15 Temmuz günü darbeye kalkışanlar TBMM’yi de bombaladılar. Meclis’in AKP’li Başkanı İsmail Kahraman o esnada genel kurul salonunda, başkanlık kürsüsündeydi. Sonra pek çok ziyaretçisine, Meclis binasının bombalanmış, harap edilmiş bölümlerini gösterdi.
Darbe girişiminin bastırılmasından hemen sonra, birçok hükümet ve AKP yetkilisi, bakanlar, genel başkan yardımcıları falan, açıkça ABD’yi suçladılar. Darbeyi planladığını, desteklediğini söylediler. Hükümet medyasının takım kaptanı pozisyonundaki gazete bazı ABD’li komutanları isim vererek suçladı. Bir Amerikan aleyhtarlığı aldı yürüdü. Toplum zaten Amerika sevmez... İktidar safları epey kat etti bu yoldan.
Ama işte, serde İslamcılık olunca…
ABD’nin planladığı/desteklediği/göz yumduğu darbenin Meclis’i vurduğu gece başkanlık kürsüsünde oturan İsmail Kahraman, 28 Ağustos günü, memleketi Rize’de yapılan “Fetih Kutlaması”nda, sonraki günlerde memleketi çok meşgul edecek şu sözleri söyledi:
“Devlis var. Yani Liseli Devrimciler. Che Guevara’nın gömleklerini giymişler. Che 39 yaşında öldürülen, bizzat kendisinin infazlar yaptığı bir katil kişilik. Bir gerilla. Bolivya’da, Küba’da, Güney Amerika’da faaliyette bulunan bir eşkıya benim liseli gencimin yakasında, göğsünde olamaz. Olmamalı.”
Amerikan destekli bir darbeden yakınmakta olan bir siyasi hareketin “ak saçlısı”, ‘AK Parti’nin isim babası, Türk sağcı muhafazakarlığının sembol isimlerinden biri, 60’lar model bir antikomünizmle konuşurken, bunun bir “Amerikan ağzı” olduğunu bilmez mi? Yani “sırası mıydı” şimdi ABD emperyalizmiyle mücadelenin evrensel simgesi Che’nin “katil kişiliği” hakkında gençlere nasihat etmenin?
Ama işte, serde İslamcılık olunca…
* * *
Che Guevara, 82 (seksen iki) devrimciyle ABD’nin ‘arka bahçe’si Küba’ya çıkıp Batista diktatörlüğüne karşı savaşı başlattığında İsmail Kahraman 16’sına girmemişti. Küba devrimi, üç yıl sonra bu bir avuç insanın yaktığı ateşle bir yangına döndü ve ABD’yi adadan uzaklaştırdı. Sonra Che, ABD’nin sayısız darbe ve işgal girişiminde bulunacağı bağımsız, sosyalist Küba’nın inşasına katıldı. Afrika’da, Güney Amerika’da, ABD ya da başka ‘Batılı’ ülkelerin fiziki ya da ekonomik işgali altındaki halkların kurtuluş mücadelelerine katıldı.
8 Ekim 1967’de bir CIA operasyonu ile yakalandığında, İsmail Kahraman 26 yaşındaydı, “Milli Türk Talebe Birliği’nin çiçeği burnunda başkanıydı… 1965’te “milliyetçi-mukaddesatçı” ittifakının ele geçirdiği MTTB, dönemin ruhuna uygun bir antikomünist mihver olmuştu. Gençlik hareketinin doruğa çıktığı 1968’de “Komünizme Karşı Şahlanış” mitingleri düzenliyorlardı.
Ama MTTB’nin alamet-i farikası, 1969’daki Kanlı Pazar oldu…
Che bir CIA operasyonu ile yakalandığında, İsmail Kahraman, “Milli Türk Talebe Birliği’nin çiçeği burnunda başkanıydı…
* * *
Şubat 1969’da ABD’nin ünlü 6. Filosu İstanbul’a gelmişti. Devrimci ve yurtsever gençler filoyu ve tabii ‘sahibini’ protesto ediyorlardı. 76 gençlik ve işçi örgütü, 16 Şubat 1969 Pazar günü, “ABD emperyalizmini protesto etmek” için Taksim Meydanı’na bir miting çağrısı yaptılar.
Milli Türk Talebe Birliği ve Komünizmle Mücadele Derneği ise 14 Şubat günü, Cuma namazından sonra bir “karşı miting” düzenlediler. Ve bu mitingde, “iki gün sonra toplanacak komünistlere meydan verilmemesi” gerektiğini söylediler.
16 Şubat 1969 günü, solcu gençler Taksim’e yürümek için Beyazıt’ta buluştu. Sağcılar da, Gezi direnişi sırasında “ayakkabılarla girdiler, içki içtiler” denilen Dolmabahçe Camii’nin etrafında toplanmışlardı. 6. Filo da Dolmabahçe önünde demirliydi. İnönü Stadı’nın karşısındaki yeşillik alanda topluca namaz kıldılar. Arkadan çekilen fotoğraflarında “kıble yönünde” ABD’nin 6. Filosu görünüyordu. Sonra Taksim’e çıkıp ‘beklemeye’ başladılar.
Solcu gençler Gümüşsuyu’na geldiğinde Taksim Meydanı’nda dinci bir kalabalığın beklediğini öğrenmişlerdi. Ama meydana girmekten vazgeçmediler. Dönemin gençlik liderlerinden Bozkurt Nuhoğlu, 18 yıl sonra Nokta dergisine, “Henüz devlete bir inanç vardı. Bu çapta bir provokasyonun yapılabileceğini düşünememiştik, yoksa alana girmezdik. Alanda birdenbire kalabalığın içine düşüldü” diyecekti.
İki solcu genç, Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan sopa ve bıçak darbeleriyle öldü. 100’den fazla kişi yaralandı. Bir gencin bıçaklanma anı fotoğraflandı ve ertesi günkü gazetelerde yer aldı.
Sonradan MHP’nin kurmaylarından olacak Yaşar Okuyan, olaydan bir gün önce, ülkücüleri temsilen MTTB’deydi. Yıllar sonra, o gün MTTB önüne kamyonlarla getirilen sopaların gruplara dağıtıldığını anlattı. Sonra aynı yerde birden mavi kurdeleler çıkmıştı ortaya… “Bu mavi kurdeleleri Taksim’de komünistler meydana girerken takın. Kargaşada birbirinizi tanımış olursunuz. Hem polisin de haberi var durumdan, komünist olmadığınız anlaşılır” demişlerdi Yaşar Okuyan’a… Anılarını anlattığı “O Yıllar” kitabında açık açık yazdı bunları Okuyan.
Che’ye ‘eşkıya’ diyen İsmail Kahraman, o günlerde MTTB’nin genel başkanıydı…
Che, 15 ay önce bir CIA operasyonu ile öldürülmüştü…
37 yıl sonra, “Amerikan menşeili” bir darbeyi lanetledikleri günlerde; hayatı boyunca, 3 kıtada ABD çıkarlarına karşı ezilen halkların yanında savaşan Che’ye “katil kişilikli eşkıya” dediler. Sonra okullarının duvarına Che afişi asan gençler gözaltına alınmaya başlandı.
1969’daki noktadalar demek ki… Demek ki 1969’un Kanlı Pazar’ında “kandırılmış” değillerdi…
Kanlı Pazar'da iki solcu genç, Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan sopa ve bıçak darbeleriyle öldü.
* * *
“LAİK PROFESÖR” DE DENİZ’LE MAHİR’E EŞKİYA DEMİŞTİ!
Bir son not... Profesör Celal Şengör, İsmail Kahraman’la taban tabana zıt gibi görünür. Robert Kolej mezunudur. “Sıkı Atatürkçü”dür. “Türk Aydınlanması”nı savunur… Şengör, Kenan Evren’in cenazesine çelenk gönderince ‘ilgi’ uyandırmış, Radikal’den Armağan Çağlayan’a, “Kenan Evren’in yaptığı her şeyi istisnasız onaylıyorum, insanlara dışkı yedirmek işkence değil” demişti. İşkence konusundaki bu açıklaması o zaman çok ses getirdi. Ama aynı mülakatta bir ‘bombası’ daha vardı: “Bu memlekette, Deniz Gezmiş gibi bir eşkıyaya kahraman denildiğini gördüm, yuh yahu!” Kısa süre sonra Habertürk TV’de “eşkıyalık” kontenjanını genişletti: “Mahir Çayan, Deniz Gezmiş gibi eşkıyalar…”
Bir tarafta dinci muhafazakar MTTB’nin eski başkanı, diğer tarafta “Türk Aydınlanması” diye kitap yazan “ultra laik” bir profesör… Che’ye, Deniz Gezmiş’e, Mahir Çayan’a eşkıya diyorlar… Memleketin “havasında suyunda” mı var?