedir. Başka bir deyişle, yeni bir siyasi gelecek vaadiyle yola çıkan partinin programına Türkiye’de derin devletle, yani faili meçhullerle, “beyaz Toroslarla” özdeşleştirilen bir kavram; sıradan insanların anlayamayacağı, sırrına akıl erdiremeyeceği işler anlamını taşıyan “devlet aklı” (raison d’etat /hikmet-i hükümet), hem de Kürt sorunuyla ilgili olarak girebilmiştir. Kaldı ki 1 Kasım seçimlerinden 11 gün önce, 20 Ekim 2015’te Van’da yaptığı konuşmada “AKP eğer iktidardan giderse buralarda beyaz Toroslar dolaşacaktır” diyen Davutoğlu, yeni partisinin programını tanıttığı konuşmasını “Gün; devlet aklını, insan onuru ve millet vicdanı ile buluşturma günüdür” sözleriyle kapatmaktadır. Kim bilir, belki de “geçmişiyle yüzleşen” eski başbakan, oylarına talip olduğu Kürtlere beyaz Toroslarla insan onuru arasında arabuluculuk yapmayı vaat etmektedir.
Davutoğlu’nun Gelecek Partisi üzerine daha çok söz söylenecektir. Ancak sadece bu kadarı bile, Davutoğlu’nun konuşmasına serpiştirdiği ve sıkça kullandığı demokrasi, hukuk, insan, onur gibi anahtar kelimelerle oluşturduğu siyaset vaadinin bir “hayal”e işaret ettiğini göstermeye yetiyor. Türkiye’nin bugünkü halindeki sorumluluğunu görmeden, hatasını telafi etmek için ne yapacağına dair hiçbir somut çözüm sunmadan, adeta Başbakanı olduğu AKP’yi yeniden inşa etme hayaline…