Define için kurutulan Dipsiz Göl

Haberlere bakıldığında, yaratılmaya çalışılan duygu şu: Bizden önceki nesiller servetlerini değerlendirmek yerine, bir daha ne kendilerinin ne de evlatlarının ulaşacağı bir yere saklayacak karaktere sahiplerdi. Halbuki defineler, 1915 Ermeni Soykırımı'nda yok edilen insanların birikimlerini can havliyle “sakladıkları yerler”in peşine düşen, yağmalama zihniyetine sahip insanların zengin olma hikayesidir.

Abone ol

Halis Yıldırım* 

Gümüşhane’de kurutulan Dipsiz Göl, bir doğa tahribatını daha göz önüne serdi. Gölün bulunduğu Dumanlı köyünün muhtarı Hasan Aydınlı, buradaki hazine aramasının devletin izniyle gerçekleştiğini söyledi. “Onu da kazıldığı gün gördük. Gittik baktık başında jandarma var, devlet adamları var. İzinli bir kazı olduğunu öğrenince yapacak bir şeyimiz yoktu. Oturduk seyrettik. Bir kazı makinesi, bir de kepçe vardı. Gölde çalışıyorlardı.” Jeomorfoloji Derneği yaptığı açıklamada, haklı olarak şu noktaya vurgu yapıyor: “Bilim insanlarının araştırma yapabilmek için aylarca uğraşarak yasal izin ve etik kurulu belgeleri toplamaya çalıştığı ülkemizde, nasıl bir gerekçeyle bu kazıya yasal izin verildiğini anlamak mümkün değildir.”

DEFİNECİLİK NEDİR?

Gerçekten nasıl bir gerekçeyle yasal izin verildiğini anlamak mümkün değil mi? Bu sorunun cevabı üzerine düşünmek gerekiyor. Define, Arapça kökenli olup gömülü şey, gömü anlamına gelmekte. Tüm dikkatler şu an gömüyü bulmak için harekete geçenlerin doğa tahribatına çekilmiş durumda. AKP iktidarının doğaya önem vermemesi, HES, maden çalışmaları veya inşaatlar için yaptığı tahribatların ağır sonuçlarını halk çekmekte ve bu konuda ciddi bir rahatsızlık ve haklı tepki de bulunmakta. Define amaçlı yok edilen göl bu tepkiyi daha çok artırdı. Göle tekrar su doldurulması çalışmaları devam ediyor.

Define denilince yaratılan imaj ve basında kullanılan mefhum, daha önceki dönemlerde saklanmış değerli şeylere verilen bir isim olarak karşımıza çıkıyor. Defineyi aramak ve bulmak ise gizli bilgilere sahip olmak, mesela eski bir harita ve aynı zamanda şans sahibi olmayı gerektiği düşünülmekte. “Dost meclislerinde” kimlerin define bularak zengin olduğu anlatılır. Jandarma ve defineciler arasındaki kaçma ve yakalama hikayeleri de bu sohbetlerin bir parçası. Medyanın define haberlerine gündemdeki yeri itibariyle daha çok değer vermesiyle bu tür haberleri daha rahat görme imkânı da doğdu. Sırf bu kasım ayında basına yansıyan haberlerin bir kısmına bakalım: ”Kars'ta define bulmak için kaçak kazı yapan sekiz şüpheli suçüstü yakalandı”. Bir başka haber ise şu: “Balıkesir'de define için 25 metrelik tünel kazan define avcıları jandarmanın operasyonuyla suçüstü yakalandı”. Elazığ’daki bir başka haber ise şu: “Defineciler ile jandarma arasında nefes kesen kovalamaca”. Bu örneklerden daha organize bir definecilik hikayesi ise Konya’dan, “Jandarma ekiplerince düzenlenen operasyonla iş makinesiyle define için kaçak kazı yapan sekiz şüpheli, suçüstü yakalanarak gözaltına alındı.” Böyle haberlere bakıldığında, yaratılmaya çalışılan duygu şu: Bizden önceki nesiller servetlerini değerlendirmek yerine, bir daha ne kendilerinin ne de evlatlarının ulaşacağı bir yere saklayacak karaktere sahiplerdi. Halbuki defineler, 1915 Ermeni Soykırımı'nda yok edilen insanların birikimlerini can havliyle “sakladıkları yerler”in peşine düşen, yağmalama zihniyetine sahip insanların zengin olma hikayesidir. Diğer bir ifadeyle definecilik, soykırımdan günümüze bu yana Hristiyanların topraklarına, mallarına, “değerli eşyaları’’na yönelik yapılan tahribatın sonucunda zengin olma hayalidir. Bu nedenle define arama yerleri ve hikayelerine bakıldığında 1915 Soykırımı’nın karşımıza çıkmasının hiç de tesadüf olmadığı anlaşılıyor!

Gümüşhane’deki Dumanlı köyü, diğer adıyla Santa (Ksántha), 17'nci yy’de kripto-Hristiyanların iskân ettiği sekiz mahalleli bir köydü. Dahası 1856’da Babıali’ye verilen dilekçeyle köy halkı resmen Rum Ortodoks kilisesine katılmıştır (Nişanyan Sözlük). Islahatlar sürecinde ve Batılı devletlerin baskısıyla Müslümanların Hristiyanlığa geçmesi 1844'te Sultan Abdülmecid'in İslam'dan çıkanların idamını yasaklama sözü vermesiyle başlamıştır. Gümüşhane Pontus Rumların yoğun yaşadığı bölgelerden biri olmakla kalmayıp, Ermeni nüfusunu da içinde barındırmıştır. Raymond Haroutioun Kévorkian “The Armenian Genocide” kitabında bahsettiği üzere 1828 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası bölgedeki Ermeni nüfusunun boşaltılmasına rağmen, hâlâ 1914 yıllında 1817 Ermeni’nin Gümüşhane’de yaşadığını ve üçer kiliseye ile okula sahip olduğunu belirtiyor. Haziran 1915’ten 16 Ocak 1917’e kadar Gümüşhane Sancağı'nda mutasarrıf olan Abdülkadir Bey hem sancakta yaşayan Ermenilerin hem de Trabzon’dan yola çıkartılan Ermenilerin öldürülmesinin sorumluğunu taşımaktaydı.

DEFİNE Mİ, KAÇAK KAZI MI?

Köyün muhtarı açıklamasının devamında köyün definecilerin hedefi olduğunu dile getirmekte. “Eski köprülerin altını kazanlar oluyordu. Mesela Santa harabelerindeki eski köprüyü define ararken neredeyse yıkıyorlardı. Bu işi yaparken yakalananlar, yargılananlar da var.” Muhtarın dediği nokta aslında şu, define ararken neredeyse yıkıyorlardı. Köprü belki de hâlâ günümüze kadar kullanıldığı için, definecilerden korunabilmiş. Lakin definecilik bir tarih yıkımı ve inkarıdır aynı zamanda. Definecilik kiliseler, manastırlar başta olmak üzere kültürel ve tarihsel mirası olan yerleri tahrip ve yok etme üzerine kurulmuş bir zihniyettir. Soykırım sonrası sahipsiz kalan veya bırakılan birçok yer, define bulma güdüsüyle yağmalanma sonucu ağır şekilde tahrip edilmiştir.

Diğer yandan basın, soykırım inkârcılığı noktasında bilinçli bir dil kullanmakta. 1915 Soykırımı ganimetlerini aramaya define derken, daha başka aramalara ise kaçak kazı ismini verir. Gene sadece kasım ayındaki haberlere göz attığımızda aradaki fark ortaya çıkmakta: “Jandarmadan tarihi eser kaçakçılığı operasyonu, Ankara'da düzenlenen operasyonda Roma ve Bizans dönemlerinden kalma çok sayıda sikke ve yüzük ile ok ucu, bilezik, bir metal heykel ele geçirildi.” Bizans dönemine ait 100 adet sikke ile Urartu dönemine ait bir adet tarihi eser nitelikli taş tablet ele geçirildi haberinin başlığı şu: "Iğdır'da tarihi eser kaçakçılığı: 4 gözaltı". Kütahya’da Roma ve Bizans dönemlerine ait yaklaşık 3 bin sikke ile 500 bronz obje ele geçirilmesi “Kütahya'da tarihi eser kaçakçılığı operasyonu” olarak başlığa taşındı.

Dipsiz Göl'ün tahrip edilmesinden sonra gelen tepkinin gücünden ya da definenin orada çıkmamasından dolayı definecilerden yakınan Süleyman Soylu: “Definecilerden bıktım yoruldum, Definecilerin gözlerinde çizgi film karakteri gibi dolar işareti dönüyor.” dedi. Muhtar, Santa harabelerinde definecileri anlatırken, Soylu definecilerin "şimdiki" hayalinin Fethullah Gülencilerin altınları olduğuna da vurgu yapıyor. Tayyip Erdoğan ise “Bu kazılar nasıl yapılıyor, nasıl bu izinler veriliyor? Böyle bir define kazısı izni nasıl verilir? Yetkili valilik bu konuda hassas olmalı. Bir daha da kimseye böyle bir yetki, böyle bir kazı izni verilmesin” dedi. Jandarma ve defineciler arasındaki kovalamaca yeni dönemine böylelikle girdi. Devlet erkanı da defineciler karşısında tarihsel bir unutkanlık içinde görünüşe göre.

Walter Benjamin Kafka’nın Şato eserini yorumlarken şu sözü sarf eder: "Onun iktidarı kendi unutmasında yatar". Türkiye’de iktidar kendisinin tarihini unutturmaktadır. İktidar kendisiyle beraber tüm toplumu unutmaya zorlar. Şimdi karşımıza her gün basında çıkan, bulunulan çevrelerin sohbetlerinden duyulan define haberleri ile soykırımın neden yan yana getirilmediğini daha iyi anlayabiliriz. Bu, aradaki bağı unutmak üzerine kurulmuş bir iktidar ile karşı karşıyayız. Tarih Tezleri'nde Benjamin şuna vurgu yapar: “Geçmişi tarihsel olarak kurmak, onu gerçekten olmuş olduğu gibi” net telaffuz etmek değil, tehlike anında birden parlayıveren hatırlamayı ele geçirmektir.” Unutma ve hatırlama arasındaki diyalektik ilişki de tam bu noktada yatmaktadır. Türkiye’deki birçok sorunu, Ermeni Soykırımı meselesini çözmeden ele almaya çalışmak, bu sorunları yeniden yaratmaktan daha öteye gitmemekte. Bu yüzden bu devlet, bahtsızlık üzerine bu kazıya izin vermiş bir yapı değil, tam da bu definelerin ve ilkel sermaye birikiminin üzerine kurulmuş bir burjuva sınıfının devletidir.

*LMU Münih Üniversitesi’nde felsefe doktorası yapmıştır. Bu alandaki çalışmalarını sürdürüyor. Hegel, Gramsci ve Benjamin’de tarih anlayışı ve Ermeni Soykırımı konuları ile ilgileniyor.