Deman Güler: Güvenli Suriye yaratılmadan kimse dönüşe zorlanamaz

Suriye'de güvenlik ve insan haklarına dair kaygıların giderilmesi gerektiğini belirten Avukat Deman Güler, 'Suriyelilere, 'Rejim değişti, hadi artık gidin' demek mümkün değil" dedi.

Abone ol

İZMİR - Suriye’de 13 yıldır devam eden iç savaş yalnızca Suriye’nin değil, tüm bölgenin kaderini değiştiren bir insani kriz yarattı. Milyonlarca Suriyeli, evlerini terk ederek farklı ülkelere sığınmak zorunda kaldı. 2024’ün son günlerinde HTŞ öncülüğündeki cihatçı grupların başkent Şam'ın kontrolünü ele geçirmesiyle Beşar Esad yönetimi de yıkılmış oldu. Suriye’de yaşanan iç savaşın sonlanması ile birlikte mültecilerin geri dönüş ihtimalleri yeniden gündeme taşınırken dünyada en çok Suriyeli ’ye ev sahipliği yapan Türkiye’de ‘Suriyeliler ne zaman dönecek?’ sorusu sıklıkla sorulmaya başlandı.

Sınır kapılarında sıra bekleyen Suriyeli fotoğraflarıyla tanımlanan bu yeni süreci, geri dönüşün hukuki ve siyasal boyutunu insan hakları hukukçusu Av. A. Deman Güler ile konuştuk.

‘BUGÜN YAŞADIĞIMIZ TÜMÜYLE FARKLI VE YENİ BİR DURUM’

Esad yönetiminin devrilmesi sonrası Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin ülkelerine dönüp dönmeyeceği tartışılmaya başlandı. Hatta ana akım medyada tüm Suriyelilerin ülkelerine dönmeyi sevinçle karşıladığı şeklinde haberlerle karşılaştık. Oysa geri dönüş mevcut üst ve altyapı sorunları bir yana ancak Suriye’de sürdürülebilir bir barış ortamı oluşturulursa mümkün olabilir. Bu konuda siz neler söylersiniz?

Bu soruyu yanıtlamak için öncelikle uluslararası hukukun geri dönüş konusunda ne dediğini hatırlamamız gerekiyor. Dünyanın en çok mülteci barındıran ülkesi olarak son on yılda mülteci hukukuna dair temel birtakım kavramları toplumca öğrenmiş durumdayız. Bunlardan en önemlisi belki de geri gönderme yasağı. Ülkemizdeki sağ popülist siyaset her ne kadar bu kavram yokmuş gibi meydanlarda yurttaşa içi boş vaatlerde bulunsa da mültecilerin olağanüstü durumlar dışında ülkelerine geri gönderilmeleri yasak. Tabi bu yasak gönüllü dönüşü engellemiyor. Dolayısıyla isteyen her mülteci ülkesindeki koşullardan bağımsız olarak geri dönme kararı alıp bunu uygulayabilir. Fakat bugün yaşadığımız tümüyle farklı ve yeni bir durum. 1951 Mülteci Sözleşmesi bazı koşullar altında mülteci statüsünün kaldırılabileceğini ve bu nedenle yabancıların ülkelerine geri gönderilebileceğini düzenliyor.

‘SONUÇLARI TÜM SURİYELİ MÜLTECİLERİ ETKİLİYOR’

Nedir bu koşullar? Uluslararası hukuk, mültecilerin geri dönüşü konusunda hangi temel ilkeleri ortaya koyuyor?

Bunu kişisel ve genel koşullar diye ikiye ayırmak mümkün. Örneğin, bir mülteci kişisel kararı ile yerleşmek üzere ülkesine geri dönmüşse mülteci statüsü ve bu statünün ona sağladığı haklar ortadan kalkıyor. Bugünkü durum ise kişisel bir tercihten ziyade genel siyasal tablonun yeniden şekillendirilmesiyle ilgili. Dolayısıyla sonuçları da tüm Suriyeli mültecileri etkiliyor. Sözleşmeye göre mülteciliği sağlayan koşullar ortadan kalktığı için vatandaşı olduğu ülkenin korumasından yararlanmaktan sakınmaya devam edemeyecek kişiler mülteci statüsünü kaybediyorlar. Yani, iç savaşın bitmesiyle beraber oluşan yeni siyasal düzlemde, mültecilere Suriye devletinin yeniden bir koruma sağladığı kabul edilirse bu kişilerin mülteciliği sonlandırılabiliyor.

‘GERİ GÖNDERME İÇİN ULUSLARARASI HUKUK EK ŞARTLAR ARIYOR’

O zaman bugün ülkemizde yaşayan Suriyelilerin artık geri gönderilebileceğini mi söylüyorsunuz?

Bu aslında detaylıca yanıtlanması gereken çok kritik bir soru. İç hukuk düzenlemelerimize değinmeden önce uluslararası hukukun bu konuda ne dediğine bakmakta fayda var. Öncelikle ülkemizde 1951 Sözleşmesi anlamında yasal bir mülteci kitlesi olmadığını tespit ederek başlayalım. Biz bildiğiniz üzere dünyada eşi çok az görülen bir biçimde milyonlarca sığınmacıya ucu açık bir geçici koruma statüsü sağladık. Bu bağlamda 1951 Sözleşmesi kurallarını daha önceden yaptığımız gibi yorum yoluyla dikkate alabiliriz diye düşünüyorum. Bu demek oluyor ki hükümet 1951 Sözleşmesini temel alarak bir yorumda bulunursa ülkemizdeki Suriyelilerin de geçici koruma statüsünün ortadan kalktığını öne sürebilir. Bu durumda statüsünü kaybeden bireyin mültecilikten kaynaklanan hakları ve koruması da ortadan kalkmış demektir.

Dolayısıyla geri gönderme yasağı da artık uygulanabilirliğini yitirecektir. Bu kişilerin geçici korumadan kaynaklı statülerini yitirmesi durumunda ülkede kalmaya devam edecek yabancılar yasa dışı göçmen olarak kabul edilip sınır dışı prosedürüne tabi tutulabilecektir. Ancak bir konuya dikkat etmekte fayda var. Statü kaybı ve geri gönderme için uluslararası hukuk bir takım ek şartlar aramaktadır. Yani, mülteciliği oluşturan koşulların yok olması statünün sonlandırılması ve mültecilerin ülkelerine geri gönderilmeleri için tek başına yeterli değildir.

Peki, uluslararası hukukta mültecilik sebeplerinin ortadan kalkması dışında ne gibi şartlar var?

Evet, geri dönüş için temelde az önce de ifade ettiğimiz mülteciliği ortaya çıkaran koşulların ortadan kalkması gerekiyor. Esad rejiminin yıkılmış olmasını bu anlamda değerlendirebiliriz. Ancak uluslararası hukuk, geri dönüş için bunun dışında güvenlik ve insan haklarını ilgilendiren temel değişiklikler ve bu değişikleri sağlayan ortamda bir devamlılık arıyor. Bu, şu demek, Suriye’de bugün iş başına gelen güçler güvenlik ve insan haklarına dair kaygıları ortadan kaldıracak bir sistem kurmalı ve bu sistem sürekli hale gelmeli. Uluslararası hukuka göre böyle bir Suriye yaratılmadan kimse geri dönüşe zorlanamaz.

'ARAP HIRİSTİYANINI, ALEVİYİ YENİ REJİMİN ELİNE TESLİM ETMEK MÜMKÜN MÜ?'

Oysa karşımızda mültecilerin dönmesi için güvenli ve istikrarlı bir ülke yerine tam bir belirsizlik ortamı var…

Evet, yeni rejimin başında olduğu anlaşılan grupların pek çoğu düne kadar vahşi yöntemlerle insan yakan, pazarda köle satan, meydanlarda kafa kesen cihatçılardan ya da bunlarla ilintili kişilerden oluşuyor. HTŞ denilen yapı hala içinde Türkiye’nin de bulunduğu pek çok ülke tarafından terörist bir örgüt olarak tanınıyor. Bu sebeple ülkede insan haklarına dayanan bir hukuk devleti idealinin yakın tarihte çok da gerçekçi bir tasavvur olmadığını söylemek mümkün. Geri dönüşün en temel unsuru olan ‘sistemde devamlılık’ ise tümüyle öngörülemez bir konu. Önümüzdeki dönemde Suriye’de kurulacak sistemin sürdürülebilir olup olmayacağını hep birlikte yaşayarak göreceğiz. Olası bir otorite kaybında bugün var olduğu tespit edilen ‘mülteci yaratan sebeplerdeki değişikliğin’ artık ortadan kalkması da mümkün olabilir.

Bu tartışmayı somutlaştırmak için söylüyorum, uluslararası hukuka göre Suriyelilere 'Rejim değişti, hadi artık gidin' demek mümkün görünmüyor. Bunun için hem ülkenin durumunun hem de dönüşü istenen kişinin şahsi halinin dikkate alınması gerekiyor. Hep yapıldığı biçimde ülkemizde yaşayan milyonlarca Suriyeliyi tek bir varlıkmışçasına algılamak en büyük hatalarımızdan biri. Bugün Esad rejiminden kaçıp Türkiye’ye sığınmış bir Arap Hıristiyanı, Aleviyi, Kürdü ya da sol bir muhalifi yeni rejimin eline teslim etmek, statünüz kalktı, artık gidin demek mümkün olabilir mi? Bu kimselerin dönüşü için ancak onları mülteci yapan sistemin değişmesi ve yeni sistemin güvenliği oluşturup sürekliliğini sağlaması gerekiyor. Tabi son olarak eklemek gerekir ki uluslararası hukuk bu söz konusu şartlar oluşsa bile soykırıma uğramış, ağır insan hakları ihlalleri yaşamış, işkence görmüş veya tecavüz mağduru olmuş kişiler gibi birtakım kimselerin de ayrıca korunmasını zorunlu tutuyor. Bu kişilerin yukarıdaki şartlar oluşsa bile geri dönmeme iradesini teminat altına alıyor.

‘MİLYONLARCA MÜLTECİ PROLETER İNSANLIK DIŞI KOŞULLARDA ÇALIŞTIRILIYOR’

Geçtiğimiz hafta içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan “Burada kalmak isteyen Suriyeli kardeşlerimizin başımızın üstünde yeri var” açıklaması geldi. Sizce Erdoğan ilerleyen süreçte mülteci meselesiyle ilgili nasıl bir yol izleyecek?

Erdoğan’ın Suriyeli mültecilere dair tutumu baştan beri belli bir çizgiyi takip etti, saiki değişse de sonuç olarak kendi içinde fazlaca bir sapma göstermedi. Mülteci karşıtı gruplar bu tavrın nedenini tam olarak anlayabilmiş değiller bence. Söz konusu yaklaşım ülkemizde var olan İslamcı anlayışın düşün dünyası ve siyasi tarihinden çok da ayrı düşünülemez. Bu bağlamda göç-iltica alanında yakın zamana kadar sol ve sosyalist kökten gelen hak savunucularının azınlığı, İslamcıların ise çoğunluğu oluşturduğunu hatırlatmakla yetinelim. Dolayısıyla bu durum meşhur ‘ensar’ meselesinin kültürel kodlarını bize gösteriyor. Fakat yaşayan en önemli siyasal oportünistlerden biri olan Erdoğan, zaman içinde mültecileri uluslararası toplumla ilişkilerde kullanmayı ve kapitalist sömürü düzenine mültecileri yedeklemeyi kendi Suriye siyasetinin temel unsurları haline getirdi.

Bugün AB üyesi 13 ülke Suriyeliler için iltica başvuru prosedürünü durdurduğunu açıklamış durumda. Dolayısıyla yakın gelecekte Suriyeli konusunun Batı ile ilişkilerde bir siyasal koz olarak kullanılması pek de mümkün görünmüyor. Fakat şu kesindir ki Erdoğan Türkiye’si elinin altındaki milyonlarca mülteci proleteri insanlık dışı koşullarda çalıştırarak ülkemiz işçi sınıfına yedeklemekten asla vazgeçmeyecektir. Önceki günlerde açıklanan asgari ücret rakamlarını bu açıdan da değerlendirmek gereklidir diye düşünüyorum. Elinizin altında 10- 12 bin liraya çalıştıracak milyonlarca sigortasız göçmen işçi varken vatandaşınız olan emekçilere 22 bin lirayı asgari ücret olarak kabul ettirmek çok daha kolay olacaktır.

‘MUHALEFET AYAKLARI YERE BASAN, CİDDİ BİR SİYASET ÜRETMEK ZORUNDA’

Bu bakımdan muhalefetin geri dönüş meselesi hakkındaki tutumunu nasıl değerlendirirsiniz?

Burada öne çıkan tutumun ‘savaş bitti, hadi artık yollayın’ olduğunu görüyoruz. Az önce değindiğim gibi iç savaşın bitmesi her ne kadar mülteci statüsünün sonlandırılması için bir sebep olarak kullanılabilirse de devamlılık arz eden bir güvenlik ortamı oluşmadan bu insanların ülkelerine iradelerinin dışında gönderilmesi hukuki değildir. Bu bakımdan pek tabi muhalefet Erdoğan’dan Geçici Koruma Yönetmeliği’ndeki yetkisini kullanmasını, geçici korumayı sonlandırarak Suriyelileri ülkelerine yollamasını talep edebilir. Fakat bunu yaparken düne kadar şiddetle karşı çıktıkları Selefi cihatçı katiller tarafından yönetilen ve geleceği belirsiz bir ülkeye insan yollamaya çalıştıklarının farkında olmalıdırlar. En azından asgari tutarlılığa ve ahlaka sahip olan bir siyaset bunu gerektirir.

İşin hukuki ve ahlaki yanı bir yana bırakıldığında ise başta ana muhalefet partisi olmak üzere bu konuda sağ popülist bir tavır takınan diğer tüm partilerin gerçekçi bir siyaset üretmediklerini söylemek gerekir. Suriye iç savaşının başladığı ilk günden bu yana muhalefetin en büyük sorunu konuyu geri gönderme üzerinden tartışmasıdır. Bakın dün söylüyorduk, bugün Esad rejimi yıkıldıktan hemen sonra yine söylüyoruz, tüm bu geri dönüş gürültüsüne rağmen, milyonlarca Suriyeli bu topraklarda yaşamaya devam edecek. Bu somut bir gerçeğin ifadesidir. Suriye iç savaşından kaçıp ülkemize yerleşen milyonları topluca geri göndermek mümkün değildir. Muhalefet işte bu gerçeği kabul ederek ayakları yere basan, ciddi bir siyaset üretmek zorundadır.

Kaldı ki rakamlar da bize aynı şeyi anlatıyor. Örneğin Birleşmiş Milletler verilerine göre 2023 yılında dünyadaki mülteci sayısı yüzde 7 artarak 40 milyonu aştı, bu mültecilerden yalnızca 1.1 milyonu ülkelerine döndü. Bu sayı 2019, 2020 ve sonrasında da yaklaşık aynıdır. Yani iyimser bir tahminle her 100 mülteciden ortalama 3’ü ülkesine dönüyor diyebiliriz. Dünyada yıllar içinde gönüllü dönüş oranları giderek azalmakta, mülteci sayısı ise tam tersi biçimde artmaktadır. 1990’lı yılların başında Afganistan iç savaşı çıktığında İran’a sığınan insanlardan en az 1 milyonu 2020 yılına kadar bu ülkede yaşamaya devam etti. Bu süre zarfında iç savaş bitti, Taliban rejimi başa geçti, sonra yıkıldı, ABD destekli güçler ülkeye müdahale etti, yeni bir rejim kuruldu, sonunda bu rejim de ortadan kalktı. Bugün yine Taliban’dan konuşuyoruz. Otuz beş yıla yayılan bu süreçte söz konusu 1 milyon mülteci İran’da yaşıyordu. Afganistan’da iç savaşın bitmesi ve farklı siyasal yapıların iktidara gelmesi, seçimlerin yapılması, kadınlara eğitim hakkının tanınması ve daha birçok siyasal gelişme onların ülkelerine dönmesi için yeterli olmadı. Hatta son üç yıl içinde yaşanan gelişmeler sonrasında İran’da yaşayan Afgan mülteci sayısı üç katına çıkarak 3 milyon kişiyi aştı. Bugün, popülist güvenlikçi siyaset peşinde koşan tüm siyasal partilerin bu bilimsel gerçeğe kulağını tıkamasını büyük bir hayretle izliyorum. Gayri ciddi siyasal belagatle günü kurtarmak uzun yıllara yayılacak bir mülteci sorununu kangrene çevirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Şunu tüm netliğiyle belirtelim, milyonlarca Suriyeli burada kalacaksa bu kalışın hukuki ve ekonomik etkilerine siyaset bir yanıt vermek zorundadır. ‘Gitsinler’ ve ‘gidecekler’ demekten başka bir söz üretemeyen laçka tutumun sonuçlarını önümüzdeki on yıllarda en acı şekilde göreceğiz diye düşünüyorum.