Değil Şangay Beşlisi, artık Şinanay 25'lisi de kesmez!
Büyük bir akıl tutulması çemberinden geçiyor Türkiye. Şangay Beşlisi'ne yöneliyor, Rusya ve İran destekli Suriye, El Bab yakınlarında TSK mevzilerini bombalıyor. Aynı gün AP müzakereleri dondurma kararı alıyor ezici bir çoğunlukla. Uluslararası ilişkilerde hüsran yaşanırken ülke içinde gerilim her geçen gün tırmanıyor. Kürt sorunu çıkmazda, gazeteciler mahkeme kapılarında kuyrukta. OHAL sadece iç barışı değil, ekonomiyi de tehdit ediyor. Dolar her gün kendi rekorunu kırıyor.
Federe Kürdistan Yönetimi Başbakanı Barzani, Başbakan Yıldırım
ile.
İki Başbakan tokalaşıyor. Biri Türkiye Başbakanı Binali
Yıldırım, diğeri de Federe Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı
Neçirvan Barzani.
Fotoğrafta üç de bayrak var. Yıldırım'ın arkasındaki Türk
bayrağı. Barzani'nin arkasında ise hem Irak hem de Federe Kürdistan
Bölgesel Yönetimi bayrakları görünüyor.
Türkiye, Federe Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile resmi görüşme
yaparken Irak bayrağı dışında bölgesel yönetimin ortasında sarı bir
güneş figürü yeşil, kırmızı, beyaz renkli Kürdistan bayrağının
bulunması çok yeni. İlk kez 2015'in Aralık ayında Mesut Barzani'nin
ziyareti sırasında kullanılmış. Yani kendi Kürtleriyle çatışmalı
bir sürece girdikten beş ay sonra.
Ama Federal Kürt Yönetimi'ne ait bu bayrağı Türkiye'de "örgüt
propagandası" sayıp ceza veriyor mahkemeler.
Haber de çok yeni üstelik. Geçen ay Mazlum Kabala adlı
üniversite öğrencisi hakkında sosyal medya üzerinden yaptığı
paylaşımlar nedeniyle "örgüt propagandası yapmak" suçundan 10 ay
hapis cezası veriyor Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi. Geçen gün
açıklanan gerekçeli karara göre Kalaba'nın giydiği, üzerinde Federe
Kürdistan Yönetimi'ne ait bayrağın bulunduğu "Kürdistan" yazılı
tişört ile çektiği fotoğrafı Facebook'ta paylaşması "örgüt
propagandası" suçuna delil olarak gösterilmiş. (DİHABER)
AKP iktidarının uyguladığı politikalar iç gerilimi giderek
yükseltiyor, bir arada yaşama koşullarını giderek
zorlaştırıyor.
Az kaldı zaten, Kürt kentlerinde kayyum atanmamış belediye,
tutuklanmayan belediye başkanı kalmayacak neredeyse. En son dün
Mardin Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Ahmet Türk de tutuklandı.
HDP'nin Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile
birlikte 10 milletvekili tutuklu.
Kürt sorunu giderek yükselen bir çatışma alanına dönüşüyor,
toplumun her kesimini dalga dalga sarıyor.
KHK'LAR GİYOTİN GİBİ ÇALIŞIYOR
Geçtiğimiz günlerde Mersin'de yaşanan bir olay Türkiye'nin nasıl
vahim bir noktaya doğru sürüklendiğinin çok net göstergesi.
Mersin Kadın Platformu çocuk istismarına dikkat çekmek için
geçtiğimiz ay başlattığı Kırmızı Balon Kampanyasını Dünya Çocuk
Hakları Günü'nde yapılacak bir çocuk şenliğiyle bitirmek
istemişti.
Şenlik, MHP'li Mersin Büyükşehir Belediyesi'ne ait Kongre ve
Sergi Sarayı'nda gerçekleştiriliyor.
Önce Çocuk Hakları Bildirisi okunuyor. Ailelere, çocuk istismarı
hakkında bilgi veriliyor. Sonra da çocuklardan oluşan çeşitli
gruplar sahne alıp şarkılar, türküler söylüyor.
Sahneye Akdeniz Belediyesi'nin Gündoğdu Mahalle Evi'nde bağlama
kursu alan çocuklar çıkıyor son olarak. Önce Türkçe bir türkü
seslendiriyorlar. Çocukların söyledikleri ikinci türkü de
Kürtçe.
Daha türkü başlar başlamaz salon yetkilileri belediyeye ait
tesislerde Türkçeden başka dilde müzik yapılamayacağı yönünde emir
aldıklarını, Kürtçenin de yasaklı dil olduğunu, bu nedenle sesi
kestiklerini söylüyor.
Çocukların ve ailelerin önünde bir Kürtçe tartışması yaşanıyor.
Şenliğe katılanların büyük bölümü terk ediyor salonu.
Akdeniz Belediye İştar Kadın Danışmanlık Merkezi psikoloğu
Fahriye Cengiz ortaya çıkan tablonun vahametini anlatmaya
çalışıyor:
"Dünya Çocuk Hakları Günü'nde çocuğa şiddetin bir başka türüne,
psikolojik şiddete tanık olduk. Bu çocuklar dilleri, kültürleri
üzerinden şiddete uğradılar. 'Bu dil yasaktır, bu dilde
söyleyemezsiniz' tartışmaları bu çocukların gözleri önünde yaşandı.
Yarın bu çocuklar belki sahneye çıkmaktan korkacaklar, belki
dillerini konuşmaktan korkacaklar." (HABERDAR/Mersin Yaşam)
Kürt sorununu çözmek için atılan adımların tersine döndüğü bir
süreç yaşatılıyor Türkiye'ye. Neredeyse "Kürt yoktur, onlar Dağ
Türküdür. Dağda sertleşen kar, kart kırt sesler çıkardığı için
dağda yaşayan Türklere Kürt denmiştir" gibi yıllarca yaşadığımız
ilkelliğe geri dönülecek. OHAL'e geri dönülmüş zaten, bir de "kart
kırt" safsatasına geri dönülürse hiç şaşırmamak gerek.
Zaten Olağanüstü Hal'in KHK'ları da eskisinden daha beter bir
giyotin gibi çalışıyor. Yüzlerce dernek, gazete, dergi kapatılıyor.
Her kararnamede binlerce insan işinden oluyor. Artık KHK'lar
vicdanlarda kapanmaz yaralar açıyor.
21 Kasım 2004'te babası Ahmet'le birlikte Mardin Kızıltepe'de
"terörist" diye 13 kurşunla öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz'ın
annesi Makbule, eşinin ve oğlunun ölüm yıldönümünde yani 21
Kasım'da çıkartılan bir kararname ile işinden atılıyor. Kızıltepe
Belediyesi'nde temizlik işçisi olarak çalışarak geride kalan üç
çocuğuna bakan Makbule Kaymaz, aradan geçen 12 yıla karşın
devletten aradığı adaleti bulamazken, şimdi bir de işsiz
kalıyor.
Bir başka "vicdan yarası" da Veli Saçılık'a yapılanlarla
açılıyor. Cezaevlerine yapılan "Yaşama Dönüş" operasyonu sırasında
kepçeyle kolu koparılan Saçılık da bu son kararnameyle işinden
atılıyor. Bankaya yatırdığı birkaç bin liralık küçük birikimine el
konuluyor. Tepki üzerine parasındaki blokaj kaldırılıyor ama son
gördüğüm fotoğrafta Saçılık, işini geri almak için yaptığı eylemde
karga tulumba, darp edilerek götürülüyordu.
Veli Saçılık'ın kolunu
kopardılar, KHK ile işten attılar, karga tulumba darp ederek
gözaltına aldılar.
AKP, TÜRKİYE'Yİ 'OLAĞANÜSTÜ' YÖNETİYOR!
Sadece vicdanları kanatmıyor OHAL uygulaması, çıkartılan
KHK'lar; belli ki aynı zamanda "cüzdanları da kanatıyor".
Dolar her gün kendi rekorunu kırıyor, Türkiye gittikçe daha
fakir bir ülke oluyor.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke, önceki gün yaptığı
açıklamada ekonomik krizle OHAL ilişkisini çok net biçimde ortaya
koydu:
"Bu kriz, küresel bir krizin Türkiye'ye yansımasının sonucu
değil, bu kriz Türkiye'nin kendi krizi. OHAL'i uzatan, KHK'larla
hukuku yerle bir eden, demokrasiyi tamamen ortadan kaldıran
siyasetin bir sonucu bu. Vatandaşı işsiz bırakan, doğrudan
fakirleştiren bir kriz bu. Türk lirası son 10 ay içersinde Dolar'a
karşı yüzde 15 değer kaybetti. Ve bu değer kaybının neredeyse
hepsini son iki ayda yaşadı. Türk lirasının dolara karşı değer
kaybına baktığımızda keskin artış 3 Ekim'de başlıyor. 3 Ekim'de
Türkiye'de ne olduğuna baktığımızda bu krizin Türkiye'nin krizi
olduğu apaçık ortaya çıkıyor. 3 Ekim hükümet sözcüsünün OHAL'in
uzatılacağını Türkiye'ye haber verdiği gün. OHAL'i uzatma kararıyla
başlayan Türk lirasındaki değer kaybı devamında gelen hukuksuzlukla
devamında gelen dış dünyadan kopartan gerginlikle devamında gelen
demokrasiden uzaklaştıran her adımda değer kaybetti."
Herhalde ekonomik krizle OHAL arasındaki bu "sağlam" bağlantıdan
olsa gerek, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi dün Hürriyet'e yaptığı
açıklamada "Olağanüstü Hal'i ben istemiyorum kardeşim" diyordu
"Açıkça söylüyorum. Bu ikinci uzatmadan sonra uzatılmasını
istemiyorum."
Türkiye'nin "kriz güzergahı" belliydi. Olağanüstü Hal'in
uzatılması arkasından büyük bir hukuksuzluğu getirmişti, o da dış
dünyadan kopma noktasına gelen gerginliklere yol açmış, ülke
demokrasiden uzaklaştıkça da Türk parası her adımda değer
kaybetmişti.
Aslında gelinen nokta AKP iktidarının Türkiye'yi yönetemediğinin
somut bir göstergesiydi.
Bundan 14 yıl önce, 2002'de AKP iktidara geldiğinde bu ülkenin
sadece iki kentinde, Şırnak ve Diyarbakır'da Olağanüstü Hal vardı
ve bir önceki hükümet tarafından son kez uzatılmıştı. AKP
iktidarının ilk ayında da Olağanüstü Hal bitmişti. Yani neredeyse
AKP, Olağanüstü Hal'siz bir Türkiye devralmıştı. Bugün ise ülkenin
81 kentinin tümünde OHAL var.
İşte AKP iktidarının Türkiye'yi 14 yılda getirdiği "olağanüstü
hal" budur.
ŞANGAY'IN SONU 'ŞİNANAY'
Ülke içersinde çatışma, gerilim ve ekonomik kriz yaşanırken dış
dünyayla ilişkiler de kopma noktasına doğru gidiyor.
Türkiye AB'den uzaklaştıkça Şangay Beşlisi'yle flörtünü
arttırıyordu. Önceki gün yaptığı açıklamada Böke, bu konuda da
uyarmıştı AKP iktidarını:
"Bir Şangay Beşlisi'dir gidiyor. Bu asla AB'nin yerini tutamaz.
Üyeliğin sürecinde olabiliriz. Ama ekonomik olarak zaten biriz. AB,
Türkiye'nin toplam ihracatının yüzde 48,5'ini oluşturuyor.
Sattığımız ürünlerin yarısını AB'ye satıyoruz. Paramızı oradan
kazanıyoruz. Şangay Beşlisi ihracatımızın içerisinde sadece yüzde
üçlük bir paya sahip. Biz gelirimizi elde etmek için yüzde 50'lik
ürüne arkamızı döneceğiz, sadece yüzde üç ihracat yaptığımız pazara
döneceğiz. Olacak iş değil."
"Şangay Beşlisi" macerasının olmayacağı sadece ekonomik
göstergelerle değil, dün sabah bir kez daha siyasi göstergelerle de
ortaya çıktı. Suriye'ye giren Türk Ordusu'nun El Bab yakınlarındaki
mevzileri Suriye uçakları tarafından vuruluyordu. Türkiye,
Suriye'de şu ana kadar bir mevzide en büyük can kaybını yaşadı.
Kimse, Suriye rejiminin bu bombardımanı Rusya'dan bağımsız
yaptığına inanmıyor. Hem de Türkiye'nin geçen yıl bir Rus uçağını
düşürdüğü günün yıldönümünde.
Elbette bu 12 yaşındaki oğlunun ve eşinin öldürüldüğü günün
yıldönümünde Makbule Kaymaz'ı işten atan vicdansızlığa benzemiyor.
Suriye'de "devler sofrası" var. Bu yüzden benzer bir yöntemle,
uçakla gidip bombalamakla yanıt veremiyor Türkiye kendisine dönük
Rusya destekli bu Suriye hamlesine.
Aslında bombalayan Suriye değil, Rusya. Bombalanan da gerçekte
Türk askerlerine ait mevziler değil, Türkiye'nin "Şangay Beşlisi
yolu".
Böyle bir bombardımanla başladığımız günün ikinci bombası da
Avrupa Parlamentosu'ndan geliyor. AP, Türkiye ile müzakere
görüşmelerini askıya alma tasarısını ezici bir oy çokluğuyla kabul
ediyor.
Ülke içindeki baskı, hukuksuzluk, zulüm; geç de olsa uygar
dünyanın duvarına çarpıyor.
Türkiye'nin ekonomik ve siyasi krizi daha da büyüyor.
AKP iktidarı Türkiye'yi içinden çıkılmaz bir açmaza doğru
sürüklüyor. Bu şartlarda değil Şangay Beşlisi, "Şinanay 25'lisi" de
"Şinanay 50'lisi" de kesmez!