Adını mitolojiden, Daphne ve ışık tanrısı Apollon arasındaki
saldırı hikayesinden aldığı söylenir Defne ilçesinin. Söylence ya
da mitoloji deyip geçmek olmaz olup bitmiş, geçip gitmiş işler
değildir zira o mitler. Beşerin, insaniyet yolculuğunda
törpülenmesi gereken ama hiçbir zaman tam olarak yok etmeyi
başaramadığımız zaaflarının nelere yol açtığını gösterirler.
Bitmeyen bu yolcuğu biraz da hala canlı, dipdiri olan tecavüz
kültürü ile tanır, anlamlandırırız. Evet, salt dini metinleri değil
mitolojiyi de feminist okuma süzgecinden geçirince ayan beyan
ortaya çıkar ki Zeus’un oğlu Apollon bildiğin tecavüzcüdür. Bu
arada fark edilmiştir sanıyorum artık tecavüze, tecavüz dememiz
gerektiğini düşünmeye başladım. Adlı adınca söyleyelim. Herkes
suçunu bilsin. Kaldı ki tecavüz kelimesi dilimizde salt cinsel
saldırı için kullanılmaz. Bugün TDK sözlük ‘eskimiştir’ uyarısıyla
kodlasa da ‘ötesine geçme, sınırı aşma ve saldırı’ olarak
açıklıyor. Neyse mitolojiye dönelim tekrar. Daphne Apollon’un
tecavüzünden kurtulmak için toprak anaya sığınır. Toprak, onun
yakarışına duyarsız kalmaz ve içine alarak Daphne’yi Defne ağacına
dönüştürür. Evet bir kadın tecavüzden toprağa girerek kurtulur ama
mitolojinin erk aklı bu olaydan Apollon’un payına defne
yapraklarından zafer tacı biçer.
Toprak, Daphne’yi kurtardı ama soru şu ki bugün gerçek hayatta
erk akıldan toprağı kim kurtaracak? Mitolojinin tanrıları yerine
bugün hukuka aykırı yasa yapma kudretindeki iktidar aklı var.
Depremi rant fırsatına dönüştüren akıl, anayasaya aykırı bir yasa
yaptı. Hani mülksüzleştirme filan diyoruz ya değil onun adı tecavüz
yasası. Yurttaşın mülküne çökme, mülkiyet hakkına tecavüz etme
yetkisi veriyor kamu kurumlarına. Rezerv yapı alanı adıyla da
konuşulan bu yasanın da ötesine geçildi. Malum iktidar ve her
birini birer tanrıcık gibi yetkilendirdiği kamu görevlileri sınır
tanımıyor. Tecavüz yasasına da tecavüz edilmiş. Yasanın sınırları
aşılarak Valilere “Geçici el koyma işlemi yapma” yetkisi verilmiş
olmalı ki muhtarlıklara bunun belgesi gönderilmiş, askıya
çıkarmaları için. Mülk sahiplerini bilgilendirmek yok. İşleme
itiraz hakkı tanımak yok. Kamulaştırma belgesi yok. İstimlak bedeli
yok. Hatta kesinleşmiş, resmiyet kazanmış yol yapım planı bile yok.
Karayollarının elinde taslak çizim var. Valilik muhtarlıklara sözde
askıya çıkması için “el konulacak” mülklerin ada, pafta
numaralarını gösterir liste göndermiş. Muhtarlardan kimisi mülk
sahiplerini bilgilendirmiş, kimisi oralı bile olmamış. Mülk
sahiplerinin bilgisi, rızası, onayı olmadan, yol planı
kesinleşmeden Karayollarının ve muhtemelen taşeron firmaların iş
makinaları ile devlet adına zeytinliklere tecavüz edilmiş. Bundan
sonrasını Çiğdem Mutlu Arslan anlatsın.
Çiğdem’i, Mutlu Zeytin Direnişi etiketiyle X hesabından,
basından ve gazetemizde Burcu Özkaya Günaydın’ın haberinden tanıyor olabilirsiniz. 33 gündür
kendi zeytinliğinde son kalan ağacını kestirmemek için direniyor.
Konuştuğumuzda gerçekte direnişinin 40 gün civarında olduğunu
öğrendim. Çünkü öncelikle kamu kurumlarına, yetkililere ulaşmak
için çaba göstermiş. Dilekçesini kayda geçirtmek için bile ayrıca
mücadele etmek zorunda kalmış. Tek başına zeytinliğini savunma
eylemine başlamasının itici gücünü merak ediyorum. Bu savunma
halinin kendiliğinden, içten gelen, bir itkiyle başladığını
söylüyor. “İki ayrı alanda zeytinliğim var. Hem asırlık ağaçlarım
var hem de yeni diktiklerim. Dolayısıyla alana sık sık giderim.
Sulama, ot yolma gibi bakımlarını yaptım bir gün ama ertesi gün
yine gitmem gerekiyor hissiyle tekrar gittim, sanki biri beni
dürttü. Yani oraya gitmen gerekiyor gibi bir hisle çıktım. Oraya
bir geldim baktım ki zeytin ağaçlarının hiçbiri yok. Bölgede 2
alanım var ama farklı yerlerde. Üst tarafta bu bahsettiğim. 10 tane
asırlık, 150-200 belki de daha fazla bilemiyoruz yani ama kocaman
ağaçlar. Gövdesini 2 kişinin belki 3 kişinin saramayacağı ağaçlar.
Allah! Onların kesilip kenarda atıldığını görünce dizlerimin bağı
çözüldü. Ve ağlamaya başladım. O anki feryadı ve sorularıyla iş
makinaları durmuş. Siz ne yapıyorsunuz, kimsiniz, ne işiniz var, ne
hakla ağaçlarımı sökmüşsünüz?” Zeytin ağaçlarına kıyan, çalışmakta
olan iş makinalarının önüne atılarak yönelttiği bu sorular üzerine
araçlar, çalışanlar durmuş o an.
“Abla biz bilmiyoruz, bize yol yapılacak dediler. Şantiyeden bir
yetkili çağıralım sana.” O yetkili, yetkisini de alsın gelsin
dedim. Bir yetkili geldi güya ama yetkilinin ne yazık ki yetkisi
yok. Şantiyeye yönlendirdiler beni. Gittiğimde işin gerçeğini
öğrendim ve hukuksuz bir iş yapıldığını gördüm. Geçici el koyma
kararı. Valilik kararında geçici konaklama amaçlı yazıyor ama
konaklama olmadığı gibi geçici de değil, kalıcı bir yol yapımı
amaçlı kesim yapılıyor. Geçici konaklama için asırlık ağaçlar mı
sökülürmüş" sorusuyla devam ediyor Çiğdem Mutlu Arslan: "Beton…
Bitti yani… O Valilik kararıyla bu işlem yapılmış. Buna da şöyle
bir kılıf uyduruyorlar. Kamulaştırılacak, ha, nasıl olsa yapılacak,
şimdiden yapıyoruz, diyorlar. Şu anda biz temizlik yapıyoruz ama
şey, arkadan gelecek kamulaştırma kararı…" Günler süren kamu kurumu
ve yetkilileri ile temasında aldığı cevapları böyle özetliyor
Çiğdem. Tanıdık geldi değil mi, bu cevaplar.
Hukuk arkadan gelsin politikası hiç şaşmıyor yani. Ve Çiğdem son
kalan 8 ağacını kesimden, kıyımdan kurtarmak için önce 15 gün
ağaçlarının altında oturmaya başladı. Çiğdem bekledi, iş makinaları
bekledi. Çalışanlar ise Çiğdem’i gözledi. Tuvalet ve yemek ihtiyacı
için evine gitmek zorunda kaldığında komşuları veya kardeşleri onun
yerine nöbete duruyor. Sonra bir çadır kurdu zeytin ağaçlarının
yanına. Kurduğu çadırın hikayesi de ayrı bir yara. Depremde evi az
hasarlı olduğu için devletten hiçbir yardım almamış. Çadırı da
AFAD’dan kendi imkanlarıyla almışlar. Yine de depremzede olduğunu
herkesin bilmesi için sembolik olarak ağaçlarının yanına o çadırı
kurmuş. Fakat derdi bu kadarla da bitmiyor. Tecavüz yasası dediğim
o rezerv yapı alanı meselesi yazık ki az hasarlı evini de kapsıyor.
Henüz evinin akıbeti belli değil, kaygısı yüksek. Geçim kaynağını
kaybediyor diğer yandan barındığı evini de kaybederse…
Bir dokun bin ah işit, derler ya Çiğdem için, Defne için ve
genelde deprem bölgesi için öyle geçerli bir söz ki uğranan
haksızlıklar için ne kadar konuşsak, yazsak yetersiz kalacak. Bu
nedenle herkesin yerim dar, yenim dar demeden elinin erdiği aklının
kestiği yerden gündemde tutması gerekir. Çiğdem’in direnişi basında
ses getirdi ve inşaat için ‘yol temizliğini’ şimdilik durdurdu ama
yarın ne olacağı bilinmez. 30 gün boyunca zeytinliğin başında
bekletilen iş makinaları son günlerde şantiyeye çekilmiş ama güven
olmaz ki. Rehavet yaratıp, nöbeti engelleyecek bir tuzak da
olabilir bu ‘geri çekiliş’. Mülke tecavüz yasası yürürlükte olduğu
sürece herkesin malına çökme yetkisi ve bu işi yaptıracak gölgeleri
var iktidarın. Durdurmak için milyonla Çiğdem, milyonla direniş
gerek. Ve çok daha fazla destek… Siyasetten, sivil alandan,
bireylerden gelen destekler ise son günlerde, Kaymakam ve
Karayolları yetkilisinin direniş alanına yaptığı ziyaretten sonra
azalmış. İktidar gücü arkadan yapılan pazarlıklarla direnişlerin
gücünü kırmayı iyi bilir. Belki öyle bir şeyler dönüyordur. Ama
Çiğdem kendi direnişi sayesinde zeytinliklerin aşağıda kalan
kısımlarını şimdilik kurtardığının farkında. Üstelik şunu da
biliyor: TOKİ konutlarının inşa edildiği bölgeye kadar giden bir
yol zaten var. İki yol olduğunu ve birisinin konut inşaat alanına
kadar gittiğini söylüyor. Yol açmak için zeytinliklere kıymaya
gerek olmadığının farkında. Kent planlarının, yol açma
çalışmalarının planlanması aşamasında ağaçların önceliği olması
gerektiğinin de bilincinde. O plan olmayıp taslak çizimden ibaret
yol açma girişimi, yol açmaktan da ibaret olmayabilir.
Malum bir de ekonomik kriz ve özellikle gıda enflasyonu varken
endüstriyel tarım ürünü olan zeytini, zeytinyağını yok edecek
zeytinlik kesimini baksanız sömürge valisi bile yapmaz. Ama ülkenin
zenginliklerini gözetmek yerine kendilerini zenginleştirme hesabı
yapanların karar vericiliğinde olmaz, olmaz.