Değerleri defalarca, defalarca gözümüze sokuluyor. Çünkü göre göre zihnimize nakş edelim buyuruluyor. Nakş olsun zihinlere ki, onların değerlerinden zerrece şüphe edilmesin. Unutmaya, silmeye, ihmale kimse tevessül ve teşebbüs etmesin!
Böyle buyuruluyor.
Hiç ama hiç yeni değil bu. Ne denli yükseklerden uçar görünseler de, sığ sulardan öteye gidemiyorlar. Bildikleri, öğrendikleri ve öğrettikleri, buyurdukları tek varoluş biçimi, yok etmek. Onu biliyor, onu buyuruyor, onu yapıyorlar. Yok ediyor ve yok oluyorlar.
Çok çok eskiden beri böyle. Serinkanlılıkla bakıldığında ne ad verilirse verilsin, hangi görüntüye bürünürse bürünsün, cinayet ve failler kendini ele veriyor:
“Bir tutku cinayetleri vardır, bir de mantık cinayetleri. Aralarındaki sınır belirsizdir. Ama ceza yasası, oldukça elverişli bir biçimde, kasıt kavramıyla ayırır bunları birbirinden. Kasıt ve kusursuz cinayet çağında yaşıyoruz. Canilerimiz aşk özürüne sığınan o umarsız çocuklar değil artık. Tam tersine, olgunluk çağlarındalar, suçsuzluk kanıtları da yadsınmaz türden; her şeye, hattâ katili yargıç yapmaya bile yarayabilen bir felsefe.” (1)
Albert Camus daha 1951’de teşhis ediyordu bugünün 'değerli katil'lerini yaratıp seri halde üreten, gözümüze gözümüze sokarak katili yargıç yapmaya yarayan 'felsefe'yi.
Yok et ki, var olasın felsefesidir bu.
Amansız bir yoksulluğun, çaresizliğin felsefesidir.
Bu topraklarda doğmuş, henüz yirmili yaşlarında bu 'çaresiz adamlar'ı, felsefelerini teşhis etmiş, teşhir etmiş Kent Kırgını Eray Canberk, daha 1960’lardan şöyle seslenir:
“yumruk gibi bir şey düşün ellerini
yoksa bu çaresiz adamlar seni de yoksul eder “ (2)
Şiirin adı, Yaşamayı Göze Almak.
Camus’nün teşhisiyle birleştirip yeniden tanımlayalım önümüzdeki görevi: Kasıt ve kusursuz cinayet çağında yaşamayı göze almak.
KÖTÜLÜĞÜN KÖTÜLÜKLE YARIŞI
Gazete Duvar’da yazmaya başladığımdan beri, merhaba bile demeden, diyemeden kötülük hallerinden söz edip durduğumun farkındayım.
'Sosyal mesafe' lafıyla gayet bilimsel, gayet koruyucu, uyarıcı edayla olağanlaştırılan, salgın nedeniyle hayati zorunluluk haline getirilen, kurumsallaştırılan sınıfsal mesafeyle başladık.
Bunun neredeyse doğal ve kaçınılmaz uzantılarına; sosyal mesafenin köklerindeki ırk ayrımından mesleklere, toplumsal konuma, hayatın her alanındaki görüntülerine; 'değer' ve 'karakter' meselelerine, aşınmalarına dikkat çekmeye çalıştık. Sosyal mesafe denen şey, doğrudan doğruya 'toplumsal'lığı ve onu yaratan ilişki biçimlerini, 'değerler sistemi'ni geçersizleştirir, ortada 'yalnız kalabalıklar' kalır. … diyerek yaşadıklarımızı anlamaya, anlamlandırmaya, paylaşmaya, hal-çare aramaya çabalıyoruz güya.
Ve aynı anda türlü çeşitli imha imhayı, katliam katliamı kovalıyor. Çoluk çocuktan köpeğe uzanan 'tecavüz' silsilesi, her yaştan her boydan kadını hedef alan tecavüz üstü cinayetlerle yarışıyor. İnsanı ve hayatı değersizleştiren yok eden öğrenilmiş-kanıksanmış kötülük, ölülerden öç alma yarışını bir eylem, bir eğlence biçimine dönüştürüyor.
Hasılı kelam, burada konu edilen şeyler, iradi seçim değil. Onların izini sürmek, aslına astarına bakmak bir tür zorunluluk. Görev. Yaşamayı göze almak, onu yeniden inşa etmekle mümkün. Bu da onu yok edenlerle, yok edicileri yaratan hal ve durumlarla yüzleşmeyi getiriyor, gerektiriyor.
Meram ve maruzat budur.
KUSURSUZ CİNAYET
Kırk yıllık tescilli katil, bugün akil ve makul bir adam olarak, bir 'değer' olarak saatler boyu ekranlarda vaaz veriyorsa, işlediği cinayetler çoktan onaylanmış demektir. Camus’nün işaret ettiği üzere, katili yargıç yapan felsefe yürürlüktedir. Haliyle, başka bir 'hukuk', başka bir 'değer', başka bir 'gerçeklik' geçerlidir.
Yine Camus’nün ifadesiyle kasıt ve kusursuz cinayet hukukudur bu.
1978’de Ankara’da TİP üyesi genci katleden kişiye ekranların tahsis edildiği sırada bir başka katili; eski sevgilisini öldürüp, cesedini yakarak üstüne beton döküp yok etmeye çalışan kişiyi aklayan, savunanlar çoktan sosyal medyada dayanışma hareketi başlatmıştır. Bu da “değerli katil” hukukunun kıdem ve ideoloji-ötesi olduğunu ortaya koymaktadır.
Aynı sırada bir başka cinayet işlenmektedir hukuk cephesinde: Sosyal medya düzenlemesi olarak anılan operasyonla bilgi temizliği, imhası yasal kılıfa sokulmaktadır. Bizim hukuk üzerinden icra ettiğimiz gerçeklik katlini Jean Baudrillard, Kusursuz Cinayet olarak adlandırmaktaydı. (3)
Baudrillard’a bakarsanız, gerçeklik imha edildiğinde, yani kusursuz cinayet sonrasında, “Hiçin hiçle, Kötülük’ün Kötülük’le uyumlu” birlikteliği, “eşdeğerliliği” geçerlidir.
Kusursuz cinayete teslim olmak nihayetinde, “Bu gerçekdışılık ve oyun düzeyine, dilin ve dünyanın kötü niyetine ve alaycı tinselliğine duyarsız olmak, aslında yaşamayı becerememek demektir.”
Öyleyse, Eray Canberk’in çağrısını, uyarısını anımsayalım:
“ya kaçmaktır kurtuluşun çaresi
ya yumruk gibi bir şey düşün ellerini.”
Dipnot
- Albert Camus, Başkaldıran İnsan, çev T. Yücel, Can Yayınları, 2009.
- Eray Canberk, Kuytu Sular, Habora Yayınları, 1969 (ayrıca bk: Kent Kırgını –Toplu Şiirler- Yapı Kredi Yayınları, 2011)
- Jean Baudrillard, Kusursuz Cinayet, çev N. Sevil, Ayrıntı Yayınları, 1998.