İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) berbat bir mahkemedir.
Devlet çıkarlarını birey çıkarlarından, uluslararası ilişkilerin
gereklerini hukukun gereklerinden üstün tutar.
En azından son beş yıldır Türkiye’den giden başvurularda Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’ni yönetenlerin “çıkar”larını hukukun
gereklerinden üstün tuttu mesela, en azından “Ben bulaşmayayım en
iyisi” kararlarıyla zevahiri kurtarmaya çalıştı. Çünkü o adalet
idesi etrafında iş gören bir mahkeme değil, devletlerin çıkarlarını
incitmeden bireylerin ağzına bir parmak bal sürme tiyatrosunun
oyuncularındandır. Misal, vicdani ret konusunda yıllarca top
çevirmesinin sebebi buydu. Misal, son beş yıl içinde Türkiye’den
giden her başvuruda topu taca atmasının sebebi buydu.
ADALET BAKANI TOP ÇEVİRİRKEN
Bu hukuku gerektiğinde pek güzel unutabilen mahkeme HDP’nin eski
milletvekili, eski genel başkanı, insan hakları savunucusu,
Kürtlerin hak mücadelesi sürecinde yetişen olağanüstü parlak
politikacı Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğu konusunda, kendi
“devletçi” ya da “diplomat” karakterinden beklenmeyecek bir karar
verdi: Tutuklanmanın devamı hukuksuzdur. Bırakılması gerekir.
Adalet Bakanı kem küm etti, “Karara bakmak lazım” filan. Top
çevirmesinin sebebi belliydi: Organik lider, devletin başı, reis,
Başkan ne der?
ORGANİK LİDERLİK BUNU GEREKTİRİR
Organik lider, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bizzat
kendi danışmanı (Mehmet Uçum) tarafından atfedilmiş sıfat. Organik
lider, yani Erdoğan, “Halkın kendisidir” bu tanıma göre. Halk
derken, CHP’deki halk değil, millet. Milletin kendisi. İlelebet
payidar kalacak. Sözünün üstüne söz söylenmeyecek, söylediği kanun
bellenecek kişi. Milli irade. Başkan. Reis. Fransız İhtilali'nden
önceki baskın egemenlik teorisinin kalbidir bu, “devlet benim”
diyen 14. Louis; tekçilerin atası: Tek din, tek kanun, tek kral.
Kral da kanun da din de aynı kişidir, aynı şeydir bu teoride. Hani
şu “Erdoğan’a itaat etmek farzdır” diyen rektör, boş boş
konuşmuyordu esasen, “organik lider”le yönetilen bir ülkede
hasbelkader bir kurumun başında olmanın gereklerini yerine
getiriyordu.
Adalet Bakanı’nın sıkıntısı çabuk geçti Allah’tan; Cumhurbaşkanı
Erdoğan konuştu: “İHAM'ın verdiği kararlar bizi bağlamaz. İHAM'ın
bugüne kadar terör örgütüyle ilgili verdiği birçok karar var. Hepsi
de aleyhedir. Onun karşılığında bizim de yapabileceğimiz birçok
şeyler vardır. Biz karşı hamlemizi yaparız, işi bitiririz.”
ANAYASA ERDOĞAN’A AYKIRI
Anayasa madde 90, İHAM kararlarının bağlayıcı olduğunu söylüyor
diye üzülecek değiliz. Anayasa’da ne yazdığının ne önemi var?
Erdoğan’ın kendisinin bir zamanlar bizzat İHAM’a gittiğini
hatırlatmanın ne önemi var? Geçti o günler. Egemenlik köprüsünden
geçerken olan şeylerdi olanlar, şimdi o köprü geçildi ve kadiri
mutlak egemenlik zamanlarındayız. Uçum’un vaktiyle dediğine uygun
biçimde konuşuyor Erdoğan. Hayır, Anayasa’ya aykırı konuşmuyor.
Anayasa’da “Bu karar bağlayıcı” diye bir şey yazıyorsa o yanlıştır.
Erdoğan da bunu söylüyor, “Anayasa benim” diyor. Devlet, anayasa,
milli irade ve milli reis tektir, birdir.
Bu egemenlik anlayışı, “hukuku ihlal” diye bir kategori tanımaz,
hukuk eğer bu egemenlerin hoşuna gitmeyen bir şey söylerse bir gün
kazayla, egemenliği ihlal ediyordur.
TERÖR SOPASI
Bu egemenlik anlayışının kritik noktalarından biri de yine
Erdoğan’ın son açıklamasında gün gibi ortada: Hukuktan gelen
hoşlanılmayan bir söz, egemenliğe karşı bir “hamle”dir ve çaresi
basittir: Karşı hamle.
“Karşı hamlemizi yaparız, işi bitiririz.”
Türkiye’de yargı gücünün “hukuka karşı savaş halinde bir devlet
organı” olarak görünmesinin sebebi de bu: Nasıl ki neo-liberal
tasavvura göre toplumsal ilişkiler radikalleştirilmiş rekabet
mantığıyla, yani bir savaş mantığıyla düzenleniyor, hukuki işler ve
ilişkiler de bir savaş mantığıyla kurgulanıyor. Hukuk demek
egemenliğe hamle demek, egemenlik demek hukuka karşı hamle demek.
Ortaya çıkan manzara da “anti-hukuk” oluyor haliyle. Tabii bir de
Selahattin Demirtaş’ın özgür olması demek, ağız tadıyla başkan
olamamak demek, hem de yerel seçim gelirken...