Dayanışma nedir? Hıdırellez'de Roman izlemek mi?
Roman kimliği ve mahalleleriyle kurulan yılın belli zamanlarındaki sınırlı temaslarda, modern bir “human zoo” duygusunun tatmin edildiğini ve dayanışmacı değil ayrımcı temaslar olduğunu görmek gerek.
Trans bir Roman kadın olarak, güvenli alan ihtiyacıyla muhalif kesim içinde sosyalleştikçe, bu alanların Roman kimliği için hiç de güvenli olmadığını deneyimledim, o yüzden bu sözlerim en çok da muhaliflik iddiasındaki toplumsal kesimlerin egemen tavırlarını ortaya dökmek amacı taşıyor! İnsan gibi yüzleşmek nedir bu da bilinmiyor çünkü! Bu yüzden çok öfkeliyim. Günlük hayatlarında Cennet Mahallesi Pembe taklidi yapanlar, Roman taklidi yapmayı komik bulanlar, bu ırkçılıkları da "çok tatlılar yeaaa" diye süsleyen kentsel dönüşüm duyarlıları muhalifler, Ahırkapı Hıdırellez şenliğinde (diğer şehirlerdeki şenliklerde de) eğlenip güya mahalleyle dayanışıyor yılın belli zamanlarında. Benzerleri başta İzmir, Edirne ve diğer şehirlerde de yaşanıyor. Etrafınızda hiç Roman/Dom/Lom/Abdal (yani “çingene” sosyal damgasına maruz kalan kimliklerin birinden) arkadaşınız (ki bu arkadaşlığın eşit zeminde olması zorunlu!) yoksa ve buna ihtimal dahi verilmiyorsa; okulda, çalışma hayatında, bir cafede, eğlence mekanında ancak ve ancak çiçekçi veya müzisyen olarak Roman kimliği tanınabilir oluyorsa, yani sadece gacoların tanındığı sosyal alanlarda ve pozisyonlarda Roman kimliğinin olmasına ihtimal dahi verilmiyorsa, kimliğimizin temsiliyet şemaları Türkiye'deki diğer ezilen gaco kimliklerin maruz kalmadığı bir ayrımcılık çeşidi olarak kast benzeri bir marjinalizasyonla örülmüşse, yani folklorik olarak bu alanlarda kalmamız gerektiği düşünülüyorsa, yani “Çingeneler” hala bu kadar uzaktaki öznelerse, demek ki yeterince dayanışamamışsınızdır henüz.
Ancak Romanlar eğlendiren, siz de eğlenen olduğunuz sürece, bu ikili ayrım güçlü kaldığı sürece hiyerarşik temaslar gerçekleşebiliyor. Bu o kadar hiyerarşik bir temastır ki, bunu adının “dayanışma” olup olmadığına da siz kendi başınıza karar vermeye kalkarsınız! Bir Roman ile bir özne olarak değil de ancak ve ancak "hakkında konuşulan" bir beden olarak, lütufkar bir şekilde haklarında söz ürettiğiniz, bunu da deneyimleri eşitleme gafletiyle, sanki çok orijinal bir şey söylüyormuş gibi "işte çingenler de eziliyor yaa, TIPKI .....'lar gibi ama onlar çingenler kadar suça bulaşmıyor" diyerek ama asla gerçekten dinlemediğiniz sürece "dayanışırsınız". Kendi gaco* kimlikleriniz söz konusu olduğunda uyguladığınız özne olmaya dair politik doğrular ve prensipler, konu Romanlar olduğunda bir anda esneyiverir ve Roman kimliği hakkında onlar adına söz üretmeye başlarsınız! Kapalı tabakalaşmayı, Romanların marjinalize edilmiş kast tabakalaşması benzeri toplumsal konumunu, "kültür işte yaa, negizel bi kültür yaa" diye diye normalleştirdiğiniz, ancak ve ancak bu kadar özeleştiriden yoksun olduğunuz sürece güya "dayanışırsınız".
Sıra gerçekten dinlemeye ve ayrımcılıklarla yüzleşmeye geldiğinde ise "tek ezilen siz değilsiniz" ler, "bunlar lümpen yaa" lar, "onlar çöpçülük yapabilir ama suça bulaşmasınlar, bir çok insanın anası babası da tekstil işçiliği yapıyor fabrika işçiliği yapıyor ama çocuklarını namusuyla okutuyor ediyor" lar havada uçuşur. Hatta eğitimli Romanların görünmezliği için, "bu yalnızlığın da kendine has bir karizması var" diyerek arsızlaşanları bile duydu bu kulaklarım. Bütün o eşit veya aynı zemindeymişizcesine yapılan, deneyimleri aynı kefeye koyan hadsiz yaklaşımlar, arsız "tesellileriniz", Romanlarla kıyaslandığında bembeyaz kalan bütün o ezilmişlikleriniz, kafamıza attığınız "makbul, değerli ezilmişlikleriniz", beyaz kırılganlıklarınız havada uçuşur. Size göre, siz daima iyi olanı hak eden cefakar ve onurlu ötekilerken, biz iyi olanı hakedememiş “yoz ötekiler” muamelesi görürüz! Bütün bu “kıymetli ötekilik” etrafında kurulan değer şemalarının aslında ne kadar da halihazırdaki toplumsal hiyerarşilerden ve egemen toplumsal konumlarınızdan beslendiğini görmek istemez, mevcut egemen konumunuzu inkar etmek için kırk takla atar, aynı zemindeki ötekilermişiz gibi davranıp deneyimlerimizi eşitlemeye de bayılırsınız!
İşte bu ikiyüzlülükle geldiğiniz mahallelerimizde, adına dayanışma dediğiniz, ikiyüzlülüklerinizi korumaya araç olarak kullandığınız bu göstermelik temaslardaki davranışlarınız gerçek yüzünüzü ortaya koyan en büyük ipucudur. Bu temasların en büyük işlevlerinden biri de benim “human zoo duygusu” dediğim şeyi tatmin ederken, tam tersi bir maskeyi (dayanışmacı veya temas maskesi) giymeye imkan tanıdığı için bu duygunun kendini gizlemesine ve sürdürülebilirliğine olanak tanıması.
'HUMAN ZOO' DUYGUSUNUN MODERN TATMİNİ OLARAK HIDIRELLEZ'DE ROMAN KİMLİĞİYLE TEMASLAR
Günlük hayatında Roman atanmayan ama Roman olan biri olarak, kimliğimi söylediğim veya kendiliğinden öğrenen insanlarla temaslarımda karşılaşıyorum bu egzotize edici davranışlara. “Human zoo” duygusu olarak tarif etmek, ekstrem bir egzotizasyonla karşılaştığım için çok daha uygun geliyor. Bu deneyimlerin biri, Roman olmayan annemin Roman olmayan bir arkadaşı tarafından, babamın Roman olduğunu öğrendikten hemen sonra yaşandı. Öğrenir öğrenmez bedenime egzotik bir kuşu veya hayvanı inceler gibi dokunup, “aaaa bunda da çingen kanı vardır o zaman” demişti. O kadını oradan kovdum ve bir daha görüşmedik. Benzeri küçümseyici, alaycı, tuhafsayan bu tip davranışlarla kimliğimi söylediğim anlarda karşılaşıyorum ve bu hiç de istisnai bir deneyim değil! Utanmak nedir? Ya da en azından kendine karşı utanmak? İnsanlığından utanmak? Bunlar cevabını herkesin kendine vermesi gereken sorular.
Human zoo demişken, hepten kolonyalizm ve Avrupa merkezli bir ırkçılık tarihi anlayışını çok sınırlayıcı bulduğumu da hatırlatmak isterim. Antiziganizmin Avrupa merkezli ırkçılık anlayışıyla bağları vardır ama bundan belki de daha fazla olan ilk bağı yerel dinamiklerle ve aslında tüm coğrafyalardaki mülk temelli toplumsal formasyonların tarihiyle alakalıdır. Kolonyalizm sonrası ırkçılık normları ise bu yerel dinamiklerden gelen ilksel ayrımcı normların ("çingeneler" diyerek tanımladıkları ayrımcı köken mitlerinin mesela) üstüne eklemlenir, tabii ki bu başka bir yazının konusu.
Hıdırellez kutlamalarına dönecek olursak, bir yerde gösteri ve seyirci olması elbette problem değil ama konu Romanlar olduğunda seyirci gibi değil, belgesel izleyicisi gibi davranıyor insanlar. Bu izleyici tarzına zaten sosyal medyadaki Roman görsellerine yapılan ayrımcı izleyici yorumlarından aşinayız. Günlük hayatında antiziganist (antigypsist) ve ayrımcı olan tipler büyük bir ikiyüzlülükle Roman mahallelerindeki bu Hıdırellez eğlencelerine gidiyor, oynayan bir Roman gördüklerinde de başlarına toplanıp parmakla gösteriyor, alaycı bir yüz ifadesiyle kikir kikir gülerek kameraya çekip egzotize eden çiğ ama gerçek yüzlerini ortaya döküyorlar. Roman mahallelerinde gerçekleşmeyen, belediyelerin organize ettiği diğer alanlardaki kutlamalarda da, bir Romanın etrafında toplanıp yine aynı davranışları sergiliyorlar. Bir nevi, sosyal medyadaki küçümseyici ve alaycı yorumların canlı versiyonlarını görüyoruz.
Gacolardan* birkaç kişinin çıkması ve Romanlarla beraber eğlenmesi, beraber oynaması dururken, illa da oynayan Romanlar ve egzotize eden gacolara dönüşmesi bu görüntülerin, ayrımcılığı örtmek adına muğlaklaştırılmaya çalışılan toplumsal hiyerarşilerin ne kadar keskin olduğunu gösteriyor. Halbuki Hıdırellez şenlikleri herkesin kendisi olarak oynaması, eğlenmesi için. Gerçi, içlerinden Romanlarla birlikte eğlenenler çıksa bile, gacoların roman havası eşliğinde oynaması da kendi arkadaşlarını dirsek ucuyla dürtüp birbirleri hakkında veya kendileri hakkında “ahahahah bir daha böyle bir görüntüyü ömründe göremezsin” vb. şeklindeki ucuz şımarıklıklarla beraber şekilleniyor, birlikte oynarken bile eşitlenmeye yakın bir yerde olmayı hazmedemeyişlerinin reaksiyonlarını gösteriyorlar. Zaten bir şekilde, “biz oynuyoruz ama Roman olmadığımız da bilinsin” duygusunu her hal ve hareketleriyle hissettiriyorlar. Bu küçümseyici duygu, kullandıkları küçümseyici ifadelerden dans figürlerine kadar bütün performanslarına yansıyor. Birlikte eğlenmek demişken, içlerinden bazılarının sinema filmlerinde gördüğümüz “Roman kıyafeti” kostümü giydiğini ve 1-2 günlüğüne de olsa kafalarındaki bu “Romanlık fantazisini” yaşamak istediğini görebilirsiniz, tabii ki bu da egzotizasyonun ve bir kültürün bütün anlamlarını lime lime ederek ele geçirme arzusunun bir parçası.
Utanmasalar gerçek bir human zoo’ya dönüştürecekler ortamı! Ama utandıkları şey maalesef insanlıkları değil, maskelerinin düşmesi ve ayıplanma korkusu. Ayrımcılıkların aşılandığı, başka stratejilerle ve daha muğlak biçimlerde varlığını koruduğu modern dünyada, tabii ki eskisi gibi insanların hayvanat bahçelerine konduğu bir alenilikle 19. yüzyılın “human zoo”ları (insan hayvanat bahçesi) gerçekleştirilemez. Bu alenilik, ayrımcılığın kolayca yakalanmasına ve hedef haline gelmesine sebep olur. Halbuki insanlar, eskiden “human zoo”larla tatmin ettikleri ayrımcı duyguların benzerini, kolay hedef alınamayacakları başka performanslarla, bu kadar aleni olmayan şekillerde yine tatmin edebilirler, üstelik bu defa aşılanmış bir şekilde! O yüzden marjinalize edilmiş kast benzeri bir sosyal tabakalaşma normlarına maruz kalan, sembolik ve toplumsal anlamda kapatılmış, izole edilmiş bir kimlik olarak Roman kimliğiyle ve bu kimliğin mekanları olarak Roman mahalleleriyle kurulan yılın belli zamanlarındaki sınırlı temaslarda, modern bir “human zoo” duygusunun tatmin edildiğini ve bu zamanlarda yaşananların asla dayanışmacı değil, ayrımcı temaslar olduğunu görmek gerekir. Dayanışmacı olunsaydı, temaslar bu şekilde ve sadece yılın belli zamanlarında gerçekleşmezdi zaten!
* Burada "gaco", Romanca bir kelimedir ve "Roman olmayan" şeklindeki yaygın çevirinin aksine, Roman olsun olmasın, geleneksel olarak "çingene" toplumsal damgasının hedef almadığı etnisiteleri ifade edecek şekilde kullanıyorum. Yani Dom, Lom, Teber, Yeniche, Ashkali gibi etnisiteler de "gaco" değildir, ben bu kullanımı tercih ediyorum. Bu, bir etnisitenin kendi folklorunu ve geleneksel yapısını kapitalizm öncesi mülkiyetle (yani tarım ve/veya hayvancılıkla) şekillendirmesiyle ilgili bir ifadedir, bunun karşısında "çingene" veya "mıtırb, karaçi, poşa, abdal" vb. gibi çoğu zaman damgalayıcı bir biçimde kullanılan ifadelere maruz kalan etnisiteler, "gaco etnisitelerinin" aksine kapitalizm öncesi mülkiyetin dışında tutulmuşlardır ve toplumsal hiyerarşiler buradan şekillenmiştir.