Yerküremizde yeniden değişim rüzgârları mı esiyor? Güney
Amerika’dan, hatta ABD’den de, Hong Kong’la Uzakdoğu’dan ve
Ortadoğu’dan. Scorpions popüler “Wind of Change” baladını çıkardığında yıl 1990’dı.
Değerli dostum Soli Özel 1989’un otuzuncu yılını bağlamına oturtan
güzel yazılar yazdı son haftalarda. Duvarın yıkılmasına, SSCB’nin
çökmesine, Tiananmen ıskasına, onun deyimiyle “liberal hülyaların”
ayazda kalmasına değindi, okumanızı öneririm.
“Wind of Change” şarkısında “Gelecek havada / Her yerde bunu
hissedebiliyorum / Değişim rüzgârıyla birlikte esiyor /Beni o anın
büyüsüne götür / O kutlu gecede / Yarının çocukları hülyalar
kuruyor / Değişim rüzgârında” diyordu Klaus Meine. Bazen cehenneme
giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşenir. Bazen Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın her fırsatta aşağıladığı, kriminalize ettiği Gezi gibi
bir kıvılcım denk gelir ömür boyu konuşulur, kimileri için bir ömre
bedeldir zira.
Ben çocukken tek kanallı siyah-beyaz TRT haberlerinde Lübnan iç
savaşı, FKÖ, uçak kaçırmalar, kara Afrika’da paralı askerlerin de
karıştığı darbeler, Latin Amerika’da diktatörlükler, ABD-SSCB
silahlanma yarışı, nükleer dehşet dengesi imgelemimi beslerdi.
Üniversitede ve mesleğin ilk yıllarında Yugoslavya İç Savaşı,
duvarın yıkılışı, SSCB’nin parçalanışı derken 11 Eylül saldırıları
ve “terörle mücadele”. Kafaları belki ABD’nin tarihin en gaddar
diktatörlerinden Saddam’ı devirmesi bulandırdı.
Ardından Şii-Sünni iç savaşı geldi. Sonra Ortadoğu IŞİD’i adeta
“kustu”. Belki kimilerine göre IŞİD mezalimi de bir başkaldırıydı.
Bugün Irak’ın başkenti Bağdat’ta aralarından üç yüzün üzerinde
kayıp veren kitle, Yeşil Bölge’nin kapılarına dayanmış durumda.
Kandan, dehşetten başka bir deneyim yaşamamış genç nesil, “ne Kürt,
ne Arap, ne Şii, ne Sünni, ne Hristiyan, ne İranlı, hepimiz
Iraklıyız” diye haykırıyor. Aralarına karışmak isteyen din
adamlarını da evlerine geri kışkışlıyorlar.
İşte belki Scorpions’un “yarının çocuğu” 2008 Eylül doğumlu
kızım Alaz’ın tiyatro tutkusu sayesinde Pazartesi gecesi onunla
birlikte izlediğimiz Belçikalı Ultima Vez topluluğunun
“Traptown” (“Kapankent” diye çevrilebilir) müzikali böyle bir
şeyler anlatıyor. Kamu yararı, karar alma sürecine katılım,
başkaldırı, düzen ve özgürlük, şiddet tekeli, tarihle yüzleşme,
kanunun üstünlüğü gibi temaları işliyor. Kalkışmalar, isyan
bastırmalarla geçen oyunun sonunda o karabasan “Kapankent”, devasa
bir obrukta yok oluyor: Sifonu çekilen Dipsizgöl çarpı on gibi
canlandırın gözünüzde. Anlatıcı da “ahmaklar” diye
mırıldanıyor.
Söylem gerçeklerden kopuk olabiliyor. Buna “propaganda”
deniliyor sanırım. Her gün, her an maruz kaldığımız propaganda
mutlaka bir tortu bırakıyor zihinlerimizde. Tutup “beynimdeki su
boruları elhamdülillah kaval gibi, pırıl pırıl, billur gibi
düşünüyorum” demek güç. İrili, ufaklı tıkanıklıkların olması
kaçınılmaz. Sözcüklerle, terimlerle, dağarcığımız kadar
düşünüyoruz; alet çantasından çekip aldığımız gereçler siyasal
eğilimimizi dışa vurup, betimliyor.
Ayaklanma, kalkışma, başkaldırı, isyan, protesto, kitlesel
eylem. Arapça “thawra”, devrim demek, o kadarını biliyorum. Şili,
Bolivya Güney Amerika’da, Hong Kong Uzakdoğu’da, Sudan, Cezayir,
Lübnan, Irak Arapça konuşan âlemde. Ve şimdi, heybedeki iri turp
İran. Denebilir ki, iyi güzel de, ya Çin, ya Rusya, ya cümle Türk
cumhuriyetlerinin hali? Öyle de, varsayalım ya yarın yahut belirsiz
bir öbür gün, Tiananmen’de tankın önünde elinde beyaz naylon
torbasıyla kırılgan bir kurşun kalem gibi duran o isimsiz mangal
yürekli adam Hong Kong’dan bir esin kaynağı alırsa?
Başka sözcükler, kavramlar: Meydan okuma, sınama, boyun eğme,
umursamazlık, bıkkınlık, karamsarlık, bunalım. Aslında belki bu
aralar bizim küçük köyde moda olan bu “şu filmi, bu oyunu gördüm,
şu kitabı okudum” tarzı yazı yazmaktan kaçınmaya çabalıyorum ama
bir de filmden söz edeyim. Bir bakıma bir (ilk?) #MAGA filmi olarak
da okunabilecek “Ford vs. Ferrari” (bizde felâket bir tercihle
“Asfaltın Kralları” adı verilmiş) baskın anlatıya meydan okuma
olarak da görmeye değer bence.
Ken Miles, tankıyla Normandiya’dan Berlin’e kadar gitmiş bir
İngiliz sürücü ve “mekanik”. Carroll Shelby, kendi de epik LeMans
yarışını sürücü olarak kazanmış bir yarış otomobili fabrikatörü.
ABD otomobil devi Ford, Ferrari’yi tahtından indirmek için bu
ikiliye yatırım yapıyor. Ancak Shelby ve Miles, yalnızca pistte
Ferrari’yle değil, kafkaesk Ford bürokrasisi ve onun karar alıcı
kravatlı gri-adamları, taşkafa muhasebecileriyle de mücadele
ediyor. Zira bunlar, oyunu onların kurallarıyla oynamayan herkesi
yok etmeye yeminli, onların gerçekleri beyaz-yaka ofislerinin
dokuzdan beşe sanallığı kadar.
On bir yaşındaki kızım Alaz Selcen benim onun yaşındaki halim
gibi burnu televizyon ekranında yukarıda sıraladığım tarihsel
olayları izlemiyor. O gelecek tahayyülünü (tahayyülde, hülya var
mı?) “Traptown” gibi müzikallerle biçimlendirirken, seksen
yaşındaki (1939 Ekim) annem Tülin Selcen de yeniden kemoterapiye
başladı. Kemo malûm, kanserin zehirle yenilmesine dayanıyor.
Bünyesini zayıflatsa da annem de tutunuyor bir biçimde yaşama, bir
savaşım ortaya koyuyor. Oysa geleceği artık uzak bir geçmişte. Yine
de.
İkisinin arasındaki bense, elli yaşında oyun havuzunun ortasına
bırakılan yeni emeklemeye başlamış bir bebek gibi çevreme yayılmış
şeyleri elime alıp bırakarak, bunları elimde evirip çevirerek,
birleşiyorlar mı diye deneyimleyerek, bunlardan anlamlı bir bütün
ortaya çıkar mı, çıkacak mı, diye kısıtlı kavrama kapasitemle,
kısıtlı deneyim ve birikimimle düşünüyorum. Annem tutunuyorsa
yaşama, kızım geleceğe umutla bakıyorsa, benim de ödevim, yenilsem
de en azından oyunun içinde kalmak. Anlamlı bir uğraşı mı bu?
Belki.
Bir Japon diplomatın eşinin, “bulunduğunuz yerde baharın
geldiğine dikkat etmiyorsanız, artık oradan ayrılmanın zamanı
gelmiştir” dediğini okumuştum, bir zamanlar bir yerlerde. Yenilmek,
yenilmemek ağızlarımıza büyük gelen lâflar da, bahar her yıl
yeniden gelir, onu elimizden kimse alamaz, bunu biliyoruz. Bir de
bari, geldiğinde baharın belirtilerinin ayırdına varalım. “Çorap
söküğü gibi” denilmiş bizde, kim bilir belki göçebe toplum
olduğumuz için, ayağımıza giydiğimiz çoraptaki sökükten
esinlenmişiz.