Yazının başlığında işaret ettiğim konuya girmeden önce AYM kararıyla eşzamanlı olarak gündeme düşen bir başka gelişmeye değinmek istiyorum: Adına “OHAL Komisyonu” denilen adalet dağıtıcı kurum nihayet (5 aydan sonra) önündeki 102.432 dosyadan üç yüzüne (yüz diyen de var) ilişkin kararını açıklamış. Mesleğe iade ve başvuru reddine ilişkin oran henüz meçhul. Ümitsiz ve sabırsız olmamak gerekiyor tabii ki; 5 ayda 300 dosya ile ilerleyen süreç çok geçmeden 102.432 başvuruya da elbette bir çare bulunacaktır… Yok eğer “İdare Mahkemesi’den Danıştay’a uzanan anayasal kurumların yetki alanına giren bir konuda nevzuhur bir Komisyon nasıl karar sahibi olabilir?” diyorsanız, sorunuzun cevabını tabii ki siz de biliyorsunuz.
Neyse, biz geçelim asıl konumuza, AYM’nin Demirtaş kararına: Yazının başlığında söylediğim gibi bu karar neredeyse “PKK’nın tarihi” başlığı altında kitap haline getirip piyasaya sürülebilecek nitelikte. Abartmıyorum açıp bakabilirsiniz; karar metninin neredeyse yarısı bu konuya hasredilmiş bulunuyor. (Prof. Engin Yıldırım’ın karara karşı oy kullandığını da hatırlatmalıyım.) Kim bilir kaç dosyadan derlenen bu “tarih”in mahkemeye yapılan başvuruyla ne ilgisi var derseniz haklısınız çünkü gerçekten bence de ciddi hiçbir ilgisi yok. Madem ki Demirtaş mahkemeye asıl olarak bir milletvekili olarak tutuklanarak, bir cumhuriyette asla atlanmaması gereken “temsil” rolünün ve yükümlülüğünün elinden alınmasına ilişkin kararın düzeltilmesi amacıyla başvurmuştur, o zaman mahkeme kararının merkezini de bu talebin tartışılması gerekmektedir. Kararı okuduğunuzda mahkemenin (önceden olduğu gibi) bu gelişmeyi hiç mi hiç sorun etmediğine şahit oluyorsunuz. Yani Anayasa değişikliğiyle dokunulmazlık kaldırıldığına göre milletin Meclis’te eksik temsili anayasal bir kural haline gelmiştir; dolayısıyla konunun tekrar tekrar mahkeme önüne getirilmesinin anlamı yoktur…
O halde (sırası gelmiştir diyerek) mahkemenin şu soruya nasıl bir cevap verebileceğini de düşünelim: Diyelim ki Meclis çoğunluğu (AKP, MHP ve unutmadan CHP) günün birinde “Bu Anayasa Mahkemesi’ne de gerek yok, zaten eskiden de yoktu” diyerek “usulüne” uygun olarak bir anayasa değişikliğine gitti. Böyle bir anayasa değişikliği mahkemenin önüne gelecek olursa ne denecek? “Usul’üne baktık yanlış yok, ‘esas’ zaten bizi ilgilendirmiyor, bu durumda hadi bize eyvallah!” mı diyecek? Bana sorarsanız “dokunulmazlıklar”la ilgili kararlarına göz atacak olursak bu mahkemenin bu kararı vermesi kuvvetle muhtemeldir. Bir Anayasa Mahkemesi Meclis’ten usulüne göre çıkan kanunların “ruhu”nu gözetmenin de kendi varlık nedenini oluşturduğunun bilincinde olmak zorunda değil midir? “Kuvvetler ayrılığı” denilen ilke –herhalde– “yasama”nın elini olabildiğince serbest bırakıp Anayasa Mahkemesi’ni “usul denetimi” ile vakit geçiren bir kuvvete dönüştürmek anlamına gelmese gerek…
Mahkemeden çıkan şu “Hüküm”e bakın: “Açıklanan gerekçelerle; A. 1. Yakalama ve gözaltına almanın hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE"
Yani diyor Hüküm, bekleyin sırada daha AİHM var!
“Soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE"
Yani diyor ki Hüküm: Senin hakkındaki “Soruşturma Dosyası”na erişip de ne yapacaksın? Seninle ilgili bir şey değil ki!
“Tutuklanma dolayısıyla ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA…”
Yani diyor ki Hüküm: Tutuklu olarak eşbaşkanı olduğun siyasi partinin Meclis’teki sıralarına oturamamanın ya da nedenini Meclis Başkanı’nın yakınlarda sana güzelce izah ettiğini gibi partinin grup toplantılarına SEGBİS sistemi yoluyla bile katılamamanın “siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlali” ile ne ilgisi var? Meclis’e gelip de ne yapacaksın; görüyorsun zaten her gün kavga döğüş…
Dediğim gibi “Demirtaş kararı” bir “PKK tarihi”ne dönüşmüş. Karar metninde neler yok ki? Bol miktarda telefon konuşmalarının dökümü, bazı kişiler hakkında (örnek: Sabri Ok) çokça malumat ve tabii ki “Bu bağlamda Kobani'de PKK terör örgütünün Suriye'deki uzantısı olduğu ifade edilen PYD/YPG ile DAEŞ arasındaki çatışmaların yoğunlaştığı dönemde” türünden “soğuk” bir dille başlayıp sayfalarca devam eden “Kobani olayları”. Hani şu “düştü düşecek” teşhisiyle daha bir alevlenen olaylar. AYM’den çıkan karar AİHM kararlarına da epeyce yer ayırmış. Bu faslın örnek davası da 1994’te ikisi Meclis’ten polis zoruyla atılan DEP milletvekillerinin davasına ilişkin AİHM değerlendirmelerin yer almasına “AYM açısından ne kadar acı bir manzara” diye düşündüm. Ülkenin siyasi tarihinde bir kara leke olan bu girişim (hatırlıyorsunuz, yine bir “dokunulmazlık kaldırılması” sonucunda çıka gelmişti) mahkemenin “hüküm”ünü destekleyen bir delile dönüştürülmüş. Bu davranışın karşısına Alınak, Yurttaş, Sakık ve Türk’ün AİHM’e yaptıkları başvurudan çıkan kararı da eklemek gerekmez miydi? Özellikle de kararın hani şu (AYM kararında da adı geçen) Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ne ilişkin şu bölümü:
“AİHM, Ceza Kanunu ile Terörle Mücadele Yasası'nın suç saydığı ve cezalandırdığı suçlardan yargılanan başvuranların, Devlet Güvenlik Mahkemesi önünde, içlerinde askerlik mesleğinden olan bir hakimin bulunduğu hakimlerin karşısına çıkmaktan korkmalarının anlaşılır olduğu kanaatindedir. Bu sebeple, başvuranlar, Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin, davanın özüne yabancı düşünceler tarafından yönlendiriliyor olmasından endişelenme hakkına meşru bir şekilde sahip olmaktaydılar. Dolayısıyla, bu yargılamanın bağımsızlığı ve tarafsızlığı hakkında başvuranlarca beslenen şüpheler objektif olarak doğrulanmış kabul edilebilir. Sonuç itibariyle, AİHM, başvuranları yargıladığı ve mahkum ettiği sırada Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin AİHS'nin 6 § 1 maddesinin öngördüğü anlamda bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olmadığına hükmetmiştir.”
Kararda Demirtaş’ın her açıklamasının (kaydedilip) dosyaya sokulduğunu görüyoruz. Mesela içinde şu yerinde tespitlerin yer aldığı sözler:
“Şimdi eğer elinizde silah dışında yöntemlerle güçle, mekanizmayla direnebilecek, başarabilecek yeteri kadar birikim varsa siz buna rağmen silahı kullanırsınız birincisi bu ahlaki olmaz ikincisi de siyasi olarak da doğru bir tercih olmaz.” / “ …bedeller büyük, acılar büyük, bunun farkındayız sanmayın ki görmüyoruz, her yerde çektiğiniz acıyı görüyoruz. Asker annesinin, polis annesinin, ailelerinin, gerilla ailesinin, sivillerin ailelerinin, şu saldırılarda mağdur olmuş insanların yaşadığı acıları dramı mağduriyetlerini görüyoruz sanmayın ki unutuluyor bunların hepsini bu acılarının hepsini özgür ortak yaşamamızın harcı yapmaya çalışıyoruz ...”
Noktayı koymadan karar metninde gözüme çarpan “tuhaf” bir isim tamlamasını da aktarmak isterim:
“Türk milletvekillerinin tutuklanması da AİHM kararlarına konu olmuştur. Bu bağlamda 20/10/1991 tarihinde yapılan genel seçimlerde milletvekili seçilen ve milletvekili olarak görev yaparken TBMM'ce dokunulmazlıkları kaldırılan (bkz. § 12) Sırrı Sakık, Ahmet Türk, Mehmet Hatip Dicle, Leyla Zana, Mahmut Alınak ve Orhan Doğan devletin istiklalini ve birliğini bozmak veya devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmak ve PKK terör örgütüyle bağlantılı olmakla suçlanmışlardır.”
Ne dersiniz yanılıyor muyum? Paragrafın başında yer alan “Türk milletvekillerinin” ifadesi bir yanlışlık sonucu mu metne girmiştir, yoksa amaç “Kürt milletvekilleri”ni Türkleştirmek amacısını mı taşımaktadır? Böyle olsa gerek, çünkü bugüne kadar “Türk milletvekilleri” gibi bir isim tamlamasıyla karşılaşmadık!