Kendi örgütü, seçmeni bulunmayan, güya “tepki” oylarını toplayarak Türk siyaset AVM’sinde ayın elemanı statüsü elde eden bir ırkçı siyasetçi bütün gündemi kapladı, ezcümle enerji buraya akıyor. Eğer bu sahiden bir operasyon ise, kabul edilmeli ki, pek başarılı.
Sinan Oğan adlı zat, erken öten horoz sendromuna kurban giderek dışlandığı asıl faşist camiada yükselme imkânı kalmayınca, bir tür bireysel özel girişimciliğe yöneldi. “Bugünlerde piyasada ne gidiyor?” diye kısacık bakındıysa bakındı, fakat muhtemelen buna bile gerek kalmadı, kendisinin tezgâh açmayı düşündüğü pazaryerinde rağbet gören mallar belliydi, o da klasik-geleneksel Kürt düşmanlığı ve Suriyeli göçmenlere yönelik ırkçı kışkırtma kumpanyasına katıldı. Zamane Ruhu’nun ırkçı-milliyetçilik zehrini bardağa koyarken etrafa döküp saçmayacak izlenimi uyandırarak elde ettiği “modern-medenî” etiketi, kendisinin ırkçı-milliyetçi köpürtmelerini doğru vatansever tavır sayıp, öpüp başına koyan epeyce muhalifin hoşuna gitti ve Sinan Oğan, mültecilere karşı ırkçı kışkırtmanın modern ve medenî sayılmaya engel oluşturmadığının canlı ispatı sûretinde, önce bir yan rolde, sezon finaline gelinmeden, güncel Türk siyaseti dizisi “Düşmanımsın!”a katıldı. Erdoğan ve AKP aleyhine attı tuttu, sırf ırkçıların tanıdığı bildiği o muhayyel “Türk”ün Hizbullah’la yanyana oturmayacağı gibi sert ve kararlı çıkışlarıyla dikkat çekmeye çalıştı. Sözkonusu Hizbullah’ın -üstelik AKP filan ortalıkta yokken- “Türk” devleti sayesinde palazlanmış, kurumlaşmış bir yapı oluşunun kimse tarafından dert edilmeyişi gibi güzelliklerden Sinan Bey de şüphesiz bol bol yararlandı.
Oğan sabit siyasî ikâmetgâh edinemedi. Muhtemelen aradığı liderlik koltuğu birinci mevkide bulunmuyor, ikinci, üçüncü mevkilerdeki lider koltukları da zaten birileri otursun diye, onların popolarına göre imal edilmiş oluyordu.
Fakat o da nesi! Birileri, Sinan Bey’in imajını “satın alabilecek” bir alıcı kitlesinin varlığını tesbit etmişler, üstüne hesap kurmaktaydılar. Maalesef hanyayı Konya’yı ve öncelikle dünyayı anlamasınlar diye türlü dümen çevirdiğimiz, yalana dirençsiz çoğu genç seçmen sahiden de Sinan Oğan’ı “alternatifi bişi” sanmışlar; öyle görünüyor. Bunca yıl sonra birden farklı bir vazifeyle bizzat siyasî figür olarak karşımıza çıkarılan Ümit Özdağ’ın -nasıl diyelim, albenisizlik yüzünden- asla cezbedemeyeceği bir kitle, bu şekilde, şık Sinan Bey tarafından devletin münasip gördüğü yola sokuldu.
Böylece çok yakın geçmişinde ırkçı kışkırtma ve Kürt düşmanlığı dışında faaliyet olmayan bir faşist siyasetçi kilit-anahtar vs. konumuna gelecek, seçmen tercihleriyle, oy hakkıyla, yani bileğinin hakkıyla bu konumu elde etmiş HDP’nin meşru rolünü elinden kapabilecekti. Nitekim seçim pazarlıkları sürecinde sözkonusu karaktere rol yazılan bazı mizansenlerde sahne alabildi. Aslında alırmış gibi yaptı. Azıcık izan sahibi herkes biliyordu ki, bu balonun sönmesi an değilse de gün meselesidir. İş sönmeye de kalmadı, patlayıverdi. Esas acıklı sahne çocuklar balonun parçalarını toplayıp ağızlarına tutup gererek komik sesler çıkardıklarında yaşanacak.
Sinan Oğan ve ona bağlı hesaplar, öyle görünüyor ki, daha basit mevzu. Ne mi daha karmaşık? Hayır, kendisine gösterilen teveccüh de değil. Bu ülkeden vaktiyle Cem Uzan’a yüzde 7 -İzmir’de yüzde 17- oy çıktı! Esas karmaşık, içinden çıkılması güç ve tehlikeli olan, bugünümüzü ve geleceğimizi karartan bazı güdüleri, eğilimleri, sebepleri de barındıran tatsız mevzu, muhalifim, demokrasi istiyorum, hak-hukuk-adalet istiyorum diyen koca bir kitlenin Sinan Oğan konusundaki tavrı.
Tasvir edeyim mi? Etmeyeyim. Seçim öncesinde başımı belaya sokturmayın, muhterem okurlar.
Fakat hiç izah etmeden de olmaz. Sinan Oğan “faktörü” bir anda ikinci turun belirleyicisi ilan edildi. “Kingmaker” lafı bile ilk anda ortaya sürüldü, söyleyene takdirler kazandırdı, gazetecilerin kendi aralarındaki rating yarışı esnasında. Ve sürülür sürülmez, mutfaktan yumuşak yumuşak konuşan, hak-hukuk-adalet beklentimizi şahsında somutlaştırmış nazik, efendi cumhurbaşkanı adayı, birdenbire ırkçı ana akım otoyolunda son sürat bıçkın bıçkın araç sürmeye koyuldu. Ertesi sabahtan itibaren, herkes için doğal hale gelmişti: geleceğe uzanan yola faşizan-ırkçı ana arterden çıkılacaktı. O halde nereye niye uzanıyorduk, orasını sormayın. Herkesin hapiste ömrü tükenen eşi dostu yok demek ki.
Düşünelim lütfen: Daha Sinan Oğan’ın kimden niçin ne kadar oy aldığı bile belli değildi! Buna karşılık, bu oy gücünün kararlı, hedefli siyasete, becerikli örgüte vs. dayanmadığı meydandaydı. Bu potansiyelin külliyen Oğan’ın göstereceği yöne sevk edilebilmesi zayıf ihtimaldi. Bunların lafını bile etmeyen muhalif siyaset, buna karşılık, birden ırkçılara has huşûnet çizgisinin ötesine sıçrayıverdi. Sanki memleket ahalisinin bunca istemezliğine rağmen demokrasiydi, insan haklarıydı, bilmemneydi istiyor olmanın yükünden kurtulmuş, oh demekteydi muhalefet. Var mı çoğunluğa katılmak gibisi!
İktidarın “Türk-Müslüman” diye etiketleyerek kendine ayırdığı seçmene sunduğu ikilem de buralardan hayat bulmuyor mu: Çoğunluğa katılmaya çağrı, bu topraklarda, beraberce güçsüzü, azınlığı ezebilme vaadidir. Ya da ezilecekler arasındasın.
Memleketimizde şu anda beyaz tenli olmayan göçmenler konusunda hüküm süren fikriyat ve hissiyat, Nazi ideolojisinin sınırlarında. Nasıl oluyorsa, bu ırkçılık, Türk tipi başkan riyasetindeki ülkemizde Türk tipi ilericilikle bir araya gelebiliyor, hattâ hassasiyet -alerji- menzili Kürtler adına yapılan her cins faaliyete de uzanabiliyor. Oysa pazar günü sahilde müziğini açmış halay çeken inşaat işçisi genç adamlara polisin yaptığı kabul edilemez zulüm, istendiği anda bu ülkede hayatın herkese zindan edilebileceğinin ilanından başka şey değil. Heyhat! Muhalif ahalinin dörtte üçü bu hadisenin kendi yaşadıklarıyla alâkasını kurmaktan âciz. Sadece âciz de değil. Kazara biri kurup önlerine koysa bu aydınlatıcıyı terör sevici falan ilan ederler.
Ey vatandaş (yani vaktiyle arasıra vatandaş gibi davranılabilen, şimdi o kadarcığından da yoksun bırakılmış ahalinin ferdi), göçmenlere ırkçı, onlar yokken insancıl, demokrat vs. olamazsın, bu kafayla hak-hukuk-adaletin zerresini bile göremezsin. Sinan Oğan kim ya? Ne yapmış da bugün elde ettiği makama erişmiş? Neyin kingmaker’ıdır kendisi? Müsaadenizle sormak istiyorum: Size bu adama muhtaç olduğunuzu düşündüren şey nedir? Oylarsa, onun kontrolunda olmadıkları belli. O halde neden? Neden böylesine dayanaksız, zayıf, tırışka, sizin dünyayla ilişkiniz?
Siyasî bakımdan şudur budur, eyvallah, fakat her şeyden önce ayıptır. Bu memlekette, evet, mütemadiyen sokağa dökülmeyen, birçok riski göze almayan, baskıya alıştırılmış, sindirilmiş bir muhalif kitle var, ama bu kitle şu anda dünyadaki en güçlü sivil direnişlerden birinin vücut bulmuş hali, aynı zamanda. On yılı aşkın süredir hayat alanına utanmazca, ahlâksızca tecavüz edilen, yaşama güvencesi dahil pek çok temel hakkı çiğnenen, dahası, toplumun neredeyse yarısının bu tip haklara bile sahip olmadığı sabahtan akşama kulağının dibinden güçlü hoparlörle haykırılan, devamlı hakarete uğrayan, birçok mensubu, göstermelik dava süreçleriyle haksız hukuksuz hapse atılan ve orada çürütülmeye çalışılan, buna karşılık bir türlü tam anlamıyla esir alınamayan, biat ettirilemeyen, tebaa haline getirilemeyen, muktedirlerin tedirginlik içerisinde yaşamalarına ve onca silahlarına rağmen rahat edememelerine yolaçan bir yeraltı ateşi, isterseniz durulmak bilmeyen bir dip dalga -hani şu yok denen-, görünmez bir el, muktedirler kapattıkça gidip pencereleri açan, içeri hava gelmesini sağlayan. Dünyada hiçbir olgu, her şeye hakim bir liderin kamuoyu önünde kimseyle asla hiçbir tartışmaya giremeyişi kadar simgesel olamaz.
Üzerinde tepinile tepinile ezilip dağıtılamamış bir içsel direnç, hakkı ve layığı olan, kendisine güç ve azim aşılayacak örgütlenmeye kavuşamadığı için naif kalıyor, bizzat o dirence dayanarak durumu değiştirmeyi vaat edenlerin yarattığı hayal kırıklıklarıyla sönüp sönüp yeniden ayağa kalkma gayreti içinde yoruluyor, yıpranıyor.
Dünyaya ve özellikle kendi memleketimize bakışımızdaki çarpıklıklar, kırık gözlük camı gibi, neye baksak biryerlerini çarpık çurpuk görmemize yolaçıyor. İkinci adımda, teşhislerimiz, tesbitlerimiz ufalanıyor, parçaları oraya buraya savruluyor. Vazgeçemediğimiz düşünce temelleri, düşünme ve anlamanın önüne dikilmiş duvarlar gibi. Bugün Sinan Oğan’dan demokrasi-adalet yolunda katkı bekleme -saflığına diyemeyeceğim, affedin- hıyarlığına düşebilmemizle, “Türkleri -yani Osmanlı’yı- arkadan vuran pis Araplar” gibi motiflerin sözümona “ilerici” kültürümüzde yer alabilmesi arasındaki ilişki ne yazık ki sanılandan -veya hiç sanılmayandan çünkü hiç düşünülmeyenden- çok daha sıkı.
Muhterem okur, gördüğünüz üzre, Sinan Bey gibilerin siyasette varolmak için tutunduğu iki sütunun öbüründen, Kürtler meselesinden henüz sözedemedik bile. Şunu hatırlatarak bitireyim: Bugün bütün farklı unsurlarıyla muhalefetin devirmek için çırpındığı iktidar, 2015’te aslında devrilmişti. Halen yaşadığımız birçok musibetin sebebi, sonrasında yaşananlardır. İktidarıyla muhalefetiyle elbirliği ettiler, “bir şeyi” kurtardılar. Şimdi o aynı “şey” için Sinan Oğan sahaya sürülmüştü -ya da kendiliğinden forma giyip ısınma hareketleri yaparken görülmüş, pohpohlanarak arkadan itilmişti, bilemiyoruz, fark etmez. Oğan’lı operasyon da şimdilik başarılı oldu. Enerji emici, hortum delici, devre kesici olarak işlevini yerine getirdi.
Bu hengâmede bunu nasıl kolayca başarabildi? Çünkü, “dilim varmıyor ama” da demeden söyleyeyim: defo bizde, canım kardeşim.