1994 tarihli bir şarkı, kaç gündür aklımda: “Hangimiz düşmedik
kara sevdaya / Hangimiz sevmedi çılgınlar gibi / Hangimiz bir kuytu
köşe başında / Bir vefasız için yol gözlemedi?” Ali Tekintüre
imzalı bu sözleri bana hatırlatan, yorumcusu. Müslüm Gürses’in
“Senden Vazgeçmem” adlı albümünün ikinci şarkısı bu. Bizi bize
anlatan, halimizi ahvalimizi net tarif eden şarkılardan –ki
söyleyen, bunun için özel zaten.
Müslüm Gürses’in vedası dün gibi aklımda: Uzun süren hastane
sürecinin sonunda kötü haber geldiğinde (beklememize rağmen)
inanamadığımızı hatırlıyorum. Dört yıl olmuş… Dört koca yıl! İnsan
hayatında küçük bir dönem belki ama dönüp son dört yılda
yaşadıklarımıza bakarsak, bu sürenin ne kadar “uzun” olduğunu ya da
bu kısacık süreye neler sığabileceğini fark edebiliriz. Şunu
söylemekle yetineyim: Dört yıl önce bu vakitler Gezi’de yaşanan
hadisenin hayalini bile kuramazken sadece üç ay sonra neler gördük…
Dört yılda kırk yıllık ömür yaşadık. Bu süre zarfında, belki de en
çok ihtiyaç duyacağımız insanlardan biri yanımızda değildi.
Dedim ya, bizi bize anlatan, “biz”i söyleyen, kendimizle
özdeşleştirdiğimiz, özlediğimiz insanlardan, Müslüm Gürses. Dünya
gözüyle canlı gördüğüm, defalarca dinlediğim, tanıştığım bir
“efsane”. Şarkılarını bilirdim ama kendisiyle “karşılaşmam” 17
yaşımın ilk günlerine tekabül eder… Şimdi dönüp baktığımda rüya
gibi geliyor ama en “delikanlı” zamanlarımda, Müslüm Gürses’i her
gece canlı dinledim! Ankara’da, Eskişehir Yolu üzerindeki (Balgat
Yurdu adıyla bilinen) Tahsin Banguoğlu Yurdu’nda kaldığım yıllarda,
yurdun hemen yanındaki barakadan bozma bir pavyonda sahneye
çıkardı. Yurttan çıkamadığımız, “iyi aile çocuğu” olduğumuz için
kaçmadığımız yıllardı. Bahçenin bir köşesine sığınır, kantinden
aldığımız büyük bardak çayla (“iyi aile çocuğu”yuz ya, aklımıza
başka bir şey içmek gelmezdi bile) söylediği şarkıları dinlerdik.
Ses net gelirdi ve biz, sahnede nasıl göründüğünü çok merak
ederdik.
Sonrasında çok gördüm onu, çok konserini izledim. Gençlik
Parkı’nda, dönemin “alkolsüz” aile bahçelerinde (elbette yine çay
eşliğinde) izlediğimiz konserleri çok acayipti. Hakkı Bulut’la
dönüşümlü çıkar, karşı “gazino”daki rakibi Oğuz Yılmaz’dan daha çok
dinleyici toplardı. Dinleyicisiyle kurduğu temas mühim: Tek tek
bütün masaları dolaşır, herkesin gözünün içine bakar, onlarla
konuşmasa bile omuzlarına dokunur, öyle söylerdi şarkılarını. Onu
“büyük” kılan biraz da buydu: Dinleyicisini hiç ihmal etmedi Müslüm
Gürses. Sadece onları anlatmadı, onlara ve onlarla söyledi
şarkılarını. “Onlar” dediğime bakmayın, kastettiğim aslında “biz”:
Hepimiz! Onun şarkılarından en az biri mutlaka herkesin hayatına
değmiştir. Bunu başarabilen çok isim yok memlekette: Belki Sezen
Aksu, illa ki Zeki Müren, “ideolojik” duruma rağmen Ahmet Kaya,
sesi ve yorumuyla değil belki ama türküleriyle Neşet Ertaş… Bunlar
dışında sayacağımız bütün isimlerin seveni/sevmeyeni çıkar ama bu
isimleri sevmeyen bile –ki devede kulak kadardır– en az bir
şarkılarını hayatının belli bir noktasına yerleştirmiştir. Tam da
böyle bir insan işte Müslüm Gürses. Onun için ona ihtiyaç
duyuyoruz, onu özlüyoruz.
Hayatında değişik dönemler var: Adana’dan İstanbul’a uzanan
hikâyesindeki kırılma noktaları, acı verici. Acılarını şarkılarına
yediren, onları dinleyicisine aktaran, kendi acısıyla milyonları
ağlatan bir insandan söz ediyorum. “Sevda Yüklü Kervanlar”dan
“İtirazım Var”a, oradan “Paramparça”ya uzanan yol çetrefilli:
Cinayetten ihanete, trafik kazasından kara sevdaya her şey var…
Film olsa –ki yakında oluyor– “bu kadarı olmaz” diyebileceğimiz bir
hayat onunki. Babasının annesini gözlerinin önünde öldürmesiyle
başlayan acılar silsilesi, hayatının sonuna kadar onu terk etmedi.
Onun için bu kadar içten, onun için bu kadar sahici. Muhterem
Nur’la yaşadığı büyük aşkı hesaba katmıyorum bile: Herkesin
hayalindeki aşkı yaşadı Müslüm Gürses. Bunun için söylediği aşk
şarkıları bu kadar dokunuyor…
Bir dönem “ehlileştirildi”: “Steril” mekanlarda, asıl
hayranlarının alınmadığı “özel” konserlerde “yeni” bir dinleyicinin
karşısına çıktı ve şarkılarını, onu o güne dek yok sayanlara
söyledi. Bir sürü insan onu bu hamleyle tanıdı ve sevdi, inkar
edemem ama bu “yeni” Müslüm Gürses, benim kalemim değildi. Hiçbir
zaman “fan”ı olmadım, sakin bir dinleyiciydim belki ama kasetlerini
aldım, gizli değil açıktan dinledim ve bir dönem “solcu”
arkadaşlarım tarafından çok ayıplandım. Şimdi, çaldığım mekanlarda,
o dönemde Müslüm Gürses dinlediğim için beni ayıplayan insanlar
benden Müslüm Gürses şarkıları istiyor. Türkiye’nin hâl-i
pürmelalini en iyi anlatan örnek belki de bu.
Arabeskin “isyankâr” yanının en büyük temsilcisi Müslüm Gürses.
Yanına Hakkı Bulut’u ve kimi şarkılarıyla Orhan Gencebay’ı
iliştirebiliriz. Filmlerinden birinde “Sen kimsin lan? Alt tarafı
sarhoşları eğlendiren bir çalgıcı parçası değil misin?” diyen
pavyon sahibine isyanı, diğer arabeskçilerde rastladığımız bireysel
isyanlardan değil: “Ben bir emekçiyim arkadaş! Sense p.zevengin
tekisin…” Arabeskin bireyciliğini kıran, şarkılarıyla çoğalan,
çoğaltan yorumculardan.
Müslüm Gürses, yorumcu. Neşet Ertaş’tan Bob Dylan’a, Kenan
Doğulu’dan Burhan Bayar’a, David Bowie’den Zülfü Livaneli’ye,
Bülent Ortaçgil’den Selami Şahin’e uzandı ve akla gelebilecek her
türde şarkılar söyledi. Onu bütün yorumculardan ayıran özelliği tam
da burada devreye giriyor: Bütün şarkıları kendinin kıldı. Bunca
“farklı” ismi bir araya getiren biri bir yerde falso verir, arada
tökezler… Müslüm Gürses hiç tökezlemedi: Hiçbir yorumunu
yadırgamadık ve hepsini ilk kez o söylüyormuş gibi dinledik.
Sevdiğimiz şarkıları bir kere daha, bambaşka bir yerden sevdirdi
bize.
12 Kasım 2012’de hastaneye kaldırılan Müslüm Gürses, 3 Mart
2013’e kadar yoğun bakımda kaldı. Kurtarılamadı. Memleketin en
büyük yorumcusu, en has arabeskçisiydi. Arabeskin “isyankâr” yanını
törpüleyen, bireyselliğini bir kenara koyup onu toplumsal bir
çizgiye taşıyan isimlerdendi –ki bu bambaşka bir yazının
konusu.
Baştaki Ali Tekintüre şarkısıyla bitireyim yazıyı… Müziğini Ali
Osman Erbaşı’nın yaptığı şarkı şu satırlarla bitiyor: “Âşığın gözü
kör kulağı sağır / Doğruyu yanlışı ondan görmedi / Yakıldı yıkıldı
yine de sevdi / Ah o vefasızlar kıymet bilmedi // Herkesten bir anı
saklar bu yollar / Herkesin acısı sevgisi kadar / Güzelmiş
çirkinmiş ne fark eder ki / Deli gibi sevmek ruhumuzda var…”
İyi tarafından bakalım: Müslüm Gürses, kıymet bilmez
vefasızların elinde yok olmadı. Bugün hâlâ dimdik ayakta.