Demirtaş: Kendi ilhamınızı yaratmak zorundasınız
Selahattin Demirtaş: Cezaevinde yazmak için “ilham’ın” gelmesini beklemek nafile. Zaten OHAL koşulları nedeniyle “ilham’ın” içeri girme şansı da yok! Kendi ilhamınızı yaratmak zorundasınız.
DUVAR - HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın cezaevinde yazdığı kitap 'Seher' en çok satanlar listesinde yerini koruyor. Demirtaş, ilk öykü kitabında kadınların yaşamlarına ve mücadelelerine yer verdi. Kitabındaki öyküleri değerlendiren Demirtaş, "İlkelerimiz uğruna direnmek bize güç ve moral veriyor, neşemizin kaynağı budur" diyor.
Cumhuriyet'ten Nazan Özcan'ın söyleşisi şöyle:
“Seher”, Türk Dil Kurumu “sabahın gün doğmadan önceki zamanı, tan ağartısı” diye tanımlanıyor. Günün aymasına az kalmış ana tersten bakarsak “alacakaranlık”. Kitabın ve karakterin ismini “Seher” koyarken meramınız neydi?
Seher, karanlıktan aydınlığa çıkışın ilk anlarıdır. Umuttur ve seher her gün yeniden var eder kendini. Karanlık kendini sonsuz zannederken, aydınlığı yok ettiğini düşünürken, ilk darbeyi seherden alır. O anda bitiverir karanlık, aydınlık başlar seherle.
Kitap “katledilen ve şiddet mağduru bütün kadınlara” ithaf ediliyor, atıftan ziyade de kadın ve sınıf hikâyeleri bunlar. Kadın ve sınıf hikâyeleri tercihinin sebebi neydi?
Kadın kimliği ve kadın bedenine saldırı, politik-ideolojik ciddi bir meseledir. Bütün hiyerarşi, güç, egemenlik, otorite ve sömürü ilişkilerinin kendini var ettiği, yeniden ürettiği bir alandır kadına saldırı. Öykülerin bir kısmı bu bakış açısıyla erkek egemen zihniyetin nobranlığına, yarattığı tahribata dikkat çekmeye çalışıyor. Bunun dışında birçok toplumsal konu da var kitapta. Ancak bana göre kadın özgürlüğünü öncelemeyen hiçbir özgürlük mücadelesinin gerçek anlamda başarı şansı yoktur. Kadın özgürlüğünü öncelemek bir tercih değil, mecburiyettir aslında.
Dışarıda epey heyecan yarattı kitap. Herkesin elinde, zaten üç günde tükendi, en çok satanlarda. Siyaset ya da hukuk yazmanız sanki daha beklenir bir şeydi. Neden öykü yazmayı seçtiniz?
Tanınıyor olmam kitaba gösterilen ilginin ilk nedenidir. Ancak içeriğine dair ilgiyi-eleştirileri daha çok merak ediyorum. İyi bir roman yazabilmeyi çok isterdim. Kısa cümlelerle, kısa metinlerle, anlaşılır sade bir dille çok şey anlatabilir miyim diye öykü yazmayı tercih ettim.
İçeride olduğunuz göz önüne alınırsa, aslında bu Türkiye’de epey bulunan bir “hapishane edebiyatı”na da denk düşüyor. Ama kederli bir “hapishane edebiyatı” değil. Sizce nereye konulur sizin yazdıklarınız?
Hapishanede yazıldığı için elbette hapishane edebiyatının bir parçasıdır. Bence hapishane koşullarında üretilen bütün edebi eserler çok kıymetlidir. Beni ve arkadaşlarımı tutuklatarak temsil ettiğimiz milyonları kedere boğmayı hedefleyenlerin bu ucuz amaçlarını da boşa çıkarmak adına, umudu ve cesareti büyütmeye çalıştım. Bunun için de, mizahı ve ironiyi özellikle kullandım. Konu açılmışken şunu da belirtmem gerekir ki, hapishanelerde yayımlanmayı bekleyen yüzlerce edebi eser var. Gebze Kadın Cezaevi’nden değerli arkadaşım Gülazer Akın bana gönderdiği son mektubunda, bu konuya dair haklı sitem ve eleştirilerini yazmış. Yayınevleri, hapishanelerde yazılanları yayımlamaya yanaşmıyorlar. Bu emeklerin çoğu içerde olduğu gibi duruyor. Onlar da içerde bir yayın komisyonu oluşturmuşlar. Şimdi dışarda bir yayınevi kurarak sadece hapishane edebiyatının toplumla buluşmasını sağlamaya çalışıyorlar. Ancak çok fazla zorluk ve imkânsızlıklar var. Dışardaki duyarlı yayıncılara bu vesileyle çağrı yapmış da olalım. Lütfen hapishane edebiyatına daha fazla ilgi gösterin.
Ağır sistem eleştirisi denilemeyecek öyküler bunlar, insanlığın halipür meali mi bu öyküler?
Bütünlüklü sistem eleştirisini ve alternatif önermemizi HDP ile yapıyoruz zaten. Bir öykü kitabı aracılığıyla siyasi propaganda yapmaya yeltenmek doğru olmaz benim için. Halihazırda bunu başka araçlar, yol ve yöntemlerle yapıyoruz. Ben sadece kendi durduğum yerden gördüğüm dünyayı yazdım, bu kadar.
Cizre’de öldürülen Mehmet Tunç’un yeğeninin öyküsü “Sonu Muhteşem Olacak”ta gerçek kişiler var. Diğer hikâyelerde kahramanlarınız gerçek mi kurmaca mı?
Serçeler gerçektir, ama kurguyla harmanlandı. Bahir’in öyküsü, annemle hesaplaşmalar tamamen gerçektir. Ancak en gerçeği Bêkes’tir. “Sonu Muhteşem Olacak” öyküsü edebi açıdan çok iddialı değilse bile özgürlük uğruna yananların hatırası olsun istedim bu kitapta. Geri kalan öykülerin tamamı kurgudur. Hayatlarımız da birçok öykünün toplamı gibidir aslında. Hayatınızdaki öykülerin kurgusunu ne kadar kendiniz yapabiliyorsanız o kadar özgürsünüzdür. Hayat edebiyattır, edebiyat da hayattır bu anlamda. Kimi hayatlar roman gibidir, kimi trajik bir öykü, kimisi de henüz tamamlanmamış bir şiirdir.
Gece mi gündüz mü yazabiliyorsunuz? Pratik olarak içeride hayatı nasıl kurdunuz?
Öykülerin tamamını gece sabaha doğru kaleme aldım. Ama günlerce, haftalarca düşündürdüler beni, notlar aldım, sonra oturup yazdım her öyküyü ayrı ayrı. Cezaevi yaşamımızı belki bir gün çıkınca anlatmak daha doğru olabilir. Bundan daha önemlisi, şu anda birçok cezaevinde yaşandığı iddia edilen hak ihlalleri, kötü muamele ve işkence meseleleridir. Bu konuda detaylı bir mektup yazıp önümüzdeki günlerde Başbakan’a da göndereceğim. Özellikle Tarsus, Elazığ, Şakran ve birçok cezaevinden yansıyan haberler durumun ciddi olduğunu gösteriyor.
"İçeride" hikâye oluşturmak için itici güç ne oluyor?
Düşüncenin hapsedilemeyeceğini tekrar tekrar ispatlama dürtüsü herhalde. Her bir öykünün yazım serüveni birbirinden farklıydı. Okuduğumuz, izlediğimiz haberler, sohbetler, mektuplar, aile avukat görüşmeleri, rüyalar vs. hepsi birer motivasyon kaynağı olabiliyor. Cezaevinde yazmak için “ilham’ın” gelmesini beklemek nafile. Zaten OHAL koşulları nedeniyle “ilham’ın” içeri girme şansı da yok! Kendi ilhamınızı yaratmak zorundasınız.
Sizce Erdoğan, Kılıçdaroğlu, Bahçeli sizin kitabı okur mu? Hadi tutun ki okudular, sizce nasıl yorumlar yaparlar?
İlki zaten kitap okumadığını, danışmanlarının özet çıkardığını kendisi söylemişti. Kemal Bey’e gönderildi, okur mu bilemem. Diğerinin ise okuma ihtimali yok, “flu görüyor” çünkü.